Sanırım ben liste başarılarını gerçekten önemseyen son kuşağa mensubum. Radyo programımda ya da müzik yazılarımda bir albümün Amerika ya da İngiltere listelerine kaç numaradan girdiğini, orada ne kadar kaldığını, satış hızını mutlaka anlatmam bundan. Benden alt kuşakların buna hiç kafa yormadığını, bunu hiç önemsemediğini artık bilsem de, “Mumford & Sons Amerika’da yılın en hızlı satan albümü” veya “Green Day 12 yıldır ilk defa bir albümüyle ilk 10’un dışında kaldı” gibi cümleleri kuruyorum.
Artık eskisi kadar büyülü gelmese de, en azından “Love, Actually”yi izleyenler bilirler, Britanya’da “Noel 1 numarası” olmak bir sanatçı için kutsal kadeh gibi bir şeydir. Bu yüzdendir ki, Spice Girls’ün üç sene üst üste Noel’i zirvede geçirip The Beatles’ın rekorunu egale ettiği veya 2000’de Noel 1 numarası olmak gibi inanılmaz prestijli bir payeyi Bob The Builder’dan “Can We Fix It?”in kaptığı gibi gereksiz bilgiler hafızamdadır. Veya 2009 yılında internet üzerinden örgütlenilip Rage Against The Machine’in “Killing in the Name of”unu zirveye taşıyarak sisteme büyük bir darbe vurulduğu gibi safça inançlarım da vardır. Ama bu yıl, sadece benim gibi liste manyağı dinozorlar için değil, gerçekten bir fark yaratan bir şarkı var Noel listesinin zirvesinde. The Justice Collective’den “He Ain’t Heavy, He’s My Brother.”
“He Ain’t Heavy, He’s My Brother” 1960’lardan klasik bir ballad. İlk yazan ve yayınlayan The Hollies ama o günden sonra o kadar çok cover’ı yapıldı ki onu anonim bir şarkı sanabilirsiniz. Bu şarkının son yorumu ise Britanyalı all-star bir müzisyen kadrosunun bir araya gelmesiyle oldu. Müzikal tarafını bir kenara koyalım, amaç burada esas olan. Amaç, 96 için adalet. Hikayeyi biliyorsunuz, o yüzden uzatmayacağım: Eylül ayında, Hillsborough Independent Panel’ın uzun süren çalışması tamamlandı ve yayınlanan raporlara göre yıllardır mevcut olan ezberin aksine kusurlu olanın taraftarlar olmadığı, polis başta olmak üzere pek çok kurumun görevini yapmadığı için ölümlerin katlandığı açıklandı. Resmi özürler dilendi ancak daha önemlisi geçen hafta itibariyle de yeni bir soruşturma açıldı. İngiliz futbolunun en kara günü olan 15 Nisan 1989 yılındaki FA Kupası yarıfinalinde ölen 96 kişi geri gelmeyecekti ama en azından “adalet” yerini bulacaktı.
Gelinen nokta, kayıp yakınlarının yıllar süren çabalarının sonucuydu. “Kaybedilen” belgelere, The Sun’ın yalanlarına, kurbanları suçlu yapan iftiralara karşı bazı insanlar “adalet” için savaşmışlardı ve hüzünlü de olsa bir “zafer” kazanmışlardı. Ancak hikaye bitmemişti.
“Gerçeklerin ortaya çıkması herkesi şoke etmişti ve insanlar Facebook’ta, Twitter’da ‘Neler yapabiliriz?’ diye sormaktalardı,” diyordu Liverpool’un kült rock gruplarından The Farm’ın vokalisti Peter Hooton. The Farm kış aylarını The Clash efsanesi Mick Jones ve Pete Wylie ile birlikte The Justice Tonight Band adı altında konserlere çıkarak geçirmişti. “Sanki yaptığımız her şey bizi buna getiriyordu.”
Tüm gelirleri Hillsborough mücadelesine aktarılacak bir single kaydetme fikri ortaya çıkmıştı ancak şarkı seçiminde ilham komşudan geldi. Liverpool’da ya kırmızısındır, ya mavi. Ancak böylesi günlerde, Merseyside birleşir, tek olur. Rhys Jones için Anfield’da Everton marşının çalınması gibi… 17 Eylül 2012 akşamı oynanacak Newcastle maçının öncesinde Everton’ın stadı Goodison Park’ta Hillsborough kurbanları için müthiş bir saygı duruşunda bulunuldu. Skorborda 96 kurbanın isimleri yansıtıldı, Everton ve Liverpool logolarının yanında Merseyside United yazısı bulundu, mavi formalı 9 numaralı çocuk ve kırmızılı 6 numara el ele orta yuvarlağa yürüdüler ve stat hoparlörlerinden “He Ain’t Heavy, He’s My Brother” çalındı. Şarkı bu olmuştu, 45’liğin kapağında da 9 ve 6 numaralı çocuklar olacaktı.1
“İnanılmaz etkileyici bir andı. Bu Hillsborough kaydını Everton’lılar, ya da herhangi bir futbol taraftarı alabilirdi. ‘You’ll Never Walk Alone’ olsaydı Liverpool taraftarları dışında kimse almazdı,” diyordu Hooton. Katılanlar da sadece Liverpool’lu olmadı. “Ben Liverpool’lu değilim, kayıttaki pek çok kişi gibi,” diyen Paloma Faith gibi. “Ama toplumun gözü önündeysen gücünü önemli bir şey için kullanmalısın. 60’lardaki gibi!”
1995’teki “Help” albümünü hatırlarsınız. Birkaç gün içerisinde dünya üzerinde farklı farklı stüdyolara giren bir düzineden fazla sanatçı, Bosna’ya yardım adına bu kaydı oluşturmuştu. “He Ain’t Heavy, He’s My Brother” için de kısa sürede pek çok müzisyen toplandı. Yukarıdakiler dışında Paul McCartney, Robbie Williams, John Power, Chris Sharrock, Richard Hawley, John McClure, AIDS olduktan sonra çok nadiren şarkı söyleyen Holly Johnson, Paul Heaton… Hatta Liverpool efsaneleri Kenny Dalglish ile Alan Hansen ve eski Everton’ın kahramanlarından Peter Reid. Fikir babalarından Liverpool vekili Steve Rotheram’ın dediğine göre “normalde dokuz ay sürebilecek bir şey dokuz haftada” yapılmıştı; “müthiş adanmış, tamamen para almadan çalışan bir ekiple…”
Robbie Williams da -kendisini Take That günlerinden beri takip edenlerin iyi bildiği üzere- aslında Liverpool’lu falan değil. “Ben Port Vale’i tutarım. Asla bir şey kazanmamışızdır. Liverpool’dan nefret ederdim, onları kıskanırdım. Ama büyüdükçe kulüple ve idealiyle aşık olmaya başladım. Takımı tutmuyorum ama taraftarlarının desteğine bayılıyorum – tezahüratları, tarihi, tutkular… Bir futbol taraftarı olarak güzel bir şarkı söylemek ve yardım etme fırsatını kaçıramazdım.”
Noel 1 numarası olmak eskisi kadar önemli olmayabilir ama müzik her zamanki kadar değerli. Acılar en zıt kutupları bile buluşturabiliyor ve dostluk için söylenen bir şarkı her zaman insanların içini ısıtabiliyor. Bundan 43 yıl önce yazılmış acı dolu bir türkü, 23 yıl önce yaşanmış bir trajediyi anlatabiliyor. Paylaşmasını bilen kardeşler olduğu sürece, bazı acılar bile katlanılır oluyor.
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane