Skip to content

100

2 Mart 1962. Philadelphia Warriors vs New York Knicks. Wilt Chamberlain: 100.

Adeta basketbolu domine etmek için yaratılmış, vücut ve egonun mükemmel bir harmanıyla doğmuştu. Egosu, tüm hayatına sirayet etmişti: Bir NBA maçında 100 sayı atmak… Yalnızca canı istediği için 100 sayı atmış olamazdı; çok daha derinlerde buna ihtiyacı vardı muhtemelen. Bir rakibi, yani bütün bir spor dalını kendi iradesine boyun eğdirmek ve bunu yalnızca kendisinin başarabileceğini göstermek zorundaydı. 100 sayısının ifade ettiği sembolik sihri görmezden gelemeyiz. Medeniyetimizde 100 sayısına ne anlamlar atfettiğimizi düşünün; bir asır, hayal edebileceğimiz en uzun hayat, sınavda alınabilecek en iyi derece… 100 sayı atmak, mesela 97 sayı atmaktan tamamen farklı anlamlara gebeydi. 100 sayı adeta bir abideydi.

Gary M. Pomerantz

“…Bu akşam benim oyuncağım olacağının farkında mısın?”

Elgin Baylor, konuşanın kim olduğunu anlamış, çehresine geniş bir tebessüm yayılmıştı. Sesin geldiği yöne döndü; Philadelphia Warriors’ın devasa yıldızı Wilt Chamberlain mağrur bakışlarla rakip takımdaki oyuncuları seyrediyor, maç başlamadan evvel herkese şakayla karışık laf atıyordu. Elgin Baylor’ın bir maçta en çok sayı atan oyuncu unvanına sahip olması Wilt’i her zaman tahrik etmişti. Akşam boyunca repertuarındaki tüm numaraları sahnelemeye kararlıydı.

Maç bittiğinde Wilt 78 sayılık muhteşem performansıyla rekoru devralmış ama galibiyete uzanan taraf, Baylor’ın sürüklediği Lakers olmuştu.

Elgin Baylor, rekorun el değiştirmesine üzülen efsanevî Lakers spikeri Chick Hearn’ü teselli ediyordu: “Moralini bozmana gerek yok.” Hem konuşuyor, hem de her maç sonrasında olduğu gibi sigara içiyordu. Derin bir nefes alıp birkaç saniye bekledi. Sigara dumanı tabaka tabaka etrafa dağılırken mırıldandı: “Ne de olsa çok yakında 100 sayı atmış olacak.”

Wilt’in muazzam fiziğine şahit olanlar, yaşadıkları şaşkınlığı, New York silüetini ilk kez gördükleri âna benzetiyorlardı. Chamberlain 2.16 boyunda, 115 kilo ağırlığında ve yalnızca hacmiyle tarif edemeyeceğimiz eşsiz bir vücuda sahipti. Lisede atlet olmak istemişti; 400 metrede 49 saniyenin altına inmiş, uzun atlamada 7 metre barajına dayanmış, yüksek atlamadan gülleye dek hemen tüm track & field disiplinlerinde başarılı olmuştu. Silkme halterde 170 kilo kaldırıyordu.1 Üstelik heybetli cüssesi, doğaüstü bir zarafet perdesiyle örtülmüş gibiydi. Sırtı zarif bir kavisle aşağı uzanıyor, dansçıların gıpta edeceği 75 santimetrelik beline gelip son buluyordu. Rakipleri onu, “Tanrı’nın basketbol için yarattığı en mükemmel enstrüman” cümlesiyle methediyorlardı.

İstediğinde guardlarla beraber koşan, 12 adımda tüm sahayı kat edebilen, sıçrama yeteneğiyle basketbolun geometrisini değiştiren Chamberlain, 1961/62 sezonunda ligi domine ediyordu.

Chicago’da 61, Cincinnati’de 65, New York’ta 67…

Wilt ölümlü bir insan olmaktan çıkmış, rakip taraftarların merak ve korkuyla kulaktan kulağa fısıldadığı bir efsaneye dönüşmüştü. Basketbol henüz Kuzey Amerika spor hiyerarşisinde kendine yer edinememiş olmasına rağmen yalnızca Wilt’i görmek için salonlara giden seyirciler vardı. Seneler sonra Oscar Robertson, Wilt’in tek başına ligi ilginç hale getirdiğini söyleyecekti.

Rivayetlerin cazibesine kapılıp tribünlerde yerlerini alan seyirciler, eşsiz bir mucizeye şahit oluyorlardı. Güzellikle garabetin, zarafetle dehşetin içiçe geçtiği, atletizmiyle tabiat kanunlarını zorlayan muhteşem bir kütle basketbol sahasına hükmediyor, istediği her şeyi yapıyordu.

Çaylak sezonunda 30 sayı ortalamayla oynayan Walt Bellamy, Wilt ile karşılaşacağı ilk maç öncesinde ligin sayı kralını selamlamak istemişti: “Merhaba Mr. Chamberlain.” Wilt, merhaba Walter, cevabını verdi: “Bu akşam ilk yarı boyunca sayı atmana izin yok.” Bellamy’nin ilk 9 şutunu bloklayacak ve ikinci devre başlarken, pekala Walter artık oynayabilirsin, diyecekti.

Bellamy, rivayetlerin bile hakikati anlatmaya kâfi olmadığını bizzat görmüştü; Chamberlain, istediği her şeyi yapabilirdi.

Celtics: 62, Hawks: 67, Nationals: 62…

Wilt, o güne dek imkansız denileni yapmak istiyordu: Bir sezonda 4000 sayı atabilen ilk ve tek basketbolcu olmak. Maç başına 48 dakika, 50 sayı ve 23 ribaund istatistikleriyle oynuyordu. Sezon boyunca tam 14 kere 60+ sayı atmıştı.2 Önünde yalnızca 5 maç ve 237 sayı kalmıştı.

1 Mart 1962’de beyaz Cadillac’ıyla New York sokaklarında geziyordu. Ertesi gün Knicks’e karşı maça çıkacaktı. Kağıt üstünde Philadelphia Warriors’ın sahasında görünen maç, ligin taraftar kazanma projesi sebebiyle her iki şehre de yakın sayılabilecek bir kasabada, Hershey’de oynanacaktı.

Beyaz Cadillac, Lenox Bulvarı’nda ilerliyordu. Wilt geceyi Harlem’de, kendi gece kulübünde geçirecekti.

paradise

Eğer Wilt Chamberlain bile ölüyorsa, hepimiz öleceğiz demektir.

Philadelphia Inquirer, Ekim 1999

Big Wilt’s Smalls Paradise, misafirlerinin ruhuna kuvvet, zihnine saadet, vücuduna rehavet veriyordu; neon lambalarından sızan ince ışıklar, havaya kaldırılan kadehler, iştahla yemek yiyen veya şehvetle birbirini öpen ağızlardan yükselen belli belirsiz şapırtılar, sigara dumanı huzmelerinin derinliklerinde parıldayan kahkahalar, trompet ve saksofonlardan sızan jazz soloları…

Smalls Paradise, II. Dünya Savaşı’ndan önce Harlem’in en meşhur mekanlarından biriydi. Jazz’i New Orleans’tan büyük şehirlere taşıyan efsanelerin sahne aldığı, her mezhep ve meslekten insanın sabahlara kadar dans ettiği, Malcolm X’in çocuk yaşlarda garson olarak çalıştığı bu efsanevî kulüp, tüm New York’ta şöhret kazanmıştı. Fakat 1920’lerde Afro-Amerikan hayatın entelektüel şuurunu temsil eden Harlem, 40’lardan itibaren uyuşturucu ticareti gölgesinde eski itibarını kaybetmeye başlayınca Smalls Paradise’ın cazibesi de erozyona uğramıştı.

Çocukluğundan beri gece kulübü çalıştırmak isteyen Wilt, Smalls Paradise’a ortak olmak isteyince mekanın sahipleri bu teklifi kabul etmekle kalmamış, kulübün ismini bile değiştirmişlerdi: Big Wilt’s Smalls Paradise. Wilt’in aurasıyla dolan kulüp, tekrardan şatafatlı günlerine dönmüştü.

Ebony Magazine, yalnızca Harlem’de değil, tüm New York’ta merak uyandıran kulübü sayfalarına taşımıştı: “Para sahibi ve eğlence arayan yepyeni bir beyaz nesil, tıpkı babaları gibi sevinçle Harlem’i ve Smalls Paradise’ı dolduruyor.” Yazının hemen üstüne yerleştirilmiş resimde meşhur şarkıcı Lloyd Price, jazz tarihinin en büyük saksofonistlerinden Cannonball Adderley, Kuzey Amerika yahudi komedyenler geleneğinin önemli isimlerinden Jack Carter, Yunanistan Büyükelçisi ve Chamberlain kahkahalarla eğleniyordu.

Siyah ve beyaz çehrelerin birbirine kaynadığı bir sefahat hayatı Wilt’in etrafında dönüyor, her dönüşte genişleyerek yeni menzillere ulaşıyordu. Chamberlain yalnızca Harlem’in, hatta New York veya Philadelphia’nın değil, tüm hayatın merkezindeydi.

Henüz lise yıllarındayken kudretli vücudu ve eşsiz karakteriyle etrafındakileri kendine hayran bırakmıştı. Bir keresinde fular, bere ve güneş gözlüğüyle ısınmaya çıktı. Koç, aksesuarları ve gayr-ı ciddi hareketleri sebebiyle Wilt’i azarladı. Maç başladığında Wilt şut atmayı reddederek adeta intikam alıyor, koç ise Wilt’i kenara alıp mesaj vermeye çalışıyordu. Başabaş giden maçın her çeyreğinde aynı hikaye sahnelendi. Chamberlain ancak maçın son dakikalarında şut atmaya başlayacak ve takımını galibiyete taşıyacaktı.

Lise sonrası Kansas Üniversitesi’ne girdi. Kolej kariyerinde 30 sayı ve 18 ribaund ortalamaları tutturduğu için ülke çapındaki pek çok dergide methedilmesine rağmen asla NCAA şampiyonluğuna ulaşamadı. Okul çevresindeki eleştirilerden sıkılmaya başlamıştı. Profesyonel olma kararı alıp bir sene boyunca Harlem Globetrotters’la3 California’dan Sovyetler Birliği’ne dek onlarca şehirde gösteri maçları düzenledi.

Nihayet 1959’da NBA’e adım attı. Philadelphia Warriors’ın meşhur sahibi Eddie Gottlieb, Chamberlain’le anlaşmayı başarmıştı. Gottlieb, Wilt’in tüm taraftarları salonlara çekeceğini, camianın çehresini tamamen değiştireceğini biliyordu.

Süper çaylak, sezonu 37-27 ortalamalarıyla oynayıp sayı ve ribaund rekorlarını kırdı. Hem Yılın Çaylağı, hem de MVP ödüllerini kazanan Chamberlain, kainatın derinliklerinden gelmiş bir canavarmışçasına rakiplerini ezip geçiyor, tribünlerin adrenalin ihtiyacını hayret ve dehşetin içiçe geçtiği garip hislerle besliyordu.4 Gottlieb, Wilt’in sayı atması için yanıp tutuşuyor, onu mutlu etmek için her türlü jesti yapıyor, istediği her maddeyi kontrata ekliyordu. Chamberlain artık süperyıldız olmuş, fiyakalı arabaları, Amerika’nın her iki kıyısındaki muhteşem daireleri ve Harlem’deki gece kulübüyle mitolojik bir karaktere dönüşmüştü. Bu mitolojik kahramanı tavaf eden insanlar, esrarlı bir tarikate benziyorlardı ve elbette Wilt Chamberlain kendi tarikatinin en büyük inanırıydı.

Diğer insanların geleneklerinden, hayallerinden, sosyal veya siyasî çekişmelerinden bağımsız, yalnızca kendine ait olan bir hayata sahipti.

Martin Luther King’in efsanevî konuşmasını Bill Russell’la beraber izlemiş ama asla tek siyasî fikre mahkum olmamıştı. 1968 Olimpiyatları’nda Tommie Smith ve John Carlos kara eldivenli yumruklarını havaya kaldırdığında, Wilt Chamberlain Nixon’ın seçim kampanyasına destek verdiğini açıklamakla meşguldü.

Siyasî fikirleri, ten rengi, boyu veya yaptığı sporla tanımlanmak istemiyordu. Henüz lise yıllarında kendisine takılan Wilt the Stilt lakabından nefret etmişti. Uzun boylu değil, büyük olduğunu düşündüğü için The Big Dipper nick’ini tercih ediyordu.

Basketbol kariyeri sona erdiğinde Los Angeles’ta kalmaya karar verdi. Nadiren verdiği röportajlarında özgürce yaşamaktan hoşlandığını anlatıyordu; kendi inşa ettiği dünyada yaşamak, güzel kadınlarla beraber olmak, istediğinde arabaya atlayıp Amerika’yı baştan başa gezmek ve tüm seyahatler bittiğinde Büyük Ayı Malikanesi’ne dönüp California’ya tepeden bakmak… Chamberlain, Chamberlain olmaktan vazgeçmeyecek ve vazgeçmediğini herkese gösterecekti. Vücuduna azamî seviyede dikkat etmişti. Ölene dek formda kalmaya kararlıydı.

Seneler boyunca bazen sevgilisi,5 bazen arkadaşı olan Linda Huey, Wilt’in resmettiği imajı anlamakta zorlanıyordu. Büyük Ayı Malikanesi’nde geçirdiği akşamlardan birinde Wilt’e, “bazen hayatını değil de, bir efsaneyi yaşadığını düşünüyorum” demişti.

Wilt Chamberlain 1999’da arkasında binlerce rivayetin içiçe geçtiği, mitolojik metaforlarla tasvir edebileceğimiz bir hayat bırakarak öldü. Gazeteler, ölüm haberini şu cümleyle verdi: “Eğer Wilt Chamberlain bile ölüyorsa, hepimiz öleceğiz demektir.”

Chamberlain 2 Mart 1962 sabahı beyaz Cadillac’ıyla Queens’ten Manhattan’a ilerliyordu. Geç saatlere dek eğlenmiş, o geceki sevgilisini sabah 6:00’da evine bırakmıştı. Akşamleyin basketboluyla değil, çikolatalarıyla ünlü bir kasabada, Hershey’de Knicks’e karşı mücadele edecekti. Wilt’in takım arkadaşları otobüsle Philadelphia’dan Hershey’e geçecekler, kendisiyse arabasıyla seyahat edip maç öncesi takıma katılacaktı.

WiltChamberlain100

“Mart ayının ilk günlerinde ne zaman telefonum çalsa, televizyon veya gazetelerin arıyor olduğunu biliyorum. Senenin bu haftaları benim için Wilt Chamberlain zamanı.

Darrall Imhoff

Knicks’in pivotu Phil Jordan hasta olduğu için basketbol salonuna bile gelememişti. Otel odasındaki yatakta ateşler içinde yatıyordu. İlk 5 başlama görevi Darrall Imhoff’a, Knicks’in yedek pivotuna kalmıştı.

Imhoff ve Chamberlain hava atışı için sahanın ortasına geldi. Wilt hava atışını kazandı. İlk hücumda takım arkadaşının kaçan şutunu havada yakalayıp Imhoff’un üstünden smaç bastı. Dakikalar geçtikçe repertuarındaki tüm hareketleri sergiliyordu; sol alçak post’ta topu aldıktan sonra pas fake’iyle rakibini şaşırtıp turnikeyi finger roll’la bitirdi, alley-oop’u tamamladı, Imhoff’u dışarı çıkarıp orta mesafeden panyalı şutla baskete ulaştı…

Tarihteki ilk güvenilir jump shot’ın sahibi olarak hatırladığımız Paul Arizin, Wilt’in şutlarını her zaman methetmiş ama böylesine atletik bir oyuncunun neden orta mesafeli şut çalıştığına tam olarak anlam verememişti: “İnsanların kendisini yalnızca uzun ve atletik bir oyuncu olarak görmesini istemiyordu. Sanırım jump shot çalışmasına ve maçlarda denemesine sebep olan, onun psikolojisini kamçılayan arzu buydu.”

Warriors hücumlarını Wilt’le beraber Paul Arizin sürüklüyordu. Lige girer girmez önemli bir yıldıza dönüşmesine rağmen Kore Savaşı sebebiyle NBA kariyerine iki sene ara vermek zorunda kalmış, deniz piyadesi unvanıyla savaşa katılmış, ligdeki son senelerindeyse Chamberlain’in sürüklediği kadroda “ikinci adam” görevini üstlenmişti. O gün 16 sayı atacaktı.

Wilt ilk çeyrekte 23 sayı attı.

Warriors koçu Frank McGuire, oyuncularına ne yapmaları gerektiğini anlatıyordu: “Topu Wilt’e indirin.” McGuire’ın selefi Neil Johnston bir maçta rakip oyuncuyu savunmadığı için Wilt’i eleştirmiş, Wilt ise cevaben isminin Chamberlain olduğunu, istediği zaman istediği rakibi savunacağını söylemişti. Johnston’un koçluk kariyeri uzun sürmedi. 2 senenin ardından, 1961/62 sezonunda yerini Frank McGuire’a bıraktı.

McGuire için hesap belliydi; her maça 50-0 önde başlıyorlardı. Wilt’i durdurmak mümkün değildi. Eğer hücumların 3’te 2’sinde topu Big Dipper’a verebilirlerse Celtics’i eleyeceklerine inanmıştı.

Devre bittiğinde Wilt’in istatistik hanesinde 41 sayı vardı.

Rotasyon oyuncuları, sayı ortalamalarının kontratlarına yansıyacağını bildikleri için sezon boyunca ara sıra sızlanıyorlar ama McGuire’ın vaatlerini (“kontratlar hazırlanırken bizzat sürece dahil olacağım”) hatırlayıp vazifelerine konsantre oluyorlardı. Takım, heybetli gövdesini parlak ışıklarla yıkayan Wilt’in etrafında toplanmış, günışığı almaksızın yaşamaya çalışan bir düzine gölgeye benziyordu. Chamberlain tüm ilgiyi kendine çekiyordu; gazeteciler, taraftarlar, kadınlar, para…

Wilt adeta takımdan ayrı yaşıyordu. Antrenman ve maçlarda takıma katılıyor, etraftaki herkesin hayran bakışları altında maharetlerini gösteriyor, işi bitince tek başına arabasına atlayıp rivayetlere karışıyordu.

Üçüncü çeyrek bittiğinde 69 sayıdaydı.

On yıllar sonra mikrofonu emekli edilecek meşhur Philadelphia spikeri David Zinkoff, sayılar arttıkça heyecanla yeni rekoru anons ediyordu: “79 sayı! Chamberlain rekoru kırdı!.. Yeni rekoru geliştirdi: 81!.. Veee 82! Chaaam-ber-lain!..” Zink’in haykırdığı her kelime, Knicks oyuncularının kafataslarında yankılanan birer çekiç darbesine benziyordu.

Darall Imhoff yıllar sonra verdiği bir röportajda, Zink’in sesini hâlâ duyabildiğini söyleyecekti. Başka bir röportajdaysa şakayla karışık kendisine haksızlık yapıldığını anlatacaktı: “Wilt o günkü sayılarının tamamını benim üstümden atmadı. Ben sahadayken en fazla 85 sayı atmıştır.” Aslında 6 faul aldığı için yalnızca 20 dakika sahada kalabilmişti. Knicks’in koçu Eddie Donovan, Wilt’in daha fazla sayı atmasını istemiyor, tüm oyuncularıyla tek adamı savunmaya çalışıyordu. Warriors oyuncuları zaten şut atmayı bırakmıştı. Bazen perde bile yapmıyorlar, yalnızca topu Wilt’e verip 1’e 5 hücum edişini izliyorlardı. Herkes büyülenmiş gibiydi; sahadaki oyuncular, tribündeki taraftarlar…

Chamberlain’in 100 sayılık maçı o gün salona gelen insanların hafızalarında yaşıyor. Maça dair elimizde hiç görüntü yok. Yalnızca 10 küsur dakikalık bir ses kaydına sahibiz.

NBA, 1962’de tek tük yıldızların varlığına rağmen lig olarak henüz anlam kazanamamıştı.6 O gün Hershey’de televizyon kamerası yoktu. New York basınından hiç kimse gelmemişti. Yalnızca iki fotoğrafçı maçı takip ediyordu; biri ilk çeyrek bitmeden salondan ayrılmış, diğeriyse birkaç fotoğraf çekmişti.

Maça 4124 seyirci katılmış, neredeyse 4000 koltuk boş kalmıştı.

Chamberlain’in 100 sayılık maçı, Pennsylvania Dutch Country’de eski püskü bir spor salonunda oynandı. Birkaç sokak ötede Milton Hershey’nin meşhur çikolata fabrikasından sızan tatlı dumanlar gökyüzüne yayılıyordu.7

lal

“İki kere şampiyon olmasına rağmen tüm tarihçilerin mağlubiyetlerle hatırladığı başka bir sporcu var mı? Benim aklıma gelmiyor. Peki sezonu 50,4 sayı istatistiğiyle tamamlamış bir basketbolcunun MVP yarışında ikinci olması anlaşılabilir mi? Hayır, değil. Fakat Wilt’in manevi mirası böyle ve hep böyle kalacak.”

Chuck Klosterman

MLB tarihinde 4 home run yapan tam 16 oyuncu var. NFL’de touchdown rekoru 6; günümüze dek 3 farklı isim bu sayıya ulaştı. NBA’deki sayı rekoruna en çok yaklaşan isim ise 100 sayının yalnızca 5’te 4’ünü görebilen Kobe Bryant oldu. Wilt’in istatistikî hakimiyeti, Kuzey Amerika spor tarihindeki tüm rekorları ve parlak başarıları gölgeliyor.

1962 sezonunu 50,4 sayı ortalamasıyla bitirdi. Listenin ikinci sırasında Jordan (1987) var: 37,1 sayı. Sezon boyunca tam 15 kere 60+ sayı attı. Yalnızca iki kere 30 sayının altına düştü.8

Peki Chamberlain her sezon böylesine ihtişamlı istatistiklere ulaşabilir miydi? Russell, 50 sayının bir defaya mahsus olduğunu söylüyor.

1962 sezonunu kusursuz bir fırtınaya benzetebiliriz. Doğru adam, doğru zamanda, doğru koç ve doğru takım sahibiyle birleşmiş, ortaya günümüz NBA izleyicisinin anlayamayacağı esrarlı bir istatistik abidesi çıkmıştı.

1962’de ligde 9 takım vardı. En önemli 8 rakip uzunun 5’i beyaz tenliydi ve tamamı Wilt’ten kısaydı. Yalnızca 3,5 ciddi rakibi vardı: Bill Russell (süper), Bob Pettit (PF – çok iyi), Walt Bellamy (iyi) ve Wayne Embry (buçuk). Tabii ligin ilk dönemlerinde az sayıda takım olduğu için bu isimlerle sık sık eşleşiyordu. Mesela 1962 normal sezonunda Russell’la tam 12 kere karşılaşmıştı.

Bahsettiklerimi tutarlı bir perspektife yerleştirebilmek için şöyle düşünelim: Tarihteki en büyük oyunculardan Hakeem Olajuwon, 90’ların ortasında 4 kere Robinson’la, 2 kere Shaq’le ve 2 kere Patrick Ewing’le oynuyor, diğer akşamlardaysa kendi deyimiyle zorlanmaksızın maçı bitiriyordu. Peki Hakeem ve 62 model Wilt’in hemen hemen eşit ölçüde zorluklarla mücadele ettiğini söyleyebilir miyiz? Elbette ki hayır. Hakeem çok daha yarışmacı bir ligde, oyuncular için hacim, yetenek ve kondisyon standartlarının olduğu bir dönemde kariyerini geçirmişti. Üstelik oyunun evrimi, basketbolun daha yıpratıcı savunmalara karşı oynandığı bir devrin yolunu açmıştı.

Chamberlain’in ligdeki ilk senelerinde yakaladığı istatistiklerin sunî olarak şiştiği aşikar. 50 sayıyı azamî dikkatle tahlil etmeye mecburuz. Fakat 60’larda Afro-Amerikalı atletlerin lige hücum etmesiyle beraber manzaranın tamamen değiştiğini, Wilt’in tüm kariyerine baktığımızda benzer bir sunî şişkinlik iddiasını sürdüremediğimizi görüyoruz.

Wilt’in en az 3 sene oynadığı bazı center’lar: Bill Russell, Walt Bellamy, Nate Thurmond, Willis Reed, Wes Unseld, Elvin Hayes, Kareem Abdul Jabbar, Bob Lanier, Dave Cowens…

68 ve 69’da geçirdiği büyük sakatlıklarla eski atletizmini kaybetmesine rağmen 70 sezonunda 27-18 ortalamalarıyla oynadı. Ligdeki son senesinde 36 yaşındaydı ama 18,5 ribaund ortalamasıyla 24 yaşındaki Cowens’ın, 27 yaşındaki Hayes’in ve 25 yaşındaki Kareem’in önünde ligi ribaund kralı olarak bitirdi. Hatta son 3 senesinde bu unvanı kimseye kaptırmamıştı.

Hücumunu yalnızca güç üstüne inşa etmemişti. 3,5-4 metreden kullandığı jump shot’larda istikrarla isabet sağlıyor,9 turnikeleri finger roll’le bitirebiliyor, panyalı atışlardan iptidaî bir hook-shot’a dek repertuarındaki pek çok farklı hareketle rakiplerini mağlup edebiliyordu. Alçak post’ta topu alınca herkese pas verebilecek kadar yetenekliydi. Savunma ribaundunu alıp, hızlı hücuma çıkan arkadaşlarına onlarca metrelik paslar atabiliyor, hatta bazen bizzat topla rakip sahaya geçip transition’ı yönetiyordu.

Wilt Chamberlain NBA’in hangi döneminde oynarsa oynasın benzer istatistiklere ulaşabilir, tüm departmanları alt üst edebilirdi.10 Eğer Chamberlain’e bir istatistikî hedef gösterilmişse, ona ulaşamaması mümkün değildi.

“İnsanların benden bahsederken sürekli 100 sayılık maçı hatırlamaları garip. Sanırım ben o maçı hepinizden daha az düşünüyorum. Aslında 55 ribaundluk rekorumu daha çok sevdiğimi söyleyebilirim. Hem o gün karşımda Bill Russell vardı.”

Wilt Chamberlain

Wilt’in 100 sayılık performansı NBA camiasında farklı tepkiler yarattı.

Taraftarlar, kehanetin nihayet gerçekleştiğini düşündüler. Maç boyunca tribünlerle beraber “topu Wilt’e ver” diye bağıran koç McGuire, Wilt’in 100 sayı atabileceğine her zaman inanmış olmasına rağmen maç bittiğinde gerçeği sindirmekte zorlandığını fark etti. Darrall Imhoff, Wilt’e, “benim ismimi de Hall of Fame’e taşımayı unutma” dedi. Yalnızca 2 gün sonra Knicks ve Warriors MSG’de bir kez daha karşılaşacaklar, Knicks taraftarları bu defa Wilt’ten 58 sayı yiyen Imhoff’u ayakta alkışlayacaktı.

Bob Cousy, haberi duyduğunda küçümsemekle yetinmiş, maçın kontrolden çıktığını düşünmüştü. Wilt’le yıldızı asla barışmayan Red Auerbach, kendisinin de 1.65 boyundaki insanlara karşı 100 sayı atabileceğini söylemişti. Bill Russell ise haberi alır almaz gülümseyerek mırıldandı: “Koca adam sonunda başardı.”

Belki de senenin en kârlı ismi Eddie Gottlieb oldu. 1952’de 25.000 dolara aldığı Warriors’ı sezon sonunda 850.000 dolara satacak; Wilt’in varlığıyla büyük değer kazanan camianın yeni sahipleri, takımı San Francisco’ya taşıyacaktı.

Maç boyunca bir efsane inşa eden Wilt Chamberlain, salonda konuşacak gazeteci olmadığı için birkaç çocuğa imza verip soyunma odasının yolunu tuttu. Çehresi geniş bir tebessümle parlıyor, istese 140 sayı bile atabileceğini düşünüyordu.

Eve dönüş yolculuğunda Warriors otobüsü Amish köylerinin içinden geçerken Chamberlain’in takım arkadaşları, gecenin derinliklerinde kandil ışığıyla kağnısını süren bir adam fark ettiler. Chamberlain bu manzaraya asla şahit olamayacaktı. Aynı saatlerde beyaz Cadillac’ıyla Harlem’de işlettiği gece kulübüne gidiyordu. Duş almış, yorulmuş ama hâlâ neşesini kaybetmemişti. O gece Big Wilt’s Smalls Paradise’ın ışıkları 4:00’e dek sönmeyecekti.11

  1. Kariyerinin sonlarında vücudu ağırlık antrenmanlarıyla şişip hantallaşacaktı. Fakat 1960’larda basketbol salonlarına giden yazarlar, Wilt’i 20. asrın en büyük atletlerinden biri olarak hatırlıyorlar. JaVale McGee’nin hız ve çevikliğini gözünüzün önüne getirin; daha uzun, daha iri ve daha güçlü olduğunu düşünün. Bu canavarın, istediğinde mükemmel bir pasöre dönüşebileceğini hayal edin. Ve Bill Russell’ın şu sözünü hatırlayın: “Wilt karşılaştığım en zeki basketbolcuydu.” []
  2. Chamberlain’in ihtişamlı istatistikleri kısa süre sonra insanın perspektifini kaydırıyor. 60+ sayı atanlar listesinde Wilt’i takiben gelen iki isim Jordan ve Kobe. Kariyerleri boyunca 5’er kere bu sayıya ulaşabildiler. []
  3. Son senesini okumamış olduğu için dönemin kuralları gereği NBA’e girmesine izin verilmemişti. []
  4. Wilt lige girdiğinde kendisinden daha yavaş, daha hantal, daha kısa… ve evet, daha beyaz uzunlarla mücadele ediyordu. Fakat Afro-Amerikan atletler (Russell, Elgin, Oscar, Wilt…) ligi domine etmeye başlayınca, yazılı olmayan kuralların muhafaza ettiği “kadroda 3+ Afro-Amerikan oyuncu olmasın” geleneği birkaç sene içinde paramparça oldu. Oyun yatay ve beyaz olmaktan çıkıp dikey ve alacalı hale gelmiş, 60’larda lige giren yeni nesil atletlerin hükmünde basketbolun geometrisi değişmişti. []
  5. Wilt, A View From Above‘da 20.000 kadınla beraber olduğunu iddia etmişti: “Evet, 20.000 kadın, yani 15 yaşımdan beri her güne 1,2 kadın düşüyor.” Sports Illustrated‘ın emektar yazarlarından Frank Deford, ne de olsa Wilt’in her zaman istatistiklerle ifade edildiğini söyleyecekti: “En uzun, en çok sayı atan, en fazla ribaund toplayan, en çok asist yapan, en fazla para kazanan… ve evet, en fazla hatun tokmaklayan.” Grantland’in kurucularından Chuck Klosterman’ın yorumuysa şöyle: “Asist krallığını fethederek bencil olmadığını kanıtlamak ve 20.000 kadınla yattığını iddia ederek ilginç olduğunu anlatmaya çalışmak. İki vaka arasındaki simetrik estetiği fark ettiniz mi?” []
  6. Bir Paragrafta NBA Tarihi Köşesi (yeni başlayanlar için): Eğer NBA’in ilk senelerini (yani 24 saniyelik şut saatinin olmadığı karanlık çağı) domine eden George Mikan’ı bir kenara bırakırsak ligin ilk süperyıldızı Bob Cousy. Driplingleri, pasları, kısa boyu ve bembeyaz ten rengiyle tüm taraftarların rahatlıkla bağ kurabileceği, kendilerine yakın hissedebileceği Cousy, 1960’lardan itibaren tacını yeni nesil yıldızlara bıraktı. Siyah basketbolcuların şafağında Wilt Chamberlain ve Elgin Baylor gibi bazı mega yıldızlar, basketbola olan ilgiyi yükseltememelerine rağmen kendileriyle sınırlı bir yıldız cazibesi inşa edebildiler. Tabii Wilt, Baylor, West ve başka birkaç ismin yarattığı merak lige yönlendirilemediği için 70’lere girerken insanlar hâlâ NBA’i önemsemiyorlardı. Artık lig, ortalama taraftar için fazlasıyla siyah olmuş, 70’lere hakim olan uyuşturucu furyasıyla beraber itibarını tamamen yitirmişti. NBA ara sıra önemli birkaç isim (ABA’den gelen Dr. J) çıkarsa bile 80’lere dek bir lig olarak anlam kazanamayacaktı. Sonrasını biliyoruz zaten: Bird & Magic, Jordan, uluslararası yıldızlar… []
  7. Bu paragrafı Pomerantz’ın Wilt 1962 isimli kitabından aldım. Yeri gelmişken, en tepedeki illüstrasyon da Free Darko imzalı Undisputed Guide to Pro Basketball History‘deki görsellerden. []
  8. 26 ve 28. Her iki maçta da Celtics’e karşı mücadele etmişti. []
  9. Biliyorum, kariyeri boyunca %51’le serbest atış kullanan bir oyuncudan bahsettiğimiz için kulağa saçma geliyor. İnanmayanları YouTube’a davet ediyorum. []
  10. 11 kere ribaund, 7 kere sayı, 1 kere asist kralı oldu. Kariyer sayı ortalamasında Jordan’ın hemen ardından ikinci (30,1), ribaunddaysa birinci (22,9) sırada. 74’ten önce blok istatistiği tutulmadığı için net bilgiye sahip değiliz ama muhtemelen bu alanda da Russell’ın ardından ikinci sırada yer alacaktı. []
  11. Wilt 1962, Gary M. Pomerantz []