7 Ocak 1989 tarihli yerel gazetelerin manşetleri, North Carolina State basketbol programının kaderini değiştirebilecek bir habere ayrılmıştı. Mucizevi bir şampiyonluğu da kapsayan dokuz yıllık Jim Valvano rejiminin ipliğini pazara çıkardığı iddia edilen Personal Fouls adındaki kitap, yayıncısını arıyordu.
Kitap yayımlandığında, içeriğindeki suçlamalardan yalnızca biri kanıtlanabilecekti. Takımdaki oyuncuların, ailelerine dağıtmaları için kendilerine verilen biletleri ve ayakkabılarını sattıkları ortaya çıkmış; bu ihlal, Wolfpack basketbolunun iki yıllığına gözetim altına alınmasına yetmişti. NCAA müfettişinin yeterli delil bulamadığı diğer suçlamalar hakkında da her gün yeni bir tanığın yeni bir açıklamasını ağırlıyordu spor sayfaları. Valvano önce bir süredir koçlukla beraber yürüttüğü atletik direktörlük görevinden çekildi. Sonra bir gün o sayfaların birinde, büyük puntolarla Charles Shackleford ismi zuhur etti. Malaga’da son saniyelerde faul çizgisi üzerinde, Bursa’da kara bir perşembede ya da Jayson Williams’ın adına kayıtlı bir otomobilin direksiyonunda olduğu gibi, Kuzey Carolina yerel gazetelerinde de Shackleford’un ismine denk gelmek hayra alamet sayılmazdı.
Shackleford ve takım arkadaşları hakkındaki point shaving iddiaları, birer iddia olarak kaldılar.1 Personal Fouls’un Valvano’ya yönelttiği bir düzine suçlama gibi. Koçun recruit ettiği bazı oyuncuların okula kabul edilebilmesi adına lise notlarında oynamalar yaptığı, bazılarının uyuşturucu testi sonuçlarını okul yönetiminden sakladığı ve mezunlar derneğinin gelirlerinden indirdiği milyonlarla oyunculara otomobil hediye ettiği gibi esaslı suçlamalar… Ancak, maskenin düştüğünü görmeyen yoktu. Valvano’nun kampüse getirdiği genç adamların not ortalamaları, mezun olma yüzdeleri ortaya döküldü; rakamları savunamayan okul yönetimi Valvano’dan desteğini çekti. Baba evinin etrafında yalnızca on iki yıl içinde kurduğu koçluk hükümdarlığını terk edip dümeni batıya kıran lafazan Queens delikanlısı, Raleigh kampüsüne vadettiği gül bahçelerini inşa etmişti. Belki de bunun etkisiyle keskin yüz hatlarının arkasındaki güvenilmezliği, kocaman gülümsemesinin gizlediği düzenbazlıkları göremediklerini fark ediyorlardı şimdi. Radyolardan yankılanan sesine, abartılı esprilerine tav olmuşlardı ya da. 23 yaşında başantrenör olmuş, 34 yaşında NC State gibi köklü bir okulun başına geçerken tarihinin en büyük başarılarını yaşattığı Iona’da ardında tek bir dost bile bırakmamış bir adamın hikayesinden de mi şüphelenmemişlerdi?2 Valvano’ya inandıkları için ne kadar saf olduklarını anlattılar birbirlerine.
1983 NCAA Turnuvası finalinde Lorenzo Charles’ın3 son saniye smacı ile yenilmez gözüken Houston’ı devirdiklerinde,4 Valvano’nun kollarını iki yana bilinçsizce sallayarak koşturduğu anlar ölümsüzleşmişti.5 İnsan mutluluğu ender rastlanan bir olgudur. Mutlu çağlar değil, yalnızca mutlu anlar vardır. Valvano son dakikaya berabere girerken bile savunma yapmaktansa rakibinin kötü serbest atış yüzdesine oynamış, ödülünü o mutlu anlardan biriyle almıştı. “Sarılacak birini arıyordum” diyecekti maçtan sonra. Galibiyet hırsının gözünü kör etmesine engel olamayan, kolej basketbolunun en yeni günah keçisi olarak kara listeye alındığı 1990 yılında ise –Raleigh’de bile– sarılacak birini bulması mümkün değildi.
Genç adam babasının sözlerine kulak asmaz, uçarken güneşe fazla yaklaşır ve makus kaderiyle yüzleşir.
Valvano’da tipik bir İkarus hikayesi gördüğümüzü düşünebiliriz. Bir kanser teşhisiyle bölünecek bu hikayeye kendimizi fazla kaptırabiliriz. Hikaye bir iptilaya, bir fetişin muammasına dönüştüğünde, görünün kötürümleşmesine yol açar. Ve sonunda insanlığın mutlu anlarını kutlayan güçlü bir yüzü gözden kaçırabiliriz. Ya da daha güçlü saçları…
1992 yılında Valvano’nun vücudunda adenokarsinom metastazına rastlandı. Bu evrede teşhis edilen adenokarsinomada doktorlar hastaya bir yıl ömür biçiyorlardı. Altı haftada bir yüksek dozda kemoterapi, tedavinin önemli bir parçasıydı. İlk uygulamadan sonra Valvano’ya, kemoterapinin yan etkilerinden biri olarak çok büyük ihtimalle saçının dökülmeye başlayacağı hatırlatıldı. Hastaneden çıktı, bir berber dükkanına girdi ve saçlarını kazıttı. Ona bunu yapanın kanser değil, kendisi olduğuna inanmak istiyordu.
Ne ki Valvano’nun saçları yeniden, sanki eskisinden de güçlü biçimde uzadı ve bir daha hiç dökülmedi. Bugün Valvano’nun mirasını, kurnaz bir faul taktiğiyle6 mutlu sona ulaştırılan bir Külkedisi hikayesi ya da tipik bir İkarus hikayesi oluşturmuyor. Ölümünden iki ay önce gür saçlarıyla yaptığı bir ödül konuşması ve o konuşma sırasında ilk duyurusunu yaptığı The V Foundation, tüm o hikayelerden daha güçlü.
“Bana göre, bir insanın her gün yapması gereken üç şey vardır. Bunları yaşamlarımızın her gününde yapmalıyız. Birincisi, gülmek. Her gün gülmelisiniz. İkincisi, düşünmek. Düşünceye her gün belli bir vaktinizi ayırmalısınız. Ve üçüncüsü, hislerinizi gözyaşlarına dönüştürmelisiniz; bunlar mutluluğun, neşenin gözyaşları da olabilirler. Ama bir düşünün… Güldünüz, düşündünüz, ağladınız; alın size tam bir gün! Acayip bir gün! Bunu haftanın yedi günü yapıyorsanız, özel bir şey yaşıyorsunuz demektir.”
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane