Futbol sezonu yavaş yavaş başlıyor. Avrupa kupalarında ön elemeler oynanıyor. Normalde pek de izlenmeyen liglerin takımları bu sayede biraz göz önüne geliyor. Şampiyonlar Ligi hayalleri erken biten “Enerji İçeceği Markası Salzburg” da bu takımlardan birisi. İsminde geçen “Salzburg”dan dolayı Avusturya’nın 150 bin nüfuslu, mütevazı şehrinin takımı gibi gözükse de isminde bulunan içecek markası futbolun gittiği noktayla ilgili çok şey anlatıyor.1
Salzburg şehrinin asıl futbol takımı 1933 yılında mor-beyaz renklerle SV Austria Salzburg adıyla kuruluyor. Bu kuruluşun arkasında muhtemelen şehrin insanlarının anlatacağı birçok hikaye var. Fakat 2005 yılında kulübün tarihi, taraftarı, geçmişten gelen ne kadar değeri varsa hiçe sayılıp, takım bir şirkete satılıyor. İnsanları kanatlandıracağını söyleyen bu şirket, ilk iş olarak kulübün ismine kendi ismini ekliyor, renklerini de kendi logosunun renklerine döndürüyor. Böylece “Enerji İçeceği Markası Salzburg” bambaşka bir isim ve renkle ortaya çıkıyor. Gerçekten aşık oldukları renkleri kaybeden, yıllardır takımını destekleyen taraftarlar, sevdikleri takımın bir daha geri gelmeyeceğini anlıyorlar ve 2005 yılında SC Austria Salzburg adında, mor-beyaz renklerle “yeni” bir takım kuruyorlar. Yeni takım, macerasına 2006’da yedinci ligde başlıyor ve 2010’da üçüncü lige kadar çıkıyor. Hala da bu ligde oynuyorlar. Birinci lige uzun bir yolları var ama mutlular. Maçlarda, satılan içeceklerden güvenliğe kadar her şeyi taraftarlar organize ediyor, kulüple ilgili kararları da yine taraftarlar alıyor. Birinci lige gelip bir şampiyonluk yaşarlarsa şirketlerden kendilerini kurtaramama ihtimalleri yine var. Fakat şu anda “Sokakta oyna biz kaldırımda destekleriz” sözünün vücut bulmuş hali oldukları bir gerçek. Bu arada kulübün içecek şirketinin eline geçtiği süreçle ilgili ispatlanamayan ama taraftarın emin olduğu birçok rüşvet, yolsuzluk söylentisi hala araştırılmış değil.
Modern futbol adı altında, çok iyi istatistik bilen, sosyoloji üzerine araştırma yapmış, pazarlamadan anlayan biri olmadığımız sürece futbol hakkında konuşamayacağımız bir döneme doğru hızla gidiyoruz. Bu konuların hepsini harmanlayan bir eğitimden geçmiş ekonomistlerse gitgide “futbol endüstrisi” adı altında saha içinden, yönetime kadar söz söyleme hakkına sahip duruma geldiler. Bu ekonomistlerden bazıları, psikoloji biliminin ortaya çıkardığı insan beyninin zayıf yönlerini kullanarak, marka değeri başlığı altında futbolu bir ürüne çevirmeye çalışıyor. Bazıları da daha makro boyutlarda düşünerek karlı yatırımlar peşinde koşup, tüm dünya futbolseverleri üzerinden daha çok para kazanmanın yollarını anlatıyor. Biraz daha masum olanlar da, istatistik bilimini kullanıp oyun içinden türlü türlü rakamlar vererek “futbolcuları nasıl bir robota dönüştürebiliriz” diye düşünüyorlar.
Futbol bu şekilde giderek modernleşirken kötü olaylar sadece Salzburg gibi küçük bir şehirle sınırlı kalmıyor. Futbolun hiyerarşik yönetim yapısının en üst kademesi olan FIFA’ya kadar her basamakta bir pislik bulunuyor. Taraftardan bu oyunu sadece izlemesi bekleniyor. 2011’de tam da FIFA başkanlığı seçimi öncesi patlak veren yolsuzluk iddiaları da bu futbol endüstrisinin en başından çıkan pis bir kokuydu. Biraz can sıkıcı da olsa hafıza tazelemekte fayda var.2 Her şey FIFA, 2018 ve 2022 Dünya Kupası organizasyonlarını sırayla Rusya ve Katar’a verdikten sonra başladı:
Peki Sepp Blatter’e ne oldu? Etik kurulu raporunda, dünya futbolunun en başındaki adamın sadece dikkatsiz davrandığı yazıldı. Blatter bu süreçte ilk önce, “Asıl siz Olimpiyat Komitesi’nde olanlara bakın” dedi, 2012’de olay kapanmayınca gerçek yolsuzluğun 2006 Almanya seçiminde yapıldığını iddia etti. 10’a 10 bitmesi beklenen bir oylamada son anda bir üyenin odayı terk ettiği ve oylamanın 10’a 9 Almanya lehine sonuçlandığını söyledi.8 Ama kimse o zaman da başkan olan bu adama “Sen tuzluk musun birader, seni oraya boşa mı koydular?” diye sor(a)madı. Bu arada Mohammed Bin Hammam, Jack Warner, Joao Havelange gibi kendi koltuğunu tehdit eden isimleri hedef gösterip, tüm ilgiyi ve suçu onlarca yıldır beraber çalıştığı bu isimlerin üstüne yönlendirdi. Sonuç olarak Sepp Blatter hala aksi ispatlanmadığı için masum ve futbolu yönetiyor. Burada durmak lazım, çünkü olay bundan sonra daha da sıkıcı bir hal alıyor.
Ekonomi sürekli politik çıkarlar için kullanılmış, farkında olmadan pisliklere kalkan olmuş bir bilim. Modern futbolun oluşturduğu büyük piyasa da ekonominin ve dolayısıyla politik çıkarların radarında. FIFA’dan Salzburg’a, oradan da daha aşağıya kadar pislik içinde. Futbol seyircisinden beklenen de oyunun dışına değil sadece sahada oynanan kısmına konsantre olmaları. Futbol büyük bir endüstri ve seyirci bu endüstrinin fabrikasında, üretim bandında bir makine olmalı. Mesela seyirciler, eski tip demir-çelik fabrikalarında demiri eritmek için kullanılan fırınlara hava üfleyen piston gibi olmalı. Bir ileri, bir geri, biraz gürültülü ama işleri aksatmayan pistonlar.
Koşu mesafelerinden kaç gram su içildiğine kadar olan istatistikler, oyun taktikleri, Messi mi iyi Ronaldo mu tartışmaları, pahalı formalar, bebek bezine kadar giden kulüp ürünleri, gözümüze sokulan reklamlar, rotasyon kelimesi, marka değeri, statlardaki lezzetsiz ama pahalı sandviçler…yersek… işte bunlar modern futbolun avantajları. Modern futbol bunları bize sunarken de aslında hayatın her alanında karşımıza çıkan bir şeyi şart koşuyor. Para getirmeyecek, ileride işimize yaramayacak ve bu yüzden saçmalık derecesinde romantik görülen değerlerimizden vazgeçmemiz gerekiyor. Bu da taraftar olmayı bırakıp saha içine bakmak, bunun dışında olanlara ilgisiz kalmak ve sadece seyirci olmak anlamına geliyor.
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane