Hâl ve gidiş sıfır. Avrupa ülkelerinin 21. yüzyıldaki durumunu sorgulayan yazarların çoğunun vardığı kanı aynı. Bir kaygı çağındayız, 11 Eylül’den sonra dünyaya hakim olan güvencesizlik hissi Eski Kıta’nın da omuzlarından ayrılmıyor. Ekonomik kriz ile kültürel çöküş yan yana ilerlerken hoşgörüsüzlük ve ırkçılık da oy pusulalarındaki yerini sağlamlaştırıyor. Bu duruma çareler sunmaya çalışan tarihçi Tony Judt’un ölmeden önce kaleme aldığı kitaplardan birinin ismini “Kötülük Kol Gezerken”1 koyması tesadüf değil. Kötülük kol geziyor, sıkıcı Dünya Kupası finalleri ve hayâl kırıklığı yaratan ülkelerle birlikte. 2010 Dünya Kupası’nı hatırlayın, ne dediğimi anlayacaksınız.
Ünlü gazeteci Simon Kuper, Hollanda ile İspanya arasında oynanan o finalin politik temellerine inen ilk isimler arasındaydı. Zamanımızın meşhur dergisi The Blizzard’ın ilk sayısı vesilesiyle kaleme aldığı yazıda Avrupa’nın 70’lerden bugüne geçirdiği evrimi sorguluyor, bunu özellikle Hollanda üzerinden yapıyordu. Bir zamanların rehber ülkesi nasıl sağın yükseldiği, ırkçılığın tavan yaptığı bir memlekete dönüşmüştü? Ve Total Futbol’un doğduğu yer nasıl bu kadar kişiliksiz, savunma ağırlıklı, rakip takıma tekme tokat giren bir sisteme mahkum olmuştu? Gözlerine inanamadığı o Dünya Kupası bütün bu soruları sordurmuştu.
Hollanda futbol tarihini dört parçaya ayıran Kuper, 1972’ye kadar yaptıklarını tek cümleyle geçmişti. Sözünü bile etmeye değmez. Hemen arkasından gelen 1972 ile 2001 arası ülke futbolunun altın çağlarıydı, doğru bildiniz, total futbol. 2002 Dünya Kupası biletinin alınamadığı 1 Eylül 2001 gecesi bu dönemin sonuydu. Guus Hiddink önderliğinde üçüncü bölüm başlamış, hücumun yanında savunmanın kilit öneme sahip olduğu, kazanılan toplar üzerine yapılan konuşmaların arttığı bu dönem Euro 2008 ile son bulmuştu. Peşinden dördüncü parça geldi: 2010 Dünya Kupası. Kimilerine göre büyük başarı, kimilerine göre unutulması gereken bir turnuva.
O turnuvada Bert van Marwijk liderliğinde sürpriz bir şekilde finale yürüyen Hollanda, İspanya karşısında oynadığı oyunla ülkesinde birçok futbol adamını utandırmıştı. Kuper o utananlardan biriydi, Hiddink de. Yazarlar, futbol eskileri, Total Futbol aşıkları. Liste uzayıp gidiyordu. Hollanda Milli Takımı ülkeye dönüşte krallar gibi karşılansa da birçoklarının buruk duyguları varlığını sürdürmüştü. Kaybetmeleri değildi mesele, buna alışmışlardı. Oynadıkları oyundu sorun. “Böyle devam edemeyiz” demişti Tony Judt, Avrupa’nın hâl ve gidişine bakarken. Yeni yollar, yeni çareler her zaman var. Size tek reçete sunanlara inanmayın.
Hollanda için de aynısı geçerliydi. Böyle devam etmediler. Louis Van Gaal’ın başında olduğu yeni bir takım çıktı ortaya. Brezilya’daki turnuvada eski yüzlerin ağırlıklı olduğu bir kadro olacak, yeni bir sistemle. Başka soru işaretlerini ortaya çıkaran 5-3-2 de kupanın tartışılan dizilişi hâline gelecek. Turnuvaya denemeyle başlayacak olan Portakallar ilk maçında İspanya karşısına çıkacak.
Herkesin kafasında bir soru var: Hangi Hollanda? Rakibe tekme tokat dalarak kaybeden mi yoksa güzel top oynayarak kaybeden mi? Ya da belki bir yerde, her şeyin ayarında gittiği bir yerde, 1988 Avrupa Şampiyonu olan takım mı çıkacak birden? Bir soru daha peşinden gelecek: Hangi İspanya? Sürekli kazanan, Euro 2008 arkası 2010 Dünya Kupası’nı kazanan, sonra 2012’de bir daha Avrupa Şampiyonu olan İspanya mı? Yoksa… Yok, başka ihtimal yok. Kaybeden İspanya’yı hatırlamıyorum. Hatırlasam bile eziliyor hafızamda o zamanlar. Kazandıkları görüntüler çıkıyor öne, bak işte Iniesta şurada koşuyor, kupayı kazandıran golün kutlaması bu.
Hikâye anlatma sanatını iyi yapan şeylerden biri de kazananların bir noktadan sonra kaybetmesidir. Bu çizgi hep aynı sürmez, bir yerde kaybetmeniz gerekiyor. Dünya Kupası’nda gözler bu yüzden daha fazla İspanya’da olacak. Zira kaybetmeleri gerekiyor. Klâsik hikâyedir: Merdivenleri çıkar, zirveye ulaşırsınız, sonra yavaş yavaş düşüş başlar. Tarih, merdivene çıkanlarla, düşenlerin anılarıyla dolu. Bu ikisi genelde aynı anının sahibi. İspanyollar da bir gün bunu yaşayacak. Belki bu sefer, belki bir sonraki turnuvada. Yaşamaları gerekiyor, sürekli kazanamazlar.
Her şey bir yana Barcelona ile birlikte dünya futbolunun zirvesine kurulan İspanya’nın oyunun modasının geçtiğini düşünmek için erken değil mi? Heyecanlanıp birden bu kolaycılığa kaçıyoruz. Evet, merkezdeki Xavi yaşlandı lâkin bitmedi. Evet, hücumları eskisi kadar kuvvetli değil ama orta sahadaki yaratıcılıkları bir yere gitmedi. Pas yapacak, baş döndürecek, şansın onlara bir kapı daha açmasını bekleyecekler. Bir şampiyonun yüreğini hafife almadığınızı biliyorum. Sadece, İspanya’nın bir şampiyondan da öte olduğunu unutmayın. Gelmiş geçmiş en başarılı milli takımlardan biri bu, karşımızdaki.
Bu gruba neden ölüm grubu deniyor? Tamam birkaç büyük takımın yan yana geldiği her gruba ölüm grubu deniyor. Tamam, bu turnuvada yaklaşık üç tane ölüm grubu var. Ölüm grupları. Lâkin B’yi böyle yapan şey sadece İspanya ve Hollanda değil. Onların son Dünya Kupası finalisti olmaları, gruptaki açılış maçında karşılaşacak olmaları elbette mühim fakat bir şey de unutulmamalı. Bu grupta Şili de var ve kolay pes edecek gibi durmuyorlar.
Marcelo Bielsa’nın ünlü ettiği koltuğu dolduran Jorge Sampaoli liderliğinde Brezilya’ya gelen Şili, turnuvanın en merakla beklenen takımlarından biri. İspanya ile Hollanda arasında geçeceği düşünülen mücadeleye Şili’yi de yazanlar var, hatta kimileri bu gruptan çıkacaklarını da tahmin ediyor. Felsefelerini yazmaya gerek var mı? Tek kelimeyle, atak. Teknik direktör Jorge Sampaoli de heyecanlarını ve iddialarını gizlemiyor, bu kadroyla büyük başarıların kapıda olduğunu ifade ediyor. Savunduklarından daha çok saldıracaklar. O savunanlar bir noktada kaderlerini belirleyecek.
Başka? Avustralya’dan söz etmeye gerek var mı? Bu tip turnuvalarda hiçbir takımı küçümsememek gerekir lâkin Kangurular için iyimser tahminlerde bulunmak da çok zor. Üçüncü kez arka arkaya Dünya Kupası’nda olacaklar ancak Guus Hiddink yönetiminde son 16’ya yükselen, İtalya’ya uzatma dakikalarında mağlup olan jenerasyonun çoğu ismi gitti, bir değişim sürecinden geçiyorlar. Ve değişimler her zaman sancılı olmuştur.
Bir eşikte B Grubu. Tıpkı Avrupa gibi. Tıpkı grubun iki favorisi İspanya ve Hollanda gibi. Son şampiyona çelme takan çıkacak mı? Hollanda hangi yüzüyle karşımızda olacak? Peki ya Şili? Hayat böyle sorular sorarak geçiyor. Bekliyoruz, bir eşikte. Tek dileğimiz, bıraktığımız yerde olmayalım. Hayır, 2010 Dünya Kupası finaline dönemeyiz. Ne olduğu önemli değil, o günden bu yana bir şeyler değişmiş olmalı. Bir tekme az, bir pas fazla.
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane