Dün gece Saski Baskonia hakkındaydı. Nasıl olmasın ki, onlar oynadı, onlar kazandı, onlar kaybetti… Bu sezonki güzel hikayelerinin belki de en iyi sayfalarını yazmaları da değil asıl mevzu, geri döndüklerini hiç bu kadar hissettirmemişlerdi.
Saski Baskonia’yı tanımlayan temel özelliklerinden biri, her zaman için bir underdog olmaları. Hiçbir zaman Real Madrid ve Barcelona bütçelerine sahip olamayacaklarının farkında bir kulüp olarak, kendi iş modelini oluşturup, ona göre bir başarı yolunu benimseyerek, Avrupa basketbolunun son 20 yılının en kült kulüplerinden biri oldular.
Kariyerinde çıkış arayan, potansiyeli yüksek oyuncuları parlatma işini yıllarca harika yapan kulüp, ikinci Ivanovic dönemi sonrası orta yaş krizine girmiş gibiydi. Sergio Scariolo saçmalığı, Bask bölgesi krallıklarını tehdit eden Bilbao Basket’in sadece kadrosundakilerin değil, görüştüklerinin bile peşinde koşmak, pek de onlara göre değildi. Özellikle de Avrupa basketbolunun karmaşık ticari düzenindeki yönetici-koç-menajer ilişkilerinin kısır döngüsüne girmeyecek bir basketbol aklına sahip olan bir kulüp için durum biraz acı vericiydi. Geçen sezonun ikinci yarısında Ibon Navarro ile nihayet hayat belirtisi göstermeye başlamış bir kulübün, koçuyla yollarını ayırması da umutsuz havayı dağıtmaya yardımcı olmamıştı.
Velimir Perasovic gibi gittiği yerin yapısına uygun bir oyun oynatan ama radikal değişimlerle pek ilgilenmeyen bir koçun, Saski Baskonia’nın özüne dönüşünün sembollerinden biri olmasının da beklentilerden biri olmadığı aşikar. Bazen bu takımı izlerken, takımın başında Perasovic değil de Ivanovic varmış gibi hissediyorsunuz. Takımdaki delici ve şutör dengesi müthiş bir seviyede. Kontrol ağırlıklı olarak Mike James ve Darius Adams’ın elinde olsa da Corbacho dışındaki bütün kanat oyuncularının da hem penetre hem şut tehdidine sahip olması, yeri geldiğinde sorumluluk alıp takımı da sırtlayabilecek oyuncular olmaları, bir arada oynadıklarında kontrol edilmesi ve tahmin edilmesi oldukça zor bir takım çıkarıyor ortaya. Baş döndüren tempoları ve fırsat verdiğinizde sizi acımadan sezip geçecek oyun arzuları, TAU Ceramica oldukları dönemi hatırlatıyor.
Bourousis, maçtan sonra “Pek çok kişi 20 ile kaybetmemizi bekliyordu” dedi. Ama umutlu olmaları için yeterince sebepleri vardı. 2005’te CSKA’yı Moskova’da, 2006’da Panathinaikos’u Atina’da kendi kimliklerini yansıtarak elemiş bir takım olmaları, onlara mutlaka bir ekstra güven aşılamış olsa gerek. Vitoria’dan gelenlerin üzerindeki “Why Not Baskonia?” tişörtleri de bunun kanıtı gibi. Ve bir faktör daha, Fenerbahçe’nin kendi artılarını ortaya koyabildiği düzenin en önemli unsuru olan yüksek tempoda bu ligin en iyisi onlar.
Baskonia’nın oyunu ile Baskonia’yı yenmek, ateşle oynamak gibiydi, Fenerbahçe yine de bunu yaptı. Basklar, maçın son 2 dakikasındaki bolca hatalarından sadece birini yapmasalar, yarın akşam belki de ilk Avrupa şampiyonluklarını kutluyor olacaklardı. Kazanmaya bu kadar yaklaşmış olmalarından daha etkileyici olan ise 13-0’lık şok giriş sekansı dahil1 40 dakika boyunca bir an olsun geri adım atmamış olmaları, her hamleye karşılık verip Fenerbahçe’nin direncini kırmış olmaları. Bütün sezon ne yaptılarsa yine onu yaptılar, kolay sayılar yemelerine rağmen risk alıp Fenerbahçe’nin pas organizasyonunu bozmak için kısalar üzerindeki baskıdan, pas arası fırsatlarını kullanmaya çalışmaktan vazgeçmediler. Zaten dış adam savunmasında güvenilir olmayan rakiplerinin bu konuda iş görebilecek tek adamı Bogdanovic de pek ortalıkta olmayınca, kendilerini rahat hissetmelerini engelleyecek pek bir koşul da oluşmadı.
Zeljko Obradovic’in en iyi yaptığı şey rakipleri konfor alanının dışına çıkarmak, hatta bunu en iyi yaptıkları, kendilerine en çok güvendikleri şeyi engelleyecek şekilde yapmak ki zor durumlarda sığınacakları liman konusunda tereddüde düşsünler. Lazaros Papadopoulos’u Rashard Griffith’le güreşe göndermek veya Juan Carlos Navarro’yu one and box’la savunarak, rakiplerine beni yeneceksen, alışık olduğun şekilde değil başka bir yoldan yapmak zorundasın mesajını vermek… Maçtan önce söylediği gibi, Baskonia’nın kendisini rahat hissetmesine izin vermemeleri gerekiyordu. Darius Adams’ı kontrol etmekte yaşadıkları sıkıntılar bir yana, Bourousis’in pick&roll savunma zaafından yararlanmada bu kadar pasif kalmaları asıl şaşırtıcı olan. Bourousis’in sırasıyla hücumda Fener uzunlarını denize dökmesine karşın, Ekpe Udoh dışında onun savunma zaaflarını kullanmak konusunda da pek ısrarcı olmadılar. Pero Antic’in şutları girmemiş olsa da başka bir koç için doğru denebilecek o tercihleri yapması değil mesele, rakibin işleyen düzenini bozmak için özellikle içeriden oynanması gerekirken, maç planının kusursuz uygulaması prensiplerine uymayıp, rakibin risk alarak aldığı tuzağa düşmüş olması gibi durumların yaşanması maç boyunca. Maçtan sonra oyundan memnuniyetsizliğini belirtirken, hem kendisine hem de takıma dair biraz hayal kırıklığı hissiyatı taşıyor gibiydi o da. Maç boyunca Baskonia’nın planlarını değiştirmesini gerektirecek bir hamlenin gelmemesi, Madrid’den sonra bir kez daha Final Four’da performans olarak Obradovic’in rakip koçun gerisinde kalması kıyamet alameti olarak da kabul edilebilir.
Perasovic, maç sonunda guardlarının yaptıkları tercihler yüzünden kaybetmiş olmalarına pek takılmadı. Bu noktaya kendilerini onların oyununun getirdiğini vurgulamayı da ihmal etmedi. Kendi kimliklerinden vazgeçmemeleri Baskonia’nın geri dönüşünün en güzel yanı. Keza Giannis Bourousis… Bourousis, kaybettikleri için üzülmüş olsa da savaşmış olmalarından dolayı, bardağın yarısı dolu gibi konuştu maçtan sonra. Kariyeri boyunca performansı yeteneğinin altında kalmış, kaptığı güzel kontratlardan sonra yatışa geçmiş, adı doping skandalına karışmış bir ismin geçirdiği değişim, sahada gösterdiği liderlik, Baskonia’nın elindeki isimleri parlatarak ortaya koyduğu başarı yolunun geri dönüşünün oyuncu bazındaki en öne çıkan sembolü. Ne yaptığı kadar nasıl yaptığı ile de iyi ki geri dönmüş Saski Baskonia!
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane