Skip to content

Şafak 6: Özledim Teninin Kokusunu

Detroit, uzun yıllar sonra nihayet 2013 yazında tekrardan anlaşılır hamleler yapmaya başladı...

Şu an NBA’de sevmediğim takım yok denecek kadar az. Fazla güçlü olduğu için Miami, sahip olduğu şöhret sayesinde adil NBA düzenini mütemadiyen bozan Lakers ve geçmişten beri bir şekilde sempati duyduğum takımların yoluna taş koyan Spurs. Hepsi bu.1 Bu üçü dışında hiçbir takıma karşı ön yargım yoktur. O sezonki kadrolarına göre yakından takip edebilir, ya da uzak durabilirim, ama objektif değerlendirebilecek düşünce yapısına sahip olmuşumdur hep. Bunları neden mi anlatıyorum? 2000’li yılların başlarında sevmediğim bir takım daha vardı. Adı Detroit Pistons’tı. Hala da öyle. Tabi takımın ismi aynı olmasına karşın o yıllardaki havasından eser yok şu anda. 80’lerin sonundan itibaren yerleşen bad boys anlayışından çok uzaklarda dolaşıyor Detroit yaklaşık bir beş senedir.

Meşhur 2004 şampiyonluğu sonrası elektrik almaya başladım Detroit’ten –ki normalde nötr olduğum bir takımın başarılı olması ters etki yaratır bende. Elektriğin sebebi şampiyonluk değildi tabi ki. Tüm zamanların en şöhretli kadrolarından birine sahip Lakers’ı darma duman etmeleri de değildi. Takımın oyuncuları arasındaki sinerjiyi hissetmeye başlamıştım. Billups, Hamilton, Prince, Wallace ve Wallace’ın aralarındaki iletişimi, birbirlerinin arkasında nasıl sağlam durduklarını fark etmeye başladım. Hakikaten ikinci bad boys dönemiydi o yıllar ve belki birinci bad boys döneminden bile daha iyi bir takım olmuşlardı.

Hücumda sıfır egoyla oynayan adamların, iş savunmaya gelince “en iyi benim” kafasına girmeleri müthiş bir şeydi. Örneğini çok nadir görebileceğimiz türden bir beşliydi. İster istemez sempati başladı bende. Larry Brown dışında ters gelen bir şey kalmamıştı o yıllarda Detroit hakkında. Artık sezon başlarına nötr hatta belli oranda pozitif başlıyordum sempati düzeyi olarak. Bu durum birkaç sene devam ettikten sonra, Detroit’in kadroyu dağıtması ve abuk oyuncularla yoluna devam etmeye başlamasından anlamını yitirdi ve bırakın pozitifi negatifi, doğru düzgün takip bile etmez oldum. NBA için de önemini bir anda yitirdi, kimsenin umursamadığı, League Pass’ten lütfedip maçını bile açmadığı bir takım oldu bir zamanların anlı şanlı Pistons’ı.

Uzun yıllar sonra nihayet 2013 yazında tekrardan anlaşılır hamleler yapmaya başladılar. Bu seneki takım belki Bad Boys II gibi kenetlenemeyecek, onların yaptığı savunmanın onda birini bile yapamayacak, ancak kesin olan bir şey var ki Detroit bu seneyle birlikte tekrardan kayda değer bir takım olma yoluna girdi. Nerelerinin kayda değer olduğunu konuşmaya başlamadan önce biraz daha geçmişi yad edelim istiyorum.

pistons

2004 şampiyonluğundan sonra Pistons’a eskisi kadar uyuz olmuyordum belki ama hala pis oynadıkları düşünüyordum. Bireysel olarak Rasheed ve Billups dışında sevdiğim oyuncu yoktu takımda. Tam da o sırada meşhur Indiana kavgası gerçekleşti. Indiana’lı oyunculara verilen cezaların aşırı ağır olması sebebiyle de o dönem Indiana tarafında yer aldım.2 batug.com’un formda olduğu yıllardı. Forumu da formdaydı dolayısıyla. Konuyla alakalı belki hiçbir konuda olmadığı kadar tartışılmıştır. Site ahalisinin kendine has karakterlerinden Piston yazarı Gökhan “Jah” Özşahin’i kızdırma amaçlı yaptığımız 1 nisan şakasından forum bile kapanmıştı.3 Kavga kasım ayında gerçekleşti ama etkileri uzun süre devam etti anlayacağınız. Pistons çok popüler takımdı o zamanlar.

Gariptir, o sezonun sonunda kendimi Kemer’de, İsveç’li bir elemanla, sabahın 6’sında Robert Horry’i bomboş bırakan Rasheed’e küfrederken buldum. Seri boyu Detroit’i tutmuştum, ömrümde ilk kez. Lakers serisinde böyle bir şey yaşamamıştım. İsveç’li çocuk da anlattığına göre İsveç birinci liginde basketbol oynuyordu. Boyu benden az uzundu ve 3 numara oynadığını söylemişti. Ertesi gün top sektirişini gördüm ve “teketekte alırım bu herifi” diye düşünmeye başladım. O gün bugündür “biraz kassam İsveç’te, Norveç’te oynarım” düşünceleri dolanır aklımda.4

Ben Wallace’ın gidişiyle başlayan gerileme dönemi geldi sonrasında. Takım konferans finali oynamaya devam ediyordu ama yeni katılan Chris Webber de kariyerinin son dönemindeydi. Şampiyonluk hissi vermiyorlardı artık ve Lebron günün birinde “ben tek siz hepiniz” deyip Pistons efsanesini sobada pişirdi. Ertesi yıl son bir kez daha denediler, olmadı tabi. Bayrağı Celtics’e devretme zamanı gelmişti. Şampiyonluk bayrağı değil bu, yanlış anlamayın. Takım ruhu bayrağı, birbirinden güç alma bayrağı.

2008’den sonra kadro dağılmaya, takım da önemini yitirmeye başladı. Öyle hızlı bir gerilemeydi ki bu, 2012’ye geldiğimizde Doğu konferansını sayarken aklıma gelen son takım olmaya başladılar. “Merkez grubunda bir takım daha vardı, ama kimdi ya?” Joe Dumars sıçtı sıvadı, yaşlı dede öldü ve takımın satılması gündeme geldi. O gündem sırasında zaman da kaybettiler biraz. Ne bir oyun karakterleri kaldı, ne ilgi çekici bir oyuncuları. Detroit maçı izlemek için tek sebep Greg Monroe kalmıştı. Sahada ne yaptığını biliyor görünen başka bir oyuncu göremedik bir süre.

Andre Drummond seçmeselerdi, geçen sene de kimsenin umrunda olmayacaklardı. Ama twitter’da hiç durmayan fısıltılar bu adamı izlemek gerektiğine işaret ediyordu. İkinci ilgi çekici oyuncuyu da bulmuşlardı.

2013 yazında ise işleri değiştirmeye daha kararlı bir yönetim duruşu sergiledi Pistons. Enteresan hamleler yaptılar. League Pass’ten izlenme oranında belki geçen sezona göre en büyük ilerlemeyi gösteren takım olacaklar. Yıllar sonra ilk kez merak etmiyor muyuz Detroit’i? Kağıt üstünde fena görünmeyen, heyecan verici olduğu şüphe götürmeyen bu kadronun Doğu’da üst sıraları zorlama şansı var mıdır? Bu sene için yok gibi görünse de, altıncılık şansları yüksek. Olası bir New York tökezlemesinde beşincilik, üzerine bir de Brooklyn tökezlerse dördüncülük şansları var. İlerleyen yıllarda tökezleme beklemeden bu takımların arasına sızmaları mümkün.

Tabi her şey yolunda giderse.

Josh Smith konusunda endişe duymuyorum. Maksimum kontrat seviyesindeki bir oyuncuyu biraz daha azına kapattılar. Joe Dumars’ın geçtiğimiz yıllarda verdiği büyük kontratları düşününce mucizevi bir hamle.5 Nedense pek fazla talep görmedi yazın. Ben daha çok sallamasını beklerdim ortalığı dedikodularla. İnsanların fazla takıldığı tek bir olumsuz tarafı yüzünden kötü bir şöhrete sahip olduğunu biliyorum da, bunun genel menajerleri de etkileyeceğini düşünmezdim. Adam bariz yetenekli, bariz iyi oyuncu. Kötü bir karakter de değil, bencil değil, önemli olduğunu hissettirirsen mücadelesini de ardına koymaz. Şut seçimleri sıkıntılı, evet. Dış şutu vasat olmasına rağmen atmaktan ve kaçırmaktan çekinmiyor. Ama bunu aşırı derecede yapıyor dersek abartmış oluruz. Takımı baltaladığını düşünmedim hiçbir zaman. Kaçırdığı şutları telafi ediyor çoğu zaman.

Hiç atmasa, hep içerden oynasa güzel olur tabi ki. Ama adamın oyununda bu da var ve oyununa belli kısıtlar getirince daha iyi olabilecek bir oyun karakterine de sahip değil. Göz yumulması gerektiğini düşünüyorum şutlarına.

Brandon Jennings hakkında ise ciddi şüphelerim var. Olur olmadık salladığı üçlükler Mo Cheeks’in ömründen çalacaktır. Josh Smith’in de bu konuda yardımcı olmayacağı düşünülürse Cheeks’e uzun ömürler dileyelim lütfen.

Jennings kadar yetenekli bir oyuncu olmasa da Knight’ı tutsalardı daha iyiydi sanki. Dumars’ın hamlesini anlayabiliyorum, şehre heyecan getirme, biraz daha seyirci çekmenin önemini küçümsemiyorum, ancak Jennings’in iyi yaptığı şeylerin bir kısmını yapabilen ve kötü gününde takıma az zarar veren gelişime açık bir point guard’ı bırakmazdım ben olsam. Hakikaten takıma seviye atlatacak bir adam bulana kadar beklerdim.

billups-cheeks-jennings

Basketbol anlamında verecek pek bir şeyi kalmasa da, şampiyon takımın ana arterlerinden Billups’ı mentörlük etsin diye getirmeleri , Jennings hamlesini biraz daha mantıklı kılıyor aslında. Koç olarak zamanın baba point guard’larından birini getirmeleri de aynı şekilde. Hatta Cheeks, geçmiş birkaç yılı Westbrook’la uğraşarak geçirdiği için, Jennings gibi dizginlemesi zor point guard’lara nasıl yaklaşılması gerektiği konusunda tecrübeli kabul edilebilir.

Tutturdu mu maç alabilecek Stuckey, Villanueva gibi skorerler var daha bençte. Ama sorun da burada işte. Kadroda çok fazla tutturdu mu maç alacak oyuncu var. Hepsi birden tutturamayacak elbet. Bençtekiler zaten tutturamamalarıyla meşhur. Jennings yarı yarıya desek, Josh Smith kalıyor güvenilecek. Ona da ne kadar güvenilirse.

Ben güveniyorum Smith’e, ama farklı bir sorun var burada. Smith-Monroe-Drummond ön alanı oldukça iyi görünse de,6 pek de birbirlerini tamamlayacak adamlar değiller. Josh 4 numarada daha etkili oluyor bir kere. Şu ana kadar sahada gösterdiklerinden çoğumuzun çıkarımı bu yöndedir herhalde. Üçünden birden aynı anda verim alabilmek için teknik ekip gecesini gündüzüne takıp çalışsa bile bu kombinasyonun uzun vadede başarıya ulaşma ihtimalinin düşük olduğuna işaret ediyor tüm veriler.

Dumars’ın burada yapması gereken, bir zamanlar taşaklı bir GM olduğunu hatırlayarak, kadrodaki bu dengesizliği düzeltmek olmalıdır. Umut vadeden bu takım, vaadlerin ötesine geçmek istiyorsa eğer, Greg Monroe’yu bozdurmanın bir yolunu bulmak zorunda. Zorunda demeyelim de, sınıf atlamanın görünürdeki en kısa yolu bu tarz bir takastan geçiyor. 17 milyon değerinde iki tane biten kontratla birlikte Monroe gibi birçok takımın isteyeceği bir adamı takas etmek çok da zor olmasa gerek. Monroe’nun günahı ne demeyin, çünkü tavanı yükseklerde olan Drummond’u masaya bile koymayacaklardır. Nitekim yanlış hatırlamıyorsam geçen sezon Boston’la Rajon Rondo için bir takas ihtimali belirmişti, ancak Boston Monroe yerine Drummond isteyince Detroit yanaşmamıştı.

Bill Simmons’ın önerdiği Eric Gordon ve Ryan Anderson’lı takas hiç fena değil.7 Jennings-Gordon-Smith-Anderson-Drummond maç sonlarında bile rahatlıkla oynatabileceğin, şimdi sahip olduğundan çok daha dengeli bir beş. Eminim biraz daha kafa yorulsa, daha iyi senaryolar da çıkabilir.

Yapmaması gereken ise mevcut takımı olduğundan daha iyi zannedip, bu çekirdekle devam etmek. Amaç her sene alt sıralardan play-off’a kalıp ilk turda elenmek değilse tabi.

Detroit taraftarı sabırsızdır, eminim şu an sıkılmışlardır paspas olmaktan. Ben de sıkıldım inanın. Sıkılmak demeyelim, özlemek diyelim ya da. Detroit’in tekrar üstlerde yer almasını, kaybettikleri antipatimi geri kazanmalarını istiyorum. Detroit’le dalga geçmeyi, taraftarını kızdırmayı, içten içe de sahip oldukları kendine has tarzlarına hayranlık duymayı özledim. Daha yapılacak çok iş var elbet, bu takımın geleceğinde yeri olmayan birçok oyuncu sayabiliriz bir çırpıda. Lakin iyi yoldalar. Ringu’daki kız kadar hızlı olmasa da kuyudan çıkıyorlar.

Ya da ben çok iyimserim, bilemiyorum.

  1. “İlk ikisi tamam da, bu kadar güzel basketbol oynayan Spurs’e ne garezin var?” diyenler için ufak bir açıklama yapayım. Popovich sayesinde Spurs yıllardır hep set disiplinine sahip bir takım olmuştur. Önceden dizayn edilmiş hücumları oynarlar, bunu mükemmele yakın uygularlar belki, ama ben basketbolu daha özgür, daha tahmin edilemez oynayan takımları izlemekten hoşlanıyorum. Çocukluk travması herhalde. Bunun üzerine zaten üst seviye bir takımken David Robinson’ın sakatlığı üzerine tanking yaparak Tim Duncan’ı yakalamalarını ekleyin, Bruce Bowen’ın pisliklerini ekleyin, garip cezalarla geçtikleri Phoenix serisini ekleyin. Biraz daha şekilleniyor sanırım. []
  2. Bunda çocukluğumdaki Reggie Miller hastalığının payı da var elbet. []
  3. Bütün gece forumda alakasız yerlere Detroit’le kafa bulan topic’ler açmıştık. Mevzu büyümüştü. Güzel günlerdi. []
  4. Sedat Koç ile bu konuyu çokça görüşmüşüzdür. []
  5. Kendisi düzenli olarak neredeyse her yıl fantezi takımlarımda yer aldığı için olduğundan daha iyi görünüyor olabilir gözüme. Düşük faul yüzdesi ve top kayıpları yüzünden rating’lerde çok yukarılarda olmasa da çok baba bir fantezi oyuncusudur. Blokları uçurur, top çalmaları kaçırır, sayı, ribaund derken asistleri de üzerine kar kalır. []
  6. Fantezi açısından bakarsak ligin en iyisi olabilir. []
  7. Gordon ve Anderson’a karşı Monroe ve biten kontrat. []