Frantz Fanon “Siyah Deri Beyaz Maske” kitabında, en büyük ırkçılık ve ayrımcılığın, siyah ırka karşı insanlarda hoşgörü oluşturmak için onları olduğundan sempatik göstermeye çalışmak olduğunu söylüyor. Onların siyah olduğuna özellikle vurgu yapmanın -iyi yönlerinden bahsedilip övülseler bile- gerçek ırkçılık olduğunu belirtmiş. Bu kitabı okuduğumdan beri bu tür “siyah-beyaz” ayrımlarından kaçınmaya çalışıyorum. Ancak sprint yarışları sözkonusu olunca ne yazık ki böyle bir ayrımı yapmak zorunda kalıyorum. Siyah ırkın kısa mesafe yarışlarında kurduğu inkar edilmez hegemonya, çalışma stili veya atletizm ekolüyle açıklanacak gibi değil. Genetik faktörleri göz ardı edebileceğimiz belki de son spor atletizm, hatta saha değil pist atletizmi, hatta ve hatta engelsiz sprint yarışları. İnsanın net sınırlarını belirleyen, çalışma ve tekniğin önemi çok fazla olsa da belli bir seviyenin üzerine çıkabilmek için ırksal faktörlere en çok bağlı kalan dal diyebiliriz.
Mesela son olimpiyatların 100 metre finalinde sakatlanan Asafa Powell’ı saymazsak tüm katılımcıların 10 saniyenin altına indiği, antrenman tekniklerinin üst seviyelere çıktığı günümüzde bile beyaz ırka mensup atletlerin siyah meslektaşlarıyla rekabet edebilmek bir yana, Christophe Lemaitre dışında 10 saniyenin altına bile inemediğini görüyoruz. 200 metrede 20 saniyenin altına inenler bir elin parmağını geçmiyor zaten.
Bütün bunlar Pietro Mennea’nın 200 metrede dünya rekorunu neredeyse 20 yıl elinde tuttuğu gerçeğini bugün için gerçek dışı kılmaya yetiyor. Evet, 100 metreyle 200 metre çok yakın olmakla birlikte birbirinin kopyası branşlar değil (zaten 200 metre için benzer destekleyici örnekler bulmak da gayet kolay). Evet, söz konusu derece Mexico City’de yüksek rakımda koşuldu (bu arada Mennea deniz seviyesinde 19.96 koşabilmiş bir insan). Ve evet, Mennea doping şüphelerinin sonsuza dek kara bulutlar gibi üzerinde dolaşacağı 70 ve 80’ler dönemine ait bir sporcuydu. Üstelik 1989’dan beri yasak olsa da o günlerde serbest olan büyüme hormonunu kariyerinin sonlarında kullandığını itiraf etmiş biri kendisi. Ama ne olursa olsun, bugün için bile oldukça değerli bir derece olan 19.72’yi koşabilmiş bir insan için birkaç satır yazmayı görev bildim.
İtalya’nın Adriyatik kıyısındaki güney kenti Barletta’da bir terzinin beş çocuğundan üçüncüsü olarak doğdu Mennea. Sürati genç yaşlarda farkedildi, ancak profesyonel yarışmalara çıkana dek bölgesinden dışarı fazla çıkmadı. Hatta gençlik yıllarında 50 metrelik mesafede arabalarla yarış yaparak para kazanıyordu, kazandığı her yarış için 1 milyon liret alıyordu.1 19 yaşında katıldığı İtalya Şampiyonası’nda daha sonra 14 kez daha tekrarlayacağı 200 metre şampiyonluğunu alıp dikkatleri çekmiş, aynı yıl İzmir’deki Akdeniz Oyunları’nda da 200 metre şampiyonu olmuştu. Dünyanın dikkatini ise 1972 Münih Olimpiyatları’nda topladı. 200 metrede 20.30’luk derecesiyle bronz madalya kazandı. Favoriler arasında yer alan üç Amerikalı’dan ikisini geride bırakmıştı. İki yıl sonra kendi evindeki Avrupa Şampiyonası’nda 70 bin İtalyan’ın önünde 200 metre Avrupa şampiyonu oldu. 1976’da Montreal oyunlarında dördüncü olup madalyanın kıyısından döndü. 1978’de Avrupa Şampiyonası’ndaysa 100-200 dublesi yaptı. Artık dünyanın en hızlı adamlarından biriydi.
Daha önce üç kez katılıp üç defa şampiyon olduğu Üniversite Oyunları’nın 1979’da Mexico City’de düzenlenecek ayağına tek katılma gerekçesi dünya rekoruydu, nitekim o yıllarda geçerli olan rekor, “Kara Panter” Tommie Smith’in 1968’daki 19.83’ü de Mexico City’nin yüksek rakımında gelmişti. Ve amacına ulaştı. Önce elemelerde 19.96 ile 20 saniyenin altına inen ilk beyaz atlet oldu, sadece iki gün sonrasında da o unutulmaz 19.72 ile dünya rekorunu eline geçirdi.2 Böylece Mennea’dan önceki en büyük İtalyan sprinteri Livio Berruti’den tam 19 yıl sonra 200 metre dünya rekoru yeniden bir İtalyan’a geçti. Aynı organizasyonda 100 metreyi 10.01’le kazanarak Avrupa rekorunu da elde etti, 5 yıl elinde tuttu. (Polonyalı Marian Woronin 10.00 ile rekoru elinden aldı. Esasen 9.992, Woronin 10 saniyenin altına inen ilk beyaz atlet olmuştu.)
1980 Moskova Olimpiyatları’ndaki atletizm yarışmaları, ABD ve müttefiklerinin boykotu nedeniyle elbette bir Avrupa şampiyonası niteliğini çok fazla aşamadı. İtalya ülke olarak katılmasa da sporcularını serbest bırakan ülkeler arasındaydı, bu nedenle Mennea birçok Avrupalı sporcu gibi Olimpiyat bayrağı altında yarıştı. Yine de rakipleri güçlü sayılabilirdi. O zamanlar Mennea’nın büyük rakibi İskoç Allan Wells ve son Olimpiyat şampiyonu Jamaikalı Don Quarrie ile mücadele etti Mennea ve 200 metrede 20.19’la şampiyon olurken 100 metrede Wells’in arkasından ikinci sırayı aldı.
1983’te sporu bıraktı ancak kısa süre sonra geri döndü ve Avrupa Şampiyonası’nda gümüş madalya aldı. 1984’te Los Angeles’ta yine Olimpiyat’taydı, ancak 32 yaşında dördüncü kez üst üste 200 metre finali koşabilmesini aldığı büyüme hormonuna borçlu olduğunu iki yıl sonra açıkladı. 1988’de Seul’de kariyerinin beşinci olimpiyatına katıldı, açılış töreninde İtalyan bayrağını taşıması hormon desteği itirafı nedeniyle İtalyan basınında yer yer tepkilere yol açtı. Son müsabakasında elemeleri geçemedi. Kırdığı dünya rekoru da sekiz yıl daha, Michael Johnson adlı efsaneden 19.66 ve hemen sonra Atlanta’da 19.32’lik muazzam dereceler gelene dek ayakta kaldı. Avrupa rekoru olarak hala geçerli.
Aktif spor hayatından sonra hiç boş durmadı. Karısı Manuela’yla beraber Roma’da bir avukatlık bürosu işletti. Mennea’nın çok bilinmeyen bir yönü de futbol tutkusuydu. 1998’de Serie A’ya yükselme başarısı gösteren Salernitana takımının yükseldiği sezondan ertesi sene (sadece 1 puan farkla) düştüğü sezonun ortasına dek genel menajerlik görevini yürütmüş, tarihinde sadece ikinci kez İtalya’nın en yüksek ligine yükselen güney ekibine katkı sağlamıştı.3 Kulübünü Serie A’da tutmayı başaramasa da, aynı yıl Avrupa Parlamentosu’na seçilen 87 İtalyan milletvekilinden biri oldu. Beş yıllık süre zarfında iki kez parti değiştirdi, dopingle ilgili yasaların gündeme gelmesi için mücadele etti. 2004’teki seçimde tekrar seçilemedi. Hayatının sonlarına dek İtalyan siyasetinde ve sporunda ön planda oldu. Nitekim kendisi belki de tarihte görülmüş en “akademik” sporcuların başında geliyordu, siyaset bilimi mezunu olduktan sonra, hukuk, beden eğitimi dallarında yüksek öğrenim gördü. Değişik konularda birçok kitap yazdı. Son zamanlarda yaptığı açıklamalar arasında dikkatimi en çok çeken, 2020 Olimpiyatları’na Roma’nın adaylığını çekmesiyle ilgili görüşleri oldu. Ülkenin mevcut ekonomik durumunda Olimpiyat düzenlemesinin İtalya’yı Yunanistan’dan beter hale getirebileceğini, bu nedenle adaylıktan vazgeçmenin doğru olduğunu söylüyordu. Bu açıklamayı belki de Türkiye’nin yönetici kesimi de duymalı, nitekim sırf olimpiyat yapmak için olimpiyat yapmanın ne kadar riskli olduğunu 2004 Atina Oyunları cümle aleme göstermişti.
Pietro-Paolo Mennea, annesinin de 3 yıl önce hayatını kaybettiği gün, 21 Mart 2013’te Roma’da pankreas kanserine yenik düştü. Ölümünün hemen ardından İtalyan demiryolu şirketi Frecciarossa, yakın zamanda hizmete başlayacak, saatte 400 km hızı aşabilen tren modeline onun adını verme kararı aldı. Aynı şekilde, Roma’nın ünlü atletizm buluşması Golden Gala bundan böyle “Memorial Pietro Mennea” olarak anılacak. Mennea 60 yıllık bir hayata birçok işi sığdırmayı başardı. Üstelik ölümünden bir yıl kadar önce verdiği son röportajlardan birinde, “Şimdi daha hızlı koşuyorum. Atlet olarak elde ettiğim birçok başarı var, ancak geçmiş hatıralara bakarak yaşayamam. Kendinizi her gün yeniden inşa etmek, planlar ve hayaller kurmak zorundasınız. Yapmak istediğim bir sürü şey var, eskisinden daha meşgulüm” demişti. Sadece bu sözleriyle bile atlet olarak ve daha önemlisi insan olarak saygıyı fazlasıyla hak ettiğini sanıyorum.
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane