Birdman bir Raymond Carver uyarlaması değil. Tiyatro sahnesine Raymond Carver’ın What We Talk About When We Talk About Love hikâyesini uyarlamaya çalışan, geçmişte oynadığı süper kahraman filmleriyle ünlenen ve şimdilerde kariyeri düşüşte olan bir aktörün, Riggan Thomson’ın (Michael Keaton) öyküsü. Fakat Carver vurgusu jenerikteki şiirle birlikte öne çıkıyor ve uzun süre de bizimle birlikte yolculuk yapıyor. Bir Carver öyküsü gibi her şey, hemen, şimdi başlıyor.
Riggan Thomson’ın çaresizliği karşımıza çıkan ilk şey. Sürekli panik hâlinde, acele ediyor, bir şekilde kendi yarattığı canavardan, hayâlini kurduğu bu tiyatro oyunundan ve onun nasıl bir şeye dönüşeceğinden korkuyor. Geçmişte canlandırdığı, bir türlü üzerinden atamadığı Birdman onu sürekli takip ediyor ve bu stresin daha da büyümesine neden oluyor. Açılıştan birkaç dakika sonra ise karşısına Mike Shiner çıkıyor. Biraz şans eseri oyuna dahil olan ve Edward Norton tarafından canlandırılan karakterle birlikte her şey değişiyor.
Ukala tavırları, kendine has şöhreti ve çekiciliği ile spot ışıklarının üzerine yoğunlaşmasını sağlayan Shiner, Riggan ile replikleri ezberlemek için yaptıkları provada ayağının tozuyla oyuna ilk müdahalesini yapıyor, meslektaşına şu tavsiyeyi veriyor:“Bundan sonra dört replik var ve hepsi aynı şeyi söylüyor. ‘Adamı tanımıyorum. İsmini laf arasında duymuşluğum var sadece. Bilemem yani. Belirli hususları bilmek gerek…’ Temel mesele şu ki adamı tanımıyorsun. Orasını anladık zaten. Bunu bir replikle hallet.”
Kesmeyi nerede yapmalı? Bu soru, Birdman’in çekilişinden yüzyıl önce, sinemanın doğuşundan 15-20 yıl sonra tartışılmaya başlanır. Başlarda tüm oyuncuları görecek şekilde cepheye yerleştirilen, konumu değişmeyen ve oynatılmayan kamera DW Griffith filmleriyle birlikte başka bir yola girer, kendi imkânlarını, sınırlarını ve sınırsızlığını keşfeder. Planlar değişir, yeni tartışmalar ortaya çıkar. Kimisi omuz kamerası ile görüntüyü sallar, kimisi yüze odaklanır, modernizmle birlikte planlar arasındaki ilişkiler ve çatışmalar artar. Jean-Luc Godard’ın ünlü sözünde dediği gibi film eleştirisi yapmanın en iyi yolu bir film çekmek olur.
Birdman de bu sözü dinliyor ve tek bir plandan ibaret gibi görünen film ile Alejandro Gonzalez Inarritu Hollywood’da uzun yıllardır rastlamadığımız bir yola giriyor. Seyirciye ilk dakikadan itibaren daha önce başka eserlerden tanıdığı (Rope, Russian Ark) ama pek alışık olmadığı bir tekniği gösteriyor. Inarritu’nun senaryo yazım sürecinde yaptıklarını söylediği bu tercih Birdman’in yapısını tümüyle değiştiriyor, birkaç gün boyunca tiyatro koridorlarında ve New York sokaklarında karakterlerle birlikte yürüyor, arkada çalan davulla birlikte temposu belirlenen filmin bir parçası hâline geliyoruz.
Kesmeyi nerede yapacağınız aynı zamanda bir edebi problemdir. Bir kısa öyküde özellikle büyük bir tercihtir. Bu konu için kaç sayfaya ihtiyacın var? Hangi karakter atılabilir? Sonunu nasıl bağlamalı? Başlığı nasıl olmalı? Bütün bu sorular yazar ile editörü arasında tartılışır ve yazın tarihi böyle kavgalara aşinadır. Uzaklara gitmeye gerek yok, Raymond Carver bu kavgaları en iyi bilen kalemler arasındadır. Amerikalı yazarın ünlü editörü Gordon Lish ile yaşadığı tartışmalar ölümünden sonra dahi manşetlerde kendisine yer bulmuştur. Birçok eleştirmen, hatta Lish’in kendisi bile, Carver’ın edebi üslubunda, yalınlığında yazar kadar editörünün de payının bulunduğunu iddia etmektedir.1
Gordon Lish, Raymond Carver’dan önce birçok yazara editörlük yapmış, Esquire gibi prestijli dergilerde çalışmış, üniversitelerde yaratıcı yazarlık dersleri veren saygın bir figürdür. Kendisi de öyküler yazmaktadır ama esas ününü editörlük ve hocalık ile kazanmıştır. Öğrencileri için sadece bir öğretmen değildir, başka gezegeden gelmiş büyük bir figürdür, onlara “Beni tahrik edin!” demiş, yaşamlarıyla ve yazdıklarıyla onlardan kendisini etkilemelerini istemiştir. İlhamı sadece üniversite koridorlarında kalmaz, Amerikan edebiyatında bir Lish Okulu oluşmasına vesile olacak kadar etki yaratır.
İkilinin 1980’lerde kesişen yolları edebi yaşamlarını değiştirir. Lish, Carver’ın yalın üslubunun en büyük savunucularından biri hâline gelir, bir noktadan sonra yazar bundan vazgeçmek istediğinde dahi karşısına çıkar. Hikâyeyi burada kesmelisin der, karakterlerin isimlerini, olayların akışını değiştirir, bazen hikâyelerin adlarına kadar karışır. Mesela What We Talk About When We Talk About Love ismini Amerikalı yazarın meşhur öyküsüne koyma kararını o vermiştir, Carver’ın bulduğu Beginners adı bir süreliğine çöpü boylar.
Peki Lish’in Carver’ın yazdıklarındaki etkisi ne kadardır? Bu kimilerine göre abartılan, kimilerine göre hafife alınan bir etkidir. Amerikalı yazarın son yıllarını birlikte geçirdiği şair Tess Gallagher, abartıldığını düşününler arasında. Carver’ın öykülerinin ilk taslaklarının da kitaba giren hâlleri kadar etkileyici olduğu fikrinde ısrar ediyor. Bu yüzden birkaç sene önce Raymond Carver’ın öykülerinin Lish eleğinden geçmeyen hâllerini barındıran kitabı bastırdı, adını da eski kocasının istediği gibi Beginners koydu.
Raymond Carver iki şekilde de okunabilir zira Lish’in kırptığı hâlleri de ilk versiyonları da aynı şeylerin peşinde koşar. Sıradan hayatlar en büyük öykü malzemesidir, oradan oraya savrulan, alkol ve sigara ile tükenen, mutsuzluğun ve başarısızlığın tartışıldığı hayatları kendisine mesele eder. Kazalar, aldatmalar, yalanlar bu yaşamların başrolleri arasındadır. Bazen bir paragrafta, fazla bağırmadan, uzun ve yorucu bir evliliğin en büyük yalanı ortaya çıkar. Ve her şey, bütün o yalana ve itirafa rağmen, doğal bir şekilde akışına devam eder.
Birdman’de Riggan Thomson’ın yapmaya çalıştığı da bu. Özüne dönmek istiyor, daha doğrusu bir özü olup olmadığını sorguluyor. Yıllar önce oynadığı bir eseri seyretmeye gelen Raymond Carver’ın yazıp yolladığı bir not yüzünden oyuncu olmaya karar veren o genç olmak istiyor. Eski popülaritesi ve parası artık geçmişte kalan bir hayâl, yeni sahnesinde mazinin kırıntıları ile idare etmek zorunda.
Film boyunca tiyatronun koridorlarında geçip giden karakterlerin ana konumu ise Riggan’ı bize tanıtmak. Kızı sayesinde babalığının başarısızlığını öğreniyoruz, karısı aktörün geçmişteki kirli çamaşırlarını görmemizi sağlıyor, oyunculardan biri olan sevgilisi şimdilerdeki ilgisizliğinin ve dağınıklığının simgesi. Mike Shiner ise bir nevi Gordon Lish konumunda. Sürekli bir şeyler çıkarmak, bir şeyler eklemek istiyor. Sahnenin yapaylığından dem vuruyor, dekorları ve içki kadehlerini ön gösterimlerden bir tanesinden fırlatıyor ve Riggan’a düşündüğü kadar iyi bir oyuncu olmadığını hatırlatıyor.
Bütün bunlar içerisinde Alejandro Gonzalez Inarritu’nun anlatmak istediği bambaşka bir dünya var. Zira Meksikalı yönetmenin filmlerinde asla tek bir konu, tek bir mesaj yoktur. Seyirciyi bombardımana tutmayı sever, sürekli yeni karakterler, numaralar, mesajlar verir, sarsılmamızı ister. Ritm onun için çok önemlidir. Bir zamanlar ülkesindeki en büyük radyo istasyonlarından birinde programlar yapmıştır ve birçok söyleşisinde başarısız bir müzisyen olduğu için sinemacı olmaya karar verdiğini söyler. İlham kaynaklarını hâlâ şarkılarda aramaktadır, bu filmde ise istediği ritmi davulun sesi ile bulur.
Birdman sonrası verdiği röportajlardan birinde 51 yaşındaki Meksikalı hep aynı filmi çekip durduğunu itiraf ediyor. Senaryolar, karakterler, mekânlar değişir, trajik olaylar, çarpıcı karşılaşmalar ve sürekli dönüp durulan ölüm teması aynı kalır. Karakterler bu zorlu anları yaşar ve bunlarla aralarına bir ironi perdesi çekmez çünkü Inarritu sinemasında buna yer yoktur. Son 50 yıldır popüler kültürün aşırı ironinin kurbanı olduğunu ifade eden ünlü yönetmen, çocuklarının ironi tüketimi içinde hissizleştiğini belirtiyor, artık herhangi bir duygunun gerçekten hissedilemediğinden yakınırken: “Bu yüzden ben mizahın hayatın yanlışlarıyla, çilesiyle yeniden barışmasını istiyorum. Zira dünya alt üst olurken ego inanılmaz komik, saçma görünür. Aynı zamanda trajik.”
Bu Inarritu için yeni bir alan zira daha önce kara mizahın çevresinde bu kadar dolaştığı bir film çekmemişti. Yeni dünyasında çocuklarıyla arasındaki jenerasyon farkının izleri de var. Riggan kızına “Sen ve arkadaşların ancak kendi yarattığınız dünyada, sosyal medyada varolabilirsiniz,” derken kendi egosunu ortaya koyuyor. Siz bilgisayar başında otururken ben burada Raymond Carver sahneliyorum. Siz her şeyi ironikleştirmeye ve viral olmaya kafayı takarken ben kariyerimi riske atıyorum. Babasıyla ilişkisi çok da iyi görünmeyen kızın yanıtı ise aynı tonda eleştirel oluyor. Riggan’a önemli olmadığını, artık zaten bir kariyere sahip olmadığını, o küçümsediği sosyal medyada, ikinci hayatta varolmadığını söylüyor. Birdman’in sinizme, eleştiriye savaşı sadece bununla da sınırlı kalmıyor. Tek bir yazısıyla Broadway’deki tiyatro dünyasına yön veren eleştirmene saldırıları da kızına söyledikleri ile aynı eksende oluyor. Eleştirmen ise kızının Riggan’a sosyal medya konusunda söylediği sözlerin benzerlerini tiyatro için kuruyor, kendi üslubuyla. Dünyası başına yıkılırken Riggan ve egosu komik, saçma görünüyor. Ve trajik.
Film modern zamanlara dair gözlerimini çekinmeden ortaya koyuyor. Birden fazla kez sosyal medyanın önemi üzerine nutuk dinliyoruz, önce sözle, sonra Riggan’ın sokakta yarı çıplak koşuşturduğu bir sahne ile. Youtube’da fenomen olmak, Twitter’da trending topiclere girmek artık çoğumuz için her şeyden önemli, evet. Yanında baştan itibaren karikatürize edilen eleştirmenin Broadway hakkındaki dersleri de eksilmiyor. Kendisinden ve çevredekilerden kalemi ile yeni sahnelenen bir eseri paramparça edebileceğini dinliyoruz, gerçek oyunculuğu ve sanatı öğreniyoruz.
Birdman, Inarritu’nun ilk filminden beri sinemasında yeri olan sosyal, politik arka planı burada karakterlerin nutukları arasına saklıyor. Televizyonda dönen süper kahraman filmleri, “Ona da mı kostüm giydirdiler?” denilen Hollywood yıldızları, eskisi kadar önemli olduğu düşünülen ama aslında bir kağıt parçasından ibaret olan New York Times. Çağ değişiyor ve Birdman bunu birkaç kez söylemek istiyor. Çağ değişiyor, evet çağ değişiyor, var mısın yok musun, ya da hiç var mıydın?
Bu noktada akıllara eski bir Gordon Lish tavsiyesi geliyor: “Yazarlık anlatarak değil, göstererek ama aynı zamanda her şeyi göstermeden yapılır.” Lish’in öğrencilerine benimsettiği anlayışın aksine Inarritu her şeyi göstermek, anlatmak, bu dünyanın nereye gittiğini sorgularken sürekli öne çıkmak istiyor. Bu yüzden kamerası bir saniye bile soluklanmıyor, bu yüzden senaryo yazım sürecinde yan karakterlerinin tek boyutlu olup olmamasıyla pek ilgilenmemiş gibi gözüküyor. Birdman de ana karakteri Riggan gibi süper kahraman filmleriyle kafayı bozan Hollywood’un içerisinde farklı bir şeyler yapmak isterken susmayı unutuyor. Ve bir yandan unutulmaz bir atmosfer kurmayı başarırken öte tarafta ilk provada Mike Shiner’ın Riggan Thomson’a söylediklerini unutuyor. Ne demişti Shiner? Hep aynı şeyleri söylemene gerek yok, bazen dört replik yerine bir replikle de istediğini anlatabilirsin.
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane