Skip to content

League Pass, Bir Parça Ekmek, Bir Tas Su… (2)

NBA play-off'larının biten kısmının Batı tarafından akılda neler kaldı?

Düzenli olarak düzenli NBA play-off yazıları yazmaya hevesleniyorum ama maçları seyretme, anlatma, konuşma, ilgili ıvır zıvırı okuma ve basketbol dışındaki hayatı sürdürme derken ya vakit kalmıyor ya da kalan vakti de basketbola ayırmaya heves. Bu nedenlerledir ki geride kalan maçlardan notlar serisine başladığımla kaldım ve devamını getiremedim. Disiplinle yazamasam da en azından öylece bırakmayayım, ikinci tur serileriyle devam edeyim. İlk tur çok arkada kalsa da, orada inen takımlara da ucundan dokunarak… Başlayan konferans finallerinde takip edileceklere dair birkaç işaret vererek… Önce Batı, umuyorum bir-iki gün içinde de Doğu…1

Oklahoma City Thunder – Memphis Grizzlies

– Thunder-Rockets geriye dönük yazabildiğim iki seriden biriydi ve ekleyecek bir şey yok. Clippers-Grizzlies’e gelince… O serinin ilk maçtaki gibi devam etmeyeceği çok açıktı. Memphis’i çok kötü şut atarken ve iyi bir rakibe karşı 70’li sayılarda kalırken görebiliriz, ama savunmada ve ribaundlarda bir daha o günkü kadar dirençsiz görmeyiz. Nitekim serinin devamında görmedik de. Clippers hakkında iki not:

1) Maçlar ilerledikçe Clippers’ın öyle çok da etkili bir kadro derinliğine değil de, daha çok kadro kalabalığına sahip olduğu ortaya çıktı. Kenardan Jamal Crawford, Matt Barnes, Eric Bledsoe gibi oyunu hemen değiştirebilen, bazı başka takımlarda ilk beş çıkabilecek seviyede adamların gelmesi iyi hoş ama sezon boyu “A Tribe Called Bench” gazı verilirken gözden kaçan şeyler oldu. Birincisi ve daha önemlisi, takımın bench gücünü sürükleyen adamların hepsi kısalardı, en iyi uzun yedeği ise kaybettiği basketbol yeteneklerini iki yıldır bulamayan Lamar Odom. Aslında “en iyi” doğru bir tanımlama olmuyor, “en az kötü” ya da “en kabul edilebilir” demek daha doğru. İlk beş uzunlarından birinin de sırf uzun, güçlü ve süper atlet olduğu için bolca para verilen fakat aslında lig vasatının üstüne çıkamayan ve serbest atış sokamadığı için maç sonlarında koçu tarafından oynatılmayan DeAndre Jordan olduğunu düşünürsek uzun rotasyonunun takım için ciddi bir problem yaratacağı sezon başından beri belliydi. Dolayısıyla Bledsoe-Crawford-Barnes üçlüsüne rağmen Clippers bench’i yarımdı. Ayrıca Crawford ve Barnes’ın önündeki Chauncey Billups ve Caron Butler kariyerlerinin bu noktasında güvenilir ilk beş oyuncuları olmaktan epey uzaklar.

2) Blake Griffin’in beşinci maç öncesi idmanda yaşadığı ve serinin devamında oyununu ciddi biçimde etkileyen ayak bileği sakatlığı olmasa belki işler farklı gelişebilirdi ama Griffin’in ilk dört maçı da kendi standartlarında pek iyi geçirmediğini atlamayalım. Griffin ligin önemli yıldızlarından biri, hala sadece 24 yaşında ve önünde uzun yıllar var. Fakat bazen hala hedefi yüksek bir takımda en fazla üçüncü en iyi oyuncu olabilirmiş izlenimi veriyor. İdeal bir ikinci adam, birincinin sahada olmadığı anda birinci adam etkisi hissettirebilmeli. Griffin’in sezon içinde bunu yaptığı, hem de gayet iyi yaptığı maçlar oldu ama sanki play-off’ta Chris Paul’a bir şey olsa ve oynayamasa, Crawford bile Griffin’den daha fazla öne çıkardı gibi geliyor.

– İkinci tura geçelim… Russell Westbrook’suz ve koçsuz Thunder’ın iki galibiyetten fazlasını alabileceğini düşünmüyordum. Bu kadar yıldızlarının üstüne yatan bir takımın, onlardan biri sakatlanıp, kenarda da yerini dolduracak James Harden olmayınca toy ve yumuşak bir rakip olan Rockets’a karşı bile bocalayabildiğini görmüştük. Grizzlies ise belki de ligin en iyi savunma takımı. Karşılarında dünyanın en iyi skoreri olduğu ve muhtemelen rakibin yedek planları bulunmadığını bildikleri için Grizzlies’in bütün konsantrasyonu Durant’in üstündeydi. Diğer taraftan Scott Brooks takımını bugüne dek kopya için yanında oturan arkadaşıyla anlaşmış öğrenci gibi hazırlıksız bıraktığından, Memphis savunmasının neredeyse tamamının Durant’le ilgilendiği anlarda OKC yeterince iyi hücum edemedi. Kişilere inersek, Kendrick Perkins pota altında bomboş atışları bile kaçırmış olabilir, ama bu adamın ne olduğu belli ve buna rağmen oynatan Brooks. Derek Fisher ilk iki maçtan sonra patlamış olabilir, ama bu adamın patlayacağı belli ve sahada hiçbir iş görmüyorken sırf iki tane şut sokacak diye 30 dakika sahada tutan Brooks. Reggie Jackson ilk beş rolünü daha hazır şekilde üstlenebilecekken, Fisher uğruna onu normal sezonda 14 dakikayla sınırlayan yine Brooks.

– Serinin beş maçı da son toplarda belli olmuşken Brooks’u böyle eleştirmek haksızlık gibi gelebilir. Oysa Memphis bu seriyi pek de iyi oynamadı. Kazandıkları dört maçta da isabet oranları %42’nin altındaydı, en iyi yaptıkları şeyse az top kaybetmekti. Yüzdeli oynayamamalarında Oklahoma City savunmasının da payı var elbet ama daha büyük pay takımın dış şut kozlarının sınırlılığı ve buna bağlı olarak hücumlarının sıkışması. Savunmanın değerli parçaları Tony Allen ve Tayshaun Prince saha yerleşimi konusunda o kadar büyük problem yaratıyorlar ki, Lionel Hollins her yakın geçen maç sonunda sürekli olarak savunma-hücum değişiklikleri yapmak zorunda kalıyor. Bu oyuncuların kısmen daha iyi şut atan yedekleri Jerryd Bayless ve Quincy Pondexter’ın da ideal alternatifler olduklarını kimse söyleyemez. Üstelik oyunu birçok yönden çok gelişse bile Mike Conley de öyle keskin bir şutör değil. (Play-off’ta %29’la üçlük atıyor) Şut konusunda bu denli sınırlı bir takımın, hem de en büyük iki hücum silahı klasik tipteki uzunlarıyken çok verimli hücum etmesi zaten imkansız. Oyuncularınız berbat savunmacılar değillerse ve doğru eşleşmelerden içeriye gömülürseniz Memphis gibi bir takımın üstüne kriptonitini tutmuş oluyorsunuz. Bunun için koça çok puan yazılması gerekmiyor. Bakınız, konferans finalinin ilk maçında aynı Memphis, maç koptuğu için büyük bölümü öylesine oynanan son çeyreği bir kenarda tutalım, üç periyotta 57 sayı atabilmişti.

– Evet, Memphis ölümcül bir zayıflığı olan ve bu nedenle şampiyonluğa ulaşmasına ihtimal vermediğim bir takım. Ama bu aslında kötü hücum ettikleri anlamına gelmiyor. Bilakis, bu kadro yapısıyla bir takım herhalde ancak bu kadar iyi hücum planıyla oynayabilir. Marc Gasol’ü kullanma konusunda İspanya milli takımına ders verebilirler. Mike Conley hem iyi oyun kuruculuk yapıp hem de sürekli iki numara gibi hareket ediyor. Topun nasıl kullanılacağının kararlarını çoğunlukla bu iki adamın vermesi, takımın basketbol zekasının otomatikman yükselmesi demek. Rudy Gay bu takımdayken doğru karar ortalamasını düşüren bir adamdı ve ne kadar yetenekliyse de, sebep olduğu olumsuzlukları telafi edecek kadar verimli değildi. Sırf bu yüzden bile ondan ve kontratından kurtulmak gerekiyordu. Zaten karşılığında alınan adamlardan ikisi rotasyon dışındayken ve ilk beş çıkan da hücumda en fazla vasatı bulabiliyorken takımın takas öncesine göre daha iyi olduğu ortada. Bazen en iyi transfer birilerini göndermektir.

– Yine de insan düşünmeden edemiyor: Gay ve OJ Mayo yeteneklerini doğru kullanan birer takım oyuncusuna dönüşebilseler ve Grizzlies 2009 draftının ikinci sırasında Hasheem Thabeet yerine James Harden ya da Stephen Curry’yi seçseydi, diyelim ki takım sahipleri de böyle bir kadro yakalamışken maliyetten kaçınmama kararı alsalardı, ne olurdu?

– Seri bittikten sonra birçok kişinin Thunder hakkında “Westbrook sakatlanmasa çok büyük ihtimalle finaldelerdi” dediğini gördüm. Önceki yazıda da değinmiştim, bence oraya bile gelemezlerdi. Sam Presti eğer Brooks hakkında “Adam ne yapsın, konferansı birinci bitirmiştik, Russ sakatlandı” düşüncesindeyse çok büyük ihtimalle en az bir yılı daha heba edecekler. Toronto’nun draft hakkına sahipler ama düşük ihtimal gerçekleşir ve kura sonunda o hak ilk üç sıra içinde yer alırsa Raptors’ta kalıyor, yani Thunder’da kalması halinde bile 11’inci sıradan seçebilecekler. Ve gelecek oyuncunun geçen senenin 12 numarası Jeremy Lamb gibi sezonu oturarak geçirme ya da Jackson gibi az oynama ihtimali yüksek. Kendrick Perkins’i ve takıma sağladığını söyledikleri büyük manevi katkısını amnesty hakkıyla bırakıp lüks vergisinden kaçmaları ve full mid-level exception kullanmaları şart.

sasgsw

San Antonio Spurs – Golden State Warriors

– Ölü doğan seride süpürülen Lakers’ımı istirahatinde rahat bırakıp Warriors’ın ilk tur rakibine atlıyorum. Nuggets’ın tam bir normal sezon takımı oldukları ortaya çıktı. Evlerindeki 41 maçın 38’ini kazanmışlardı ve bu ligin en iyi oranıydı. Oysa onların ligin en iyi beş takımı arasında bile yer almadıkları açık. 41’de 38 gibi bir oranı görebilmelerinin sebebi istisnai coğrafi avantajları ve bunu son noktasına kadar hissettiren bir tempoda oynamaları. Back-to-back’lerin ikinci gününde ya da bir hafta içindeki dördüncü, beşinci maçta oraya gelip, taktik hazırlık bir yana, dinlenemeden maça çıkan ve rakımdan etkilenen takımları sürekli koşturup bir bir harcıyorlar ama play-off’ta o avantajın büyük bölümü ortadan kalkıyor çünkü karşılarında hem hazırlanmış hem de şehre sabahın 4’ünde değil, iki gün önce gelmiş takımlar oluyor. O zaman da deli gibi koşmak tek başına bir anahtar olmaktan çıkıyor, diğer tüm takımlar gibi Nuggets da yarı saha hücumunda güvenilir yaratıcılara, iyi şutörlere, pota altı skorerlerine ihtiyaç duyuyor. Ve ellerinde hiçbiri yok.

Sorun çok dillendirildiği gibi bu takımın süperyıldızının olmaması değil. Zaten o kategoriye sokulabilecek oyuncu sayısı iki elin parmaklarını zor geçer. Hem Memphis’te ya da Indiana’da süperyıldız mı var? Denver’ın esas sorunu, koşup fast break atılamadığında ya da transition sayıları çıkarılamadığında direksiyonun kimlere teslim edileceği. Warriors serisinin altıncı maçının son çeyreğinde, takım elenmenin eşiğindeyken hücumu Andre Iguodala sürüklemeye çalıştı. (Bir yere kadar da başarılı oldu ama o ayrı konu.) Iguodala’nın o rolü düzenli olarak oynayamayacağını Philadelphia’dan beri biliyoruz. George Karl da biliyor ve tercih etmiyor elbet ama iş resmen ona kaldı. Ty Lawson iyi bir skorer ama play-off’ta oyunu ve takım arkadaşlarını kontrol edecek bir lider değil, en azından şimdilik. Andre Miller da sürekli ilk maçtaki gibi skor üretebilecek bir oyuncu değil, hiç olmadı. Daha da fenası, sırtlarını yaslayabilecekleri ve onlara rakibin boş hücumlarından sonra hemen koşma imkanı verecek bir savunmaları da yok. Normal sezonda ilk 10’un dışında kalmışlardı, play-off’taki altı maçta 100 pozisyon başına yedikleri 107.7 sayıysa sezonda en kötü üçüncü miktar olurdu. Ve hayır, Danilo Gallinari’nin sakatlığı geçerli bir mazeret sayılamaz; hele rakiplerinde de David Lee’nin oynayamadığını düşünürsek.

– Nuggets hakkında bu şüphelere zaten sahipken neden seri öncesinde onları favori gösteriyordum? Galiba Nuggets’ı yine de sezon sonu performanslarından etkilenerek bir parça büyütüp, Warriors ve Stephen Curry’nin de ne kadar tehlikeli olabileceklerini kestiremedim. Curry’nin ilk turun tüm play-off serilerindeki tartışmasız MVP’si olabileceğini hiç düşünmediğim gibi, tecrübesiz gençler Klay Thompson ve Harrison Barnes’ın burada toyluklarını hissettireceklerini sanıyordum. Ne toyluğu, 15’inci yılındaki adamlar gibi oynadılar! Bu takım kameraların uzağında neler yaşıyor bilmiyorum ama yalnızca ulusal yayınlarda gösterilen mola konuşmalarının verdiği ipucuyla, Barnes, Thompson, hatta Draymond Green ve Festus Ezeli’nin zihinsel rahatlıklarında en büyük payın Mark Jackson’ın olduğuna eminim.

– Spurs üst seviye basketbolunu oyna(yabiliyo)rken herkesin hücumda birbirine yakın rol aldığı, örnek bir takım gibi gözükebilir ama Danny Green, Tiago Splitter, Gary Neal, Matt Bonner, Boris Diaw gibi yan parçaların o hücumda tıkır tıkır işleyebilmeleri, hatta Tim Duncan’ın da en verimli haliyle çalışması önce Tony Parker’ın varlığına bağlı. Duncan yıllar sonra en iyi performansını gösterse, Ginobili hala tek başına bir şeyler üretebilse de, Parker’ın rakip savunmayı sürekli rahatsız eden ve bir yerden açık vermesini sağlayan karıştırıcılığı olmasa Spurs çok sıradan gözükürdü. Fakat nedense hala biraz küçümseniyor ya da bana öyle geliyor. Belki play-off’larda siniyor algısını yıkamadığından,2 belki Duncan ve Manu’nun gölgeleri fazla büyük olduğundan. Oysa şu anda pozisyonunda Chris Paul’dan sonra ligin en iyisi3 ve bana göre CP3’ten de daha iyi bir sezon geçirdi. Hızımı almışken bir iddialı laf daha edeyim: Paul daha iyi oyuncu olabilir ama bu takımda Parker’ın yerini alsa Spurs muhtemelen bu kadar iyi olamazdı, en azından bu basketbolu oynamaya çalışırken. Çünkü önümüzdeki Spurs, Parker’ın yetenekleri üstüne kurgulanmış bir takım.

Ve bu nedenle Parker teklese bile duramaz. Tabii mümkünse teklememesi de gerekiyor. Warriors’a karşı, bacağındaki sakatlıkla ne kadar alakalı olduğunu kendisinden başkası bilemez ama, zaman zaman bocaladığını gördük. Bunda Warriors savunmasına fazla pay veremiyorum çünkü Parker çoğunlukla istediği atış imkanlarını buluyordu. Zaman zaman potaya gidip de bitiremedi, zaman zaman çok sevdiği orta mesafeleri kaçırdı. Çoğu penetrecinin aksine Parker’a potayı kapatıp orta mesafeyi vermek o kadar da iyi bir strateji değil çünkü o kategoriye giren bölgelerden normal sezonda %47’yle atacak kadar iyi bir şutör. Ya kaçırmasını bekleyeceksiniz, ya işini pota dibinde zorlaştırmaya ve zor bir atışa ya da pas hatasına itmeye çalışacaksınız, ya ona perden yapan uzunu (genelde Duncan oluyor) riske ederek perde sonrası boş kalmamasına uğraşacaksınız ya da etrafa yerleştirilmiş şutörleri savunan oyuncularla yardım getirme kumarını oynayacaksınız. Ancak doğruya doğru, Parker ne kadar müthiş bir oyuncuya dönüşmüş olsa da, kötü başladığı ya da sıkı savunulduğunda hala özgüveni zedelenebiliyor, ortaya bu serinin altıncı maçı gibi performanslar çıkıyor. İlginçtir, o gün sonlarda dümeni Ginobili’ye bırakıp, berbat oynadığı maçı onun asistleriyle köşelerden bulduğu iki üçlükle aldı. Belki o maç için bu formül Spurs’ü kurtardı ama Parker çok kötü şut atıyor olsa bile sahadayken o kadar pasif kalamaz. Zaten bir daha o kadar döküleceğini de sanmıyorum.

– İlk tur + serinin ilk maçının MVP’si Curry üçüncü maçın sonunda sakatlanmasa sonuç farklı olur muydu? Bir şey söylemek zor ama bence “e herhalde, takımlardan birinin en önemli adamı sakatlanmış, o sayede Spurs geçti” demeden önce şunları hatırlamak lazım: Curry üçüncü maç sonunda ayak bileğini burktuktan sonra dördüncü maçı, topu daha çok Jarrett Jack’e bırakıp genellikle köşe şutörü rolü üstlense de iyi oynadı ve Warriors o maçı aldı. Beşinci maçta kendi adına play-off’taki açık ara en kötü oyununu oynadı ama altıncı maçta hareketlilik konusunda hiç sorun yaşamayıp potaya gidebildi, rahat gözüktü. O sakatlıktan önce ikinci maçta 7/20, üçüncü maçta 5/17’de kaldığını düşünürsek, Curry’nin seride bir daha hiç ilk maçtaki kadar etkili olamamasında Spurs’ün savunmasına kredi vermek gerekiyor.

İlk maçta adamın tek aradığının perde sonrası bir anlık boşluk olduğunu ilk elden acı biçimde tecrübe edince, serinin devamında perdeye gelen oyuncuyu savunan Spurs’lüler, perdenin arkasında Curry’nin rahat şut atamaması için bir-iki hata dışında anında üstüne çıkmaya başladılar. Buna basit bir switch denemez çünkü Curry’nin esas savunmacısı da yön değiştirme ihtimaline karşı sürekli onunla kalıyordu ve eğer perdeye gelen bir uzunsa genelde boş bırakılıyordu. Spurs takım halinde bu işe o kadar konsantre olmuştu ki, sahada sinirlendiğini hemen hiç hatırlamadığım Parker altıncı maçta yedikleri bir üçlükten sonra Curry’ye çıkmayan Danny Green’e, herhangi bir maçta sinirini Mario Chalmers’tan çıkaran LeBron gibi bağırdı ve ufak çapta bir maraza çıkardı. Curry’nin kendi ölçülerinde boş sayılabilecek bir şut atmasındansa Andrew Bogut’un, Festus Ezeli’nin, Carl Landry’nin ya da Draymond Green’in bomboş kalmaları çok daha tercih edilir bir opsiyon. Orta mesafeden iyi şut atan Landry’yi burada diğerlerinden bir parça dışarıda tutmak gerekebilir ama onun da pas yönü sınırlı. Hem çok iyi orta mesafe şutörü hem de çok iyi bir pasör olan ama sakatlığı nedeniyle çok kısıtlı süre alabilen David Lee, Spurs’ün bu stratejisiyle birlikte düşünüldüğünde Warriors’ın esas aradığı adam oldu.

– Açıkçası play-off başlarken bu fikri aklımda şekillendirmemiştim çünkü bu kadar iyi olduklarını göremiyordum ama Klay Thompson, Harrison Barnes hatta Stephen Curry’nin 25 yaş ve altında, oyunlarının hala geliştiği bir dönemde olduklarını düşünürsek Golden State, sakatlık belası yine başlarına üşüşmediği takdirde hemen gelecek yıl şampiyonluğa oynayabilecek hale gelecek gibi. Sakatlık maalesef Warriors için ciddi bir soru işareti, malum, ama Curry’nin sezonun büyük bölümünü rahat geçirmesi ve Bogut’un play-off’ta nihayet önemli güç haline gelebilmesi güzel işaretler. Free agent olan Jarrett Jack ve Carl Landry başka takımlardan saçma teklifler almadıkları halde kadroda tutulacaklardır. Takım büyük bir pazarda oynuyor ve böyle bir takımı bulmuşken para harcamaktan hiç de geri adım atmayacak gibi gözüken bir patrona sahipler. Lüks vergisi sınırının üstünde yer aldıkları ve bu yıl draft hakları da bulunmadığı için kadroya dışarıdan önemli takviye yapmaları çok zor ama sezonu boş geçiren Brandon Rush’ın dönüşü güzel bir transfer sayılabilir. Bu yıl elli tane sakatlık yüzünden şampiyonlukta gerçekten iddialı olabilecek takım sayısı epey azaldı ve bu da play-off’ların tadını bir parça kaçırıyor ama Warriors bir aksilik yaşamaz, Bulls yönetimi de cebindeki akrepten kurtulabilirse seneye masaya iki oyuncu daha oturacak.

  1. Bu arada Atlas da kendi ikinci tur notlarını yazdı. Yazarken konular hakkında iletişimde değildik ama pek pişti olmamışız. []
  2. Buna karşı elindeki en önemli koz olabilecek Finaller MVP’sinin tarihin en traş final serilerinden birinde gelmesi ve o günden beri de Spurs’ün play-off’larda tokatlanması işini kolaylaştırmadı. []
  3. Kişisel ilk beşim: 1-Paul 2-Parker 3-Curry 4-iyileşmiş bir Rose 5-Westbrook – Bir yıl önce Rondo’ya mutlaka yer verirdim ama bu sezon sakatlanmadan önceki performansı beni hayalkırıklığına uğrattı. Atlayamadığı bir eşik var ve onu şut zaafıyla birleştirince ilk beşe alamıyorum. Deron Williams ise bilekleri çok kötü durumda, hah dur düzeldi derken play-off’ta ne başarılı ne başarısız denecek bir oyun oynadı. Açıkçası elinde avucunda ne varsa ortaya koyduğunu düşünmüyorum. Ve bu da o beş adamın arasına girememesi için tek başına yeterli bir sebep. []