Skip to content

43. Yıl

Üç tipi vardır düşmenin. İlk tip, canınızın çok acımadığı, daha çok “etrafa rezil oldum mu acaba?” düşüncesiyle üstünüzü başınızı temizlediğiniz, hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalktığınız düşüş tipidir. İkinci tipte canınız bayağı yanar, öyle ki, insanların ilgisini istersiniz bu kez, acınızı geçirsinler diye. Üçüncü ve sonra tipte ise öyle bir düşersiniz ki, kalkmaya mecaliniz kalmaz, etrafınız umrunuzda olmaz, önce biraz soluklanırsınız, sonra belki bir yerlere tutunarak, zar zor kalkarsınız…

Ne politikadan anlarım, ne de politikayı severim ama, son dönemdeki bu “Kaddafi aslında iyi adamdı :(“ yazıları beni ziyadesiyle rahatsız ediyordu. 42 yıl insanları tek başına yöneten, 42 yıl boyunca bir toplumun kaderini iki dudağının arasında tutan bir adamın iyi olduğunu iddia etmek, hele ki herhangi bir Libyalıyla konuşmadan, Libya’yı görmeden bunu yapmak, fazlasıyla acımasız geliyordu bana. Uzun süre haberlerde dolanan Libya, Kaddafi’nin linç görüntüleriyle birlikte bir anda ortadan kayboldu, sonrasındaysa her şey bir kenara atılıp, linçten sebep “vahşilikle” suçlanan bir avuç insana, Batı tarafından silahlandırılan ahlaksızlara indirgendi koca Libya.

Libya uçağında sürekli prova yapıyordum. “Çatışma falan çıkarsa yere atlıyorum, kaçırılırsam ne isterlerse veriyorum, gece dışarı çıkmıyorum…” gibi. Tripoli havalimanına iniş kolay oldu, zaten bomboş bir pist, az dolu bir havalimanı. Pasaport kontrolüne doğru giderken bir tuvalete gideyim, sıra mıra olur, neme lazım diye düşünüp, kırdım direksiyonu tuvalete. Yol kenarı esnaf lokantası tuvaleti karşıladı beni. Şu ana kadar gördüğüm havalimanlarındaki modern, pislenecek diye işemeye kıyamadığın tuvaletin yerinde kırık, bol izmaritli, harabe bir tuvalet vardı. “Lan nereye geldik?” düşünceleri arasında önce pasaport kontrolü (aman geç geç ifadesiyle, 10 saniye sürüyor), sonra da çıkış kapısı…

Bilumum yerleri vuruk, kendisi de bitik bir aracın içinde, havalimanı-Olimpiyat Komitesi binası yolculuğum başladı. Her yer toz, camı açıp 30 saniye duramıyorsunuz. Belgesel çekmeye gitmiş olsan HD yayınlanamaz tozdan, olmaz yani, o derece. Kırmızıda geçenler, yeşilde duranlar, ters yönden dörtlüleri yakıp üstüme üstüme gelenler ve kendinden büyük silah taşıyan askerler eşliğinde vardım toplantıya. Libya’nın özeti o trafik aslında. Her tarafı vuruk, pahalı ama özensiz araçlar, saçma sapan bir “düzen” içinde ilerliyor. Ancak hepsinin  bir ortak noktası var; antenlerindeki yeni Libya bayrağı.

Tripoli çok acayip bir yer. Şehrin iç tarafları Ege’nin herhangi bir şehri gibi. Bütün eski binalar İtalyan mimarisiyle yapılmış. Limana doğru gittikçe modernleşiyor şehir. Kocaman oteller, modern binalar ve daha fazlası giriyor işin içine. İstanbul’a şantiye diyoruz artık hani, Tripoli bin beter. Şehir turu atarken “şurası tarihi çeşme, burası eski şehir merkezi” gibi cümleler yerine “şurası Çinlilerin inşaatı, şurası Türk şantiyesi, şu demiryolu da Rusların” gibi cümleler kuruluyor. Gelişiyorlar… Benzinin litresi 20 kuruş, para bol yani. Araçların vuruk olmasının sebebi, tamire götürmek yerine yenisini almayı tercih etmeleri…

“Yeni Libya”, “Özgür Libya” yazıyor duvarlarda. Arapça grafitiler var, Kaddafi karikatürleri var şehrin dört bir yanında. Şehir merkezi hariç, her tarafta asker kıyafetleri ve kurşun izleri var. Kaddafi’nin askerleri şehirden kaçarken, asker oldukları anlaşılmasın diye yolda değiştirmeye çalışmış kıyafetlerini, başaramamışlar. İbret olsun diye duruyor tüm kıyafetler tozun, toprağın içinde. Şehir, ülke sıfıra yaklaşmış. Evet, hala canlılık var, ancak suni gözüküyor.


Libya’da spor şu anda sıfır. Ligler kapanmış. Stadyumları harabe halden, normal hale geçirmeye uğraşıyorlar. Kulüpleri tekrar faaliyete geçmeye ikna aşamasındalar ki, bunun için de sponsorları ayartma çabası içindeler. “Çok fazla bir şey değişmedi aslında” diyor eski Libya judo şampiyonu, şimdinin Libya Olimpiyat Komitesi başkanı Nabil Elalem. “Eskiden de sporu sevmezdi. Sporcuya hiçbir zaman doğru değer verilmedi zaten bizde. Sporculardan korkardı aslında. Yıldız olmaya yakın, yetenekli bir sporcu olduğunda önünü keserdi, onun idol olmasından, rejimine karşı kullanılmasından korkardı. Spikerlere ya da gazetecilere sporcu ismi söylettirmezdi mesela, hep numaralar söylenirdi ki isimlerini öğrenmeyelim…”

Kaddafi’nin askerlerinin hedeflerinden birisiymiş Libya Olimpiyat Komitesi’nin binası. Bütünüyle güzel bir kompleks aslında ve bölgenin en değerli spor merkezlerinden biri olabilirmiş üzerinde çalışılsa. Ama o yok etmeye çalışmış daha çok tabii. Genel direktör Hafed İsmail Gritli, askerlerden kaçmak yerine, binadaki bütün malzemeleri ve sporcu verilerini korumayı tercih etmiş. “Bunun yolda olduğunu biliyorduk. Askerlerin gelişinden yaklaşık bir gün önce başladık kardeşlerimle birlikte çalışmaya. Önce camları çimentoyla kapattık, terkedilmiş görüntüsü vermek istedik. Bunu yaparken bizi gören sporcular ve antrenörler de katıldılar, onlarla birlikte 2-3 araca sığdırdık tüm değerli eşyaları ve evime götürdük her şeyi. Özellikle Tunus ve Faslı milli takım antrenörlerinin kaçmak yerine bana yardıma gelmeleri ve Brezilyalı, bu işlerle hiç alakası olmayan futbol milli takım antrenörümüz Marcos’un pasaportunu getirip bana teslim etmesi ve ‘siz iyi olmadan ben de gitmiyorum’ diyerek aramıza katılması devrimin en güzel özeti bence.”

Libya’nın ilk serbest televizyonu Libya Alhurra da yayına başlamış. Vurularak ölen 2 genç ve devrimci dostunun hayaline sahip çıkarak, tüm risklere karşın kanalı kuran Abdülrahim Nagem, spor gazeteciliğinden gelen, hayalperest bir adam. “11 Mart’ta ilk deneme yayınımızı yaptık. Nasıl haberi oldu, nereden gördü bilmiyorum ama, hemen adamlarını yolladı Kaddafi. Kocaman silahlarla kapımıza dayanıp, kablolarımızı söktüler. Sonrasında ısrar ettik, savaştık. 30 Mayıs’taki ilk yayınımızı yaptığımızda ise bizimle uğraşacak halleri kalmamıştı…”

“Eskiden birisi işe girdiğinde Kaddafi ve ailesi için işe girdiğini düşünürdü. Şimdiyse özgür bir hayatı var” diyor Arafat, Kaddafi’nin harabe olmuş sarayını gezdirirken. Her tarafta kurşun ve top izi, her tarafta çöp, pislik ve nefret var 7 hektarlık harabenin içinde. İnsanlar yoldan geçerken oraya dönüp bağırarak küfrediyor, tükürüyor… 42 yılın hıncını çıkarıyorlar.

Meydanlar partilerin olmuş. İslamcı partilerin seçime girmesini yasaklamışlar gericiliği önlemek adına. Her yerde propaganda var, insanlar umut dolu gözlerle vaatleri dinliyor.

Libya üçüncü tip düşüşü yaşadı. Biraz nefesleniyor şimdi. Birkaç ay sonra seçimler var, seçilenlerin omuzlarından destek alıp yeniden ayağa kalkmayı bekliyor. İnsanlarda umut var artık. Umut, ülkeyi yeniden kuracak gibi. Duvarlarda kurşun izleri var, ancak kurşunlar duvarları geçememiş. Hem zaten fikirler de kurşun geçirmez değil midir?