– N’apıyoruz?
– Al abi komple.
– Nasıl?
– Kazı.
– Annenlerin haberi var mı?
– V-v.
…
İlk kahraman topçum Juan Sebastian Veron oldu. Nasıl ve niye bilmem, Hagi’den sonra ilk ona hayran oldum. İlk yabancı takım formam Veron’un Lazio formasıdır zaten.
9-10 yaşlarındayken, 2002 Dünya Kupası öncesinde herkes Clint Mathis yahut Ümit Davala saçı yaparken bir gün mahalle berberi Serhat abiye gidip yukarıdaki diyaloğu yaşamıştım. Favorilerim uzun kalsa farkına varıp Serhat abiye çemkiren annem kafamı Veron gibi kazıtmaya karar verdiğimi ve Serhat abinin beni dinleyip saçımı öyle kestiğini öğrense mahallenin ortasında götünü keserdi berberimizin büyük ihtimal…
“Çocukluk zamanlarım hayatımın en güzel zamanlarıydı. Şimdi çalışmak zorundayım ve bir dolu diğer saçma sapan şey” der dünyanın en meymenetsiz adamı Karl Pilkington. Ben de aynı fikirdeyim. Çocukken saçınızın kesimine bile ananız babanız karar verirdi, kafa yormanıza gerek yoktu. İlkokul üçten lise üçe kadar saçı aynı kalan nice arkadaşım oldu benim sırf ana-babası öyle istiyor diye. Ben hep aynı değildim, o açıdan biraz şanslıydım. Yıllarca anneannemin “yanlardan aldır, üstler kalsın, arkası toplu olsun ama” şeklindeki telkininin ne olduğunu çözmeye çalışıp çözemeyişim belki de yararıma oldu. Yeri geldi diktim saçları, yeri geldi üçe vurdum.
Boyuna babamla gidiyoruz Serhat abiye o zaman. Benim saçı “şöyle bir alıyor” berber abim. Sonra koltuğa babam geçiyor… Serhat abi babamın kafasındaki kel olmayan yerleri kısaltıyor, elmacık kemiklerine ağda falan yapıyor, kulak kıllarını ateşliyor, burun kıllarını alıyor, masaj yapıyor… Ulan diyorum, adam olmak böyle bir şey herhalde kenarda beklediğim yerde. Çünkü bildiğim kadarıyla akranım herkesi sadece traş ediyor Serhat abi. En fazla 15 dakika. Babam oturunca en az bir saat sürüyor kemiksiz. Sıra beklerken denk geldiğim tüm büyük adamlaraysa babama uyguladığı tarifede…
“Çay söyleyeyim mi abime” diyor babam koltuğa oturduğunda Serhat abi. Ben arada, o da anca keyifli olduğunda “kola içer misin” duyuyorum ağzından. Hayır, muamele farkı niye? Aldığın para aynı adamın parası. Bana “n’apıyoruz” diyor Serhat abi, babam ve yaşıtlarıyla anca telepatiyle anlaşıyor kesim konusunda, daimi hemfikir. Traş makinesinin sesi kesildiğinde dünyanın en boğucu örtüsü kalkıyor benim üzerimden, para bekleniyor, babamınsa yüzü yıkanıp kremleniyor, onun keyfi yeni başlıyor…
Berberlik başka bir şey burada. Eşiyle kavga edeni berber bilir, işleri iyi gitmeyeni berber bilir, çocuğunun zayıfı vardır, ilk berber bilir… Türklerin devlet kurumunda hangi safhada berberliğe bu kadar önem verildi bilmiyorum ama, değdirmesi muhabbet konusu olan tek berber Türkiye’de var.
Dedim ya, 2002’de kapıyı vurup girdim Serhat abinin dükkanına. Lan dedim (dememiş olmam yüksek ihtimal), sıra yoksa ben geçiyorum… Geçtim. Veron olacağım, saçı kazıtacağım da dedim. Annemin haberi var diye yalan da söyledim. Oturdum. Saçlar gitti. Babamın çenesine sürdüğü köpükten kafama sürüldü, kel oldum. “Bu kimin forması” dedi, “Veron abi” dedim. “Ne topçu o da be” dedi… “Tabii abi” dedim, “adam Manchester’da oynuyor, en iyi orta saha, çok iyi topçu…”
2006 kışında pek iyi değildi Serhat abinin işleri, gözükmez oldu. Bütün kış görmedik hatta mahallede. Kapattı dediler, MOS’ta işe girmiş dediler, gelmeyecek dediler. Veron da Chelsea’deydi hem, oynatmıyorlardı. Lazio zamanından eser yoktu, kütüğe dönmüştü oynamaya oynamaya. Babam başka berber bulmuştu zaten. Devasa bir bölüm kapanmıştı belki de günün birinde yazacağım otobiyografimde. Ama 2006 yazının bir sabahı ekmek almaya giderken gördüm, açıktı Serhat abinin dükkanı. Kahvaltı edip indim aşağı. Çocukluğum biteyazıyordu o zaman ama bitmemesine uğraşıyordum. Alman traşı yaptırdım. Adettendi hem, Dünya Kupası zamanıydı. “Senin Juan’ı da kadroya almamışlar” dedi. Sanki babammışım gibi başka şeylerden konu açmıştı benimle. Veron top oynamıyordu belki ama bir boka yaramıştı.
Kaç yıl oldu saçımı kendim kesiyorum. Berbere para gitmesin diye değil, istediğimi anca ben yapabiliyorum diye. Berber masajı da göremedim hiç, elmacık kemiklere sıcak ağda da sürülmedi… Futbol çekilmez hale geldi. Kaç yıl oldu futbolu sevmeye devam etmeye uğraşıyorum kendimi Telegol ve türevinden sıyıra sıyıra. Geyiğiyle eğlenmediğimden değil, çocukluğumda sevdiğim futbol bu değil diye.
En son 2010 Dünya Kupası’nda gitmişim Serhat abiye. Çıkartma kitabı almış, bir şeyler yapıştırıyordu. Ben kapıdan girdiğimde “aha” dedi, “Jabulani çıktı”. Yine kafayı kazıttım. “Senin Juan gene yok lan kadroda” dedi o gün. Dedim “ulan Estudiantes’ten kim adam alır Dünya Kupası kadrosuna”. Galiba ilk defa ulan deyip koşarak kaçma ihtiyacı hissetmemiştim Serhat abiye karşı. Veron gene bir işe yaramıştı.
2014’ün kurası çekildi. Aklıma geldi, yarın Serhat abiye gidiyorum. En kötü hatrını sorarım. Çıktığında da, işte ilkbahar gibi, çıkartma kitabını götürürüm. Adettendir, kaç zaman oldu… Veron konuşacağım kaç kişi var zaten?
PS: Bu bir 2014 Dünya Kupası yazısı değildir. Zaten fark etmişsinizdir.
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane