Kasım ayı NBA için sıradan olan gecelerin tarihidir. Normal sezon yeni başlamıştır, takımlar ilk büyük çıkışlarını ve ilk büyük düşüşlerini yaşar, maçlar başlamadan çok iyi olacağı düşünülen oyuncular ve ekiplerden bazılarının ayağı takılır, çok kötü yerlerde olacağı düşünülen bazıları da gerçekten çok kötü yerlerde olur. Beklenenle beklenmeyenin bir arada yürüdüğü gecelere her sene, bu zamanlarda, yenileri eklenir.
Bu yıl biraz daha farklıydı. 19 Kasım 2014’te eski bir yıldıza bir zamanlar oynadığı kulübün teşekkür edişini izledik. Vince Carter, 2014/2015 sezonu öncesi üç senelik anlaşma imzaladığı yeni takımı Memphis Grizzlies ile eskiden formasını terlettiği ve NBA’deki 20. yılını kutlayan Toronto Raptors’a misafir oldu. Kanadalılar, bu tarihi kilometre taşının onlar için taşıdığı önemin farkındaydı. Başarısızlıklarla dolu mazilerinin en büyük sayfaları bu adam tarafından yazılmıştı ve takımdan ayrılışından sonra Raptors’a her ziyaretinde yuhalanan Carter için bu sefer farklı bir şeyler yapmanın vaktiydi.
Ne yaptılar? Toronto Raptors’ın maçlarını oynadığı salonun açılışında forma giyen ve parkedeki ilk basketi atan Vince Carter için özel bir video hazırladılar. Salonda geçmişteki unutulmaz anları gösterdiler ve gözyaşları içinde bunları izleyen 36 yaşındaki sporcuyu alkışladılar. Bir zamanlar onu destekleyen ve şampiyon olacaklarına inanan, sonra bekledikleri kadar iyi bir takım olamadıkları için onu suçlayan, sonra başka yere transfer olduğu için onu yuhalayan taraftarların yüzde 90’ı ayaktaydı. Toronto Raptors, taraftarıyla, takımıyla, organizasyonuyla yepyeni bir yola girmişti ve onları basketbol haritasında ciddiye alınan bir takım hâline getiren Air Canada’ya hakkını teslim etmenin zamanı gelmişti.
Air Canada, bir zamanlar Vince Carter’ın lâkabıydı. 1995 yılında NBA’e katılan Toronto Raptors tarafından 1998 NBA Draftı’nda seçilmişti. Kanada basketbolunun bir şaka olduğu zamanlarda adını duyurmuştu. Saf yetenek anlamında sınırının olmadığı ilk bakışta anlaşılıyordu. Yelpazesi akıl almayacak derecede genişti, herkesten yukarı zıplıyordu, sahadaki duruşu çok estetikti, şutu vardı, tam sahada, yarı sahada, teke tekte, beşe beşte kendini gösterebiliyordu. Michael Jordan sonrası döneme hazırlanan NBA’in Kobe Bryant, Allen Iverson, Tim Duncan gibi isimlerle birlikte yeni yüzü olacaktı.
1990’lar NBA’in farklı bir viraja girdiği yıllardı. Michael Jordan önderliğinde Chicago Bulls altı şampiyonluk kazanmış, farklı kimlikleriyle öne çıkan Utah Jazz, Houston Rockets, New York Knicks, Seattle Supersonics gibi takımlar zirvenin etrafında, bazen de zirvede dolaşmışlardı. 1980’lerle birlikte zaten büyük bir değişim geçiren lig önce Larry Bird ve Magic Johnson’a sahip olmuş, bir dönemi Los Angeles Lakers-Boston Celtics rekabetiyle geçirmişti. Onların peşinden lige adım atan MJ, tek başına basketbolu değiştirmiş, yükselen pazarlama çağının ve medya ilgisinin ortasında NBA tarihinin en büyüğü olmuştu. Gidişiyle soru işaretleri de büyümüştü.
NBA yeni yıldızlar ve kimlikler bulmak zorundaydı. Dönemin gençlerinden Kobe Bryant, Michael Jordan’ın ruhani ve fiziksel devamlılığını sağlamak için oradaydı. Parkedeki duruşu, şut estetiği, son saniyelerde attığı unutulmaz basketler, aldığı yüzükler bu benzerliği her geçen gün şiddetlendirdi. Tim Duncan olağanüstü başarılı bir organizasyonun temel parçası olarak sıkıcılığı ve mükemmeliyetçiliği temsil ediyordu. Allen Iverson hip-hop kültürünün peygamberi olmuş, parkede ve dışarıda etkisi bambaşka bir figüre dönüşmüştü.
Vince Carter’ın rolü ise tartışmalıydı. Medya ilgisinin pek fazla olmadığı, draft zamanlarında seçilen oyuncuların gelmek istemediği Kanada’da forma giyiyordu. Çok sınırlı bir kitle dışında kimseye hitap etmiyorlardı. NBA League Pass o dönemler icat edilmemişti ve ulusal televizyon Toronto Raptors’ın maçlarını yayınlamıyordu. Bu yüzden Vinsanity farklı yoldan kendini gösterdi. Ligin gördüğü en büyük atletlerden biriydi, sıradışı smaçlar yapıyor, NBA’de gecenin en iyi hareketleri seçkisine farklı şekillerle giriyordu.
İnternetin etkisiyle NBA farklı bir yola girmiş, uluslarası anlamda en çok takip edilen Amerikan spor ligine dönüşmüştü. Google aracılığıyla ligin her zaman rakiplerinin bir adım önünde olan internet sitesiyle tanışan milyonlarca çocuk, video bölümüne tıklıyor, gecenin, haftanın, ayın, yılın en iyi hareketleriyle tanışıyordu. Kısacası, Vince Carter ile tanışıyordu. Uzun süreceğe benzeyen yükselişi başlamıştı. 2000 NBA Smaç Yarışması, Air Canada’yı evrensel bir ikon hâline getirdi. O gece yaptığı smaçlar belki de bugün dahi aşılamayan bir eşik olarak varlığını sürdürüyor. Sadece NBA değil, bütün dünya bu fenomeni yakından görmek için can atıyor, 2000 Olimpiyat Oyunları’nda bu şeye, şey olarak tanımlanabilir, şahit oluyordu. Pardon, Frederic Weis.
Yıldız isim post-Jordan döneminde kimliğini bulmuş gibi gözüküyordu ve belki de asla gerçek potansiyeline ulaşamamasına neden olan bu kimliği yanlış anlamasıydı. Ünü, oyununun atletizm dışındaki bölümünü gölgeliyor, gerçekten üzerine düşebileceği ve onu dünyanın en büyüğü yapabilecek yönlerini görmesine izin vermiyordu. En azından dışarıdan görünen buydu. Vince Carter’ın sadece muazzam smaçlar yapan bir skorerden ötesine sahip olduğuna inanan birçok yazar/yorumcu vardı. Onlardan biri, Kaan Kural, o dönem Vince Carter’ın saf yetenek olarak NBA’de gördüğü en özel isim olduğunu ifade etmişti ve bu görüşünde yalnız değildi. Peki potansiyelinin ne kadarına ulaşabilmişti?
2001, Allen Iverson gibi, Vince Carter’ın da yükselişi ve düşüşünü simgeliyordu. Toronto Raptors ile Philadelphia 76ers, Doğu Konferansı ikinci turunda karşı karşıya gelmiş, yedi maça giden unutulmaz bir seri oynamıştı. İki oyuncu da kariyerlerinin en tepesindeydi ve parkeye koydukları oyun bunun kanıtıydı. İlk altı maç Vinsanity ve AI’ın sıralı şovlarına sahne oldu. Raptors’ın kazandığı üç maçta Air Canada, rakip potaya sırasıyla 35, 50 ve 39 sayı bıraktı. Sixers’ın kazandığı karşılaşmalarda benzerini yapan Iverson’ın sayı karnesi de şöyleydi: 54, 30, 52. Yedinci maç, birçok yedinci maçta olduğu gibi, kötü basketbola ve büyük rekabete sahne olmuş, şut üstüne şut kaçıran iki yıldızdan gülen taraf Iverson olmuştu. Vince Carter’ın yedinci maç öncesi üniversitesi North Carolina’nın onun için düzenlediği törene gitmesi bugünlere dahi ulaşan bir tartışma konusu olmuştu.
Allen Iverson NBA Finali’ne yürürken Vince Carter eve gitmek zorunda kalmıştı. 2001 kısa süren basketbol geçmişi başarılardan uzak geçen organizasyon için umut ışığı olmuştu. Güzel günler kapıdaydı. Yani en azından öyle hissediyorlardı. Oysa göremedikleri şey yükselişin sonunda olduklarıydı. Daha fazla yükselemediğinde düşersin. Vince Carter gibi Toronto Raptors da yerçekiminin onlara oynayacağı kötü oyunu tahmin edememişti.
Öykünün sonrası, tıpkı öncesi gibi, bilindik. Arka arkaya başarısızlıklar, takıma ve yıldızına yoğunlaşan eleştiriler. Yetenekli olduğu ama kafasını basketbola tam olarak vermediği yönündeki söylentiler. Saha dışına kafasını fazla yorduğu ekseninde çıkan haberler. Sadece bunlar da değildi, 2003 NBA Draftı ile birlike basketbol farklı bir yere gelmiş, LeBron James önderliğindeki yeni jenerasyon lige gelmişti. Vince Carter eskisi gibi zıplayamıyor, Allen Iverson geçmişteki gibi oynayamıyor, zamana direnen Kobe Bryant, Tim Duncan, Dirk Nowitzki gibi isimlerin dışındakiler için düşüş başlıyordu. Jordan sonrası dönemin sancıları bitmişti, yeni yıldız sınıfı Vince Carter’ı sahnenin dışarısında bırakacak kadar kuvvetli ve çeşitliydi.
Yıldız isim için Toronto Raptors defteri 2004’te kapanmış, yeni durağı New Jersey Nets olmuştu. Hâlâ çok iyi bir oyuncuydu, sakatlıkları yüzünden iyiye iyiye performansının düştüğü Raptors’taki son zamanlarından sonra Nets’te kendini bulmuştu. Fakat bir daha asla eskisi kadar değerli bir isim olmadı. Takımı, taraftarları ve organizasyonu için tarihi öneme sahip bir adamdan, oradan oraya dolaşan bir yıldıza dönüşmüştü. En kötüsü de Toronto’da bir zamanlar sadece onu izlemek için bile maça gelen birçok taraftarın bir numaralı düşmanı hâline gelmişti. 2004’ten bu yıla kadar yaptığı her ziyarette, bir zamanlar açılış basketini attığı salonda çılgınca yuhalandı. Yeni kimliği eski taraftarları için basitti: Hain.
NBA’in önünde küçük ama önemli bir değişim daha vardı. Ligde 17. senesini yaşayan Vince Carter da bu önemli değişimin tanığı olacaktı. Modern istatistikler, Youtube çağında farklı bir yön çizmiş, gazeteciler arasında oyuncuların ne kadar zıpladığından, attığı sayılardan ya da yaptığı smaçlardan çok verimlilikleri konuşulmaya başlanmıştı. Vinsanity ve Air Canada da artık iki eski lakabından eser taşımıyordu. Yaşlanma ve başından geçen sakatlıklar ondan çok şey götürmüştü. Lâkin bu gerçekle kavga etmedi, nostaljinin bugününü gölgelemesine izin vermedi ve realite ile barıştı. Bir zamanlar olduğu oyuncu değildi artık, yakınından bile geçmiyordu, öyleyse bu değişime uyum sağlaması gerekiyordu. Şutu üzerine çalıştı, üçlük yüzdesini mükemmel seviyeye getirdi, şampiyonluğun yakınında olan takımlar için çok değerli olabilecek bir parçaya dönüştü.
Bu profesyonel sporların ve zamanın yıldızlara oynadığı klâsik oyunlardan biridir. Bir gün kalkarsınız ve artık eskisi gibi topa vuramadığınızı, koşamadığınızı, yüzemediğinizi, smaç yapamadığınızı anlarsınız. Aslında bu bir günde olmaz, çoğu zaman düşüşler yavaşça ve acı verici bir şekilde kendini hissettirir, zor olan kabullenmektir. Sadece sporda da değil, müzikte ve sinemada da bunu görürsünüz. Spot ışıkları altında olmaya alışanlar için bu düşüşü kabullenmek zordur. Bir noktadan sonra yıldızların kendilerinin parodilerine dönüşmesinin sebebi budur.
Vince Carter ilk önce Dallas Mavericks’le bu rolü benimsedi. 2011 NBA Şampiyonluğu sonrası düşüşe geçen takımın yeniden canlanma çabalarının önemli yüzlerinden biriydi. Çoğu zaman kenardan geliyor ve tecrübesiyle takıma katkı veriyordu. Üçlük yüzdesi ve akıllı oyunu eski günlerinin kıyısında dolaşan bu takım için hayatı önem taşıyordu. 2014 NBA Play-offları rolünü cümle aleme bir kez daha ispat etmesine neden oldu. Finalde Miami Heat’i parçalayan ve Florida’daki LeBron devrini noktalayan San Antonio Spurs’ü çok daha önce, Batı Konferansı ilk turunda yenmeye yaklaşan takımın parçasıydı. Üçüncü maçta attığı son saniye basketi NBA kariyerindeki yeni ve son perdesinin jeneriğiydi. Belki 2000 Smaç Yarışması, Allen Iverson ile düellosu ya da Frederic Weis’in üzerinden uçtuğu an gibi görkemli bir şey yapmamıştı ama bu muhteşem son saniye basketi ile sporun nasıl bir çembere benzediğini hatırlatmıştı. Aslında yükseliş, düşüş, dibe vuruş olarak görüğün şey bir çemberdir ve başladığın yere dönersin. Çoğu zaman. Bir çaylak olarak geldiğin ve pas almak için köşede sabit beklediğin ana 17 sene sonra yeniden döner, bir kez daha orada o pası almak için bekler durursun.
Dallas Mavericks’ten sonra yeni durak Memphis Grizzlies oldu. Vince son birkaç yıldır şampiyonluk yüzüğünün etrafında dolaşan ve hep bir yerde, yedinci maçlarda takılan bu takıma yardım etmeye geldi. Kasım 2014, büyük dönüşümleri barındıran bu kariyeri onurlandırmak için doğru zamandı. Toronto Raptors, Doğu Konferansı’nın en tehlikeli takımlarından birine dönüştüğü bugünlerde 20 yıllık basketbol mazisinin merkezine yerleşen adamı onurlandırdı. Eski defterleri kapattığını, geçmişe takılıp kalmaktan kurtulduğunu gösterdi. Basketbol anlamında da, pazarlama anlamında da Raptors bir gerçeği 20. senesinde keşfetti: NBA’de devamlılık esastır. Oysa Vince Carter şimdiyi ve geleceği çok önceden görmüştü. Bu yüzden kritik bir play-off karşılaşmasının son maçında, takımdaki herkesin elleri titrerken köşede üçlük için pozisyon almış, NBA’deki üçüncü ve son perdesini bitirmek için bekliyor olacak. “Son” yazısı ekranda görünmeden, belki de basketbol kariyerindeki son jeneriği süslemek için ayaklarını kuracak.
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane