Michael Wright geçtiğimiz Salı günü Brooklyn’de, aracının arka koltuğunda ölü bulundu. Arizona Wildcats formasıyla Duke karşısında şampiyonluk maçına çıktıktan sonra 2001 NBA Draftı’nın ikinci turunda New York Knicks tarafından seçilmişti. Hiçbir zaman NBA’de oynama fırsatını yakalayamasa da, Avrupa’da başarılı bir kariyere sahip oldu. Kıtada geçen 14 yılda yolu birçok kez Türkiye’ye uğradı. Okuyacağınız yazı Beşiktaş’ta geçirdiği sezonun hemen ardından Haziran 2006’da SLAM Türkiye dergisinin dördüncü sayısında yayımlandı. Michael Wright’ı anmak için Kaan Kural’ın kaleminden çıkanları tekrar okumak ve okutmak istedik.
Michael Wright pek o bildiğiniz oyunculardan değil. Oyuncuları bırakın, Wright pek o bildiğiniz insanlardan değil. Onun hikayesi, zorluklara karşı gülümseyerek yanıt verme, yaptığı işin, yaşadığı hayatın hakkını verme hikayesi. Hepimizin peşinde koştuğu ama bir türlü formülünü bulamadığı hayattan keyif alma ve mutlu olma formülünü bulmuş biri: “Yapabileceğinin en iyisini yap, elindekilerin değerini bil ve onlardan keyif al.” Söylemesi kolay, uygulaması zor bir reçete. Ama Michael Wright bunu başarmış. Onu genelde sahada yaptıkları, sayıları, ribaundları, kazandığı maçlarla tanıyor ve takdir ediyoruz belki. Ancak o her şeyden önce sahada değil, hayatta üstlendiği rol ve gösterdiği çaba ile kalabalıktan ayrılıyor.
Wright’ın şikayet edip kızmak, küsmek ve hayata karşı ‘bunu da mı yapacaktın?’ demek için fazlasıyla sebebi var. Daha çocukluk döneminde başlayan bir süreç bu. Babası erken yaşta Michael’ı annesine bırakıp hayat resminin dışında kaldığından beri Michael için hayatın engelleri belirmeye başlamış. Dikkat eksikliği bozukluğu (attention deficit disorder) bulunan Michael’a yedi yaşına kadar teşhis konulamamış. Bu bozukluk temelde dikkat toplayamama ve unutkanlık olarak kendini gösteriyor. Bu nedenle Michael’ın küçükken hep zihinsel bir eksikliği olduğu zannedilmiş. Halbuki özellikle ABD’de sıklıkla görülen bu rahatsızlığın ilaçla kontrol altına alınması mümkün. Hayatı boyunca ilaç kullanacak Michael. Unutkanlığına %100 yanıt veremese de, dikkatini toplayabilmesi için çok büyük yardımı oluyor ilaçların. Profesyonel spor yapmak için konsantrasyonun önemini vurgulamaya gerek yok. İlginçtir ki, Michael’ın başarısının sırrı da aslında çok çalışmak ve konsantrasyondan geçiyor. İlaç tedavisinin katkısı ortada ancak bu özel adamın içinden gelen başarılı olma tutkusu, rahatsızlığını yenip onu bu konuda belki de örnek yapabilecek kadar özel bir konuma getirmiş durumda. Rahatsızlığı ve çalışma hırsı büyük bir zıtlık yaratıyor dışarıdan bakınca. Ama Michael’ın tüm hayatı bu zıtlıklar üzerine kurulu.
Dr. Jekyll & Mr. Hyde öyküsü gibi onun tüm hayat hikayesi. Sahada kaybetmeyi asla kabul etmeyen, kapasitesini son sınırlarına kadar zorlayan, antrenmanlarda bu kapasiteyi biraz daha artırmak için sürekli çalışan, parke üstünde gerçek bir savaşçı Michael Wright. Parkenin dışında ise disiplinli, saygılı, alçakgönüllü, sevecen, mutlu, bir karıncayı bile incitemeyecek kadar nazik, herkesin “kanka” olmak isteyeceği türde adam gibi bir adam. Kısaca, iyi biri.
Bütün bu başarısının temelinde ise disiplin yatıyor. Michael Wright kadar disiplinli ikinci bir oyuncu daha bulmanız çok zor. “Disiplini önce annemden öğrendim,” diyor Wright. “Ben küçükken iki işte birden çalışarak ailemizi geçindirmeye çalışıyordu. Hiçbir zaman şikayet etmez, hayattan keyif alabilmek için sorumluluklarımızı tam olarak yerine getirmemiz gerektiğini söyler, bunu kendisi de uygulardı. Sanırım anneme çekmişim. Ondan çok şey öğrendim.”
Hem de fazlasıyla öğrenmiş. Rahatsızlığını aşıp lise yıllarında basketbol oynamaya başladıktan sonra yeni bir engel çıkmış karşısına: Fiziği. Boyu pozisyonuna göre biraz kısa olduğu için yeni bir zorlukla yüzleşmiş. O da boyunu uzatamayacağı için ayaklarını çabuklaştırmayı yeğlemiş. Fiziksel dezavantajını çabukluğu ile kapatmış. Arizona Üniversitesi’ni tercih etmesinin en büyük nedenlerinden biri de takımın hızlı basketbolunun kendisine çok uyması. Sahayı rakip uzunlardan çok daha hızlı katettiği için rakipleri diğer potaya gelemeden pozisyonları bitiren Wright, bu özelliği sayesinde fiziksel dezavantajını da avantaja çevirmeyi başarmış. Ayrıca yine aynı çabukluk ve esnekliği sayesinde yarı sahada da özellikle ikili oyunlarda çok çabuk potaya yöneldiği, boyalı alanda da çok çabuk yön değiştirerek vücut esnekliği ve kontrolüyle savunma reaksiyon veremeden pozisyonları bitirebildiği için çok tehlikeli bir silah haline gelmiş. Bu halen değişmedi. Hatta artık onu kadrosunda bulunduran takımlar bu özelliğini kullanabilmek adına rakip sahaya çok daha çabuk gelen düzenler, yarı sahada ise Wright’ı mutlaka içeren ikili oyunlar oynuyor.
Beşiktaş’ta da bu böyle. Yüksek tempoda rakip sahaya erken gelen Beşiktaş, diğer uzunlardan çok daha çabuk gelen Wright sayesinde hep bu oyuncudan erken atış imkanı buluyor. İkili oyunlarda ise en önemli bitirici hep Wright. Kerem Tunçeri bu yıl açık farkla ligin asist kralı olurken, pasların diğer ucunda genelde hep Wright yer alıyordu. Zaten bu sayede ABD’li oyuncu sezonu 19.9 sayı ortalamasıyla Malik Dixon’ın ardından en skorer ikinci isim olarak tamamladı. Genelde topu elinde tutan kısaların hükmettiği bir alan olan sayı krallığında bu akılalmaz bir rakam. Unutmadan, bu ortalamayı %61 isabetle buldu!
Kolej kariyerinin ardından 2001 NBA Draftı’nda New York Knicks tarafından, Mehmet Okur’un hemen arkasından, 39. sırada seçildi Michael Wright. Ancak NBA onun ayak çabukluğuna şans vermeyip fiziğini yetersiz bulunca kariyerine Avrupa’da devam etti. Avrupa’da yeteneklerini olumlu kullanacak takımı bulabilmek için dört yılda dört takım değiştirdikten sonra nihayet Alba Berlin’le ön plana çıkmayı başardı. Ancak orada da yine talihsiz bir olay sezon sonunda kendisini buldu. Alba Berlin’de forma giyerken aldığı üç aylık “ilaç” cezası, bazı kaynaklarda “doping” olarak yer aldı. Şanssız ama hayatın sürekli aşması için yeni bir zorluk, yeni bir sınav çıkardığı biri için belki de sıradan bir olay. Aslında ceza tamamen Alba Berlin yönetiminin yaptığı bir hatadan kaynaklanıyor. Wright’ın rahatsızlığı için kullandığı ilacı değiştirdiğini federasyona gerekli evraklarla bildirmeyi unutan Alba yönetimi, takımın en kilit oyuncusunun ceza almasının baş sorumlusu. Zaten verilen ceza bir doping cezası değil. Çünkü Michael’ın ilaçlarının bir doping etkisi yok. Sadece geçerli bir doktor raporu olmadan kullanılması yasaklı maddeler içeriyor. Ceza da dopinge veya Michael’a değil, aslında usul hatasında dolayı Alba Berlin’e veriliyor. Ceza doping için verilse, zaten öyle üç ay olmazdı. Cezanın aslında kime kesildiğini ise en iyi o zamanlar Frankfurt Skyliners’ın koçu olan Murat Didin anlatıyor: “Biz Michael’ın cezası sayesinde Alba’yı eleyebildik. O oynasaydı turu geçebileceğimizden emin değilim.”
Alba yönetiminin yarattığı bu küçük çaplı skandalın etkisinden de yararlanan Murat Didin, bu çok saygı duyduğu oyuncuyu kaptığı gibi Beşiktaş’a getirdi. Alba’nın hatası Didin’in iki defa istediği hedefe ulaşmasını sağladı böylece.
Michael Wright’ın hayatla ilgili disiplini Türkiye’de de azalmadan, aksine artarak devam ediyor. Murat Didin oyuncusundan övgü ile bahsederken, “Onun iş ahlakı için %99 dersek haksızlık yapmış oluruz. Her zaman, maçta, idmanda, nerede olursa olsun, parke üzerinde %100’ünü vereceğinden en ufak bir şüpheniz olmasın. Bunu asla yapmadı. Karakterinde asla böyle bir şey yok. İsteneni en iyi şekilde yaptığı gibi, ayrıca kendini geliştirmek için de çalışıyor. Takım içinde uyumlu, arkadaşlarına destek oluyor. Açıkçası onunla çalışmak büyük bir şans” diye konuşuyor.
Kerem Tunçeri de daha önce Efes Pilsen ve Ülkerspor’un çalışma disiplinlerini bire bir görmüş bir oyuncu olmasına karşın, Michael’dan çok etkilenen isimlerden biri: “Bazı oyuncular zaman zaman, mesela maçtan sonra veya sabah idmanlarında, tembellik yapabilir. Michael’da asla böyle bir şey göremezsiniz. Onun kadar çalışkan birine rastlamadım.”
Ancak Wright’ın ilerlemeye kendini ne kadar adadığını yine Kerem Tunçeri’nin sözlerinden daha iyi anlıyoruz. Çalışmak, sahaya her şeyini koymak bir yana, Wright sahada da hayatta olduğu gibi zor zamanlarda daha güçlü olarak ayağa kalkabilen, ileriye gidebilen bir isim. “Sezon başında biraz sorun yaşadık. Topu getiren ben olduğum için onun beni dinlemesi çok önemliydi,” diyor Kerem Tunçeri ve yaşananları şöyle özetliyor: “İlk zamanlarda onu biraz sertçe uyarmış da olabilirim. Çünkü iletişimimiz tam olarak bugünkü gibi değildi. Biraz sorun bile yaşadık. Ama o dinlemeye niyetliydi. Beni dinlemesinin önemli olduğunu biliyordu ve çok kısa bir sürede çok iyi bir ikili olduk.”
Hem de ne ikili oldular! Bu sezon Türkiye Ligi’nde adeta bir John Stockton-Karl Malone izledik. Wright sezon başını, belki de biraz sancılı alışma dönemini çoktan unutmuş bile. “Kerem’le çok iyi uyum sağladık,” diyor. “Sadece başlangıçta birbirimizi tanımak için biraz süreye ihtiyacımız vardı. Biz daha yüksek tempoda oynayan bir Stockton-Malone ikilisiyiz.”
Michael’ı en iyi tanımlayan isim ise belki de onu en uzun süredir tanıyan takım arkadaşı Tyrone Ellis. 2001’de New York Knicks’in kampında tanışan ikilinin dostluğu çok uzun bir zamana dayanıyor. Michael’ı ondan daha iyi anlatan birini bulmak zor. “Mike saha dışında çok iyi bir insan ama saha içinde kendisini tamamen rekabete odaklıyor. Kaybetmekten nefret ediyor. Başarısız olmayı asla kabul edemiyor. Başarılı olmak ve kazanmak için de inanılmaz çalışıyor. Onu iyi yapan da bu zaten. Uzunlar onun kadar çaba göstermeyebilir ama onun yeri çok ayrı. Asla tembellik yapmıyor. Sadece çalışmak da değil. Beslenmesinden uyku takvimine kadar, hayatının her anı inanılmaz derecede programlı ve düzenli. Gördüğüm en örnek profesyonel. Ben kendimi çok çalışkan zannediyordum, Mike’ı tanıdıktan sonra tembel olduğumu anladım” diyor Ellis.
Bu kadar çalışma ve disiplinden bahsedince sakın aklınıza ‘işkolik bir robot’ portresi gelmesin. Onu yakından tanıyanlar ne kadar eğlenceli bir karakter olduğunu da mutlaka belirtiyorlar. Ellis de Wright’ı şöyle anlatıyor: “Michael çok komik biri. Onunla takılmak çok keyifli. Sürekli bizi güldürüyor. Bazen takım arkadaşlarınızla saha dışında çok yakın olmayabilirsiniz. Ben dışarıda da Michael’la vakit geçirmeyi tercih ediyorum. Sahada yanımda olmasından çok memnunum. Ama saha dışında arkadaşım olması benim için çok daha büyük bir kazanç.”
Hep aynı sözler karşımıza çıkıyor. Michael Wright’ı anlatan herkes en çok “iyi” ve “çalışkan” sıfatlarını kullanıyor. Çalışkanlığı ve disiplinini öncelikle annesini örnek alarak karakterinin bir parçası yapmış Wright. Alçakgönüllülüğünü, sevecenliğini, saha dışındaki insani pek çok özelliğini, yani onu “iyi yapan” şeyleri ise Arizona Üniversitesi’ndeki koçu Lute Olson’ın sözleriyle şekillendirdiğini anlatıyor: Benim iki karakterim var sanırım. Sahada başarılı olmak için her şeyimi ortaya koyarım. Saha dışında ise hep doğru ve saygılı biri olmaya çalışıyorum. Bunu Arizona Üniversitesi’ndeki koçum Lute Olson sürekli öğütlerdi. Bana ve arkadaşlarıma saha dışında hep ayaklarımızın yere basması gerektiğini vurgulardı. İnsanlara size davranılmasını istediğiniz gibi davranın, derdi. Annemden sonra bana hayatla ilgili yol gösteren en önemli ikinci insandı Lute Olson. Ben de onun söylediklerini uygulamaya çalışıyorum.”
Arizona’da Michael Wright’la birlikte aynı takımda forma giyen Richard Jefferson, Gilbert Arenas ve Luke Walton gibi NBA oyuncularının ortak yönleri de hep çok çalışkan ama aynı zamanda son derece insancıl ve alçakgönüllü olmaları. Bu bir tesadüf olmamalı.
Ancak Michael Wright’ın hayatında ikilemlerin veya zorlukların biteceğini zannediyorsanız, yanılıyorsunuz. Azalmıyorlar bile. Beşiktaş’ta geçirdiği bu ilk yıl boyunca ABD’li oyuncunun hayatında basketboldan çok daha önemli bir şey vardı: Kızı Daisha. Kız arkadaşıyla ilişkisine geçen yaz nokta koyduktan sonra daha bir yaşını bile doldurmayan Daisha ile İstanbul’a gelen Michael Wright için hayatı tamamen kızına endeksli. Hem iş hem de kişisel ahlakı bu kadar yüksek standartlara sahip biri için inanılmaz bir ikilem. Büyük hedeflere sahip Beşiktaş’ın çok yoğun bir programı var. Diğer tarafta ise hem annesi hem babası olmak zorunda kaldığı bir yaşını doldurmamış kızı Daisha. Pek çok kişi daha bu noktada pes edebilir. Pes etmese bile en azından şikayet eder, zorlanır, hayatın üzerindeki ağırlığı altında ezilmese bile biraz eğilebilir. Ama diyoruz ya, herkes diyor ya… Michael sizin bildiğiniz kişilerden değil. Daisha ile ilgilenmek ve basketbolun beraber zor olup olmadığını sorduğumuzda, Michael’ın yüzünde en küçük bir sitem ifadesi yok. Tersine yüzünden hiç eksik etmediği gülümsemesi daha da genişliyor: “Daisha bana verilen en büyük hazine. Kolay olduğunu iddia etmeyeceğim. Basketbol dışındaki tüm zamanımı alıyor. Ama bundan çok büyük bir keyif alıyorum. O benim için çok büyük bir şans. Ona sahip olduğum için ne kadar mutlu olduğumu anlatamam.”
Daisha ve basketbol arasındaki ikilemi de disiplini sayesinde çözmüş Wright. İşine her zamanki gibi kusursuz bir titizlikle kendini adamış. Daisha’nın yanında olamadığı zamanlar için vardiyalı çalışan iki dadısı var. Yanındayken nasıl bir ebeveyn olduğunu mu merak ediyorsunuz? O, Michael Wright gibi bir ebeveyn. Bunu dadılarından biri olan Firdevs Hanım şöyle anlatıyor: “Tanıdığım pek çok kadından daha iyi, daha sevecen, daha ilgili bir anne o. Evdeyken sürekli Daisha ile oynuyor, konuşuyor. Çocuk yetiştirme kitaplarını okuyor ve Daisha’yı çok severek ama bilinçli olarak yetiştiriyor. Mesela eğer deplasmanda değilse her gece Daisha’ya masal okumadan asla uyumaz.”
Michael Wright’ı tanıyıp da hayatla ilgili ilham almamak imkansız. Aslında son derece basit olan sorunları ne kadar büyüttüğümüzü ve hayatın hepimize aslında ne kadar güzel bir hediye olduğunu hatırlatan özel kişilerden biri Michael Wright. Mutlu olmanın basit formülünü hepimize yaşayarak gösteriyor. Gerçek bir kahraman mı arıyorsunuz? Daha cesurunu, daha şövalye ruhlusunu, daha insancıl, daha disiplinli olanını bulmanız çok zor.
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane