Skip to content

yolculuk, varamayıp geri dönmek, yorgunluk, kafayı dinlendirmek, kitap ayraçları ve ray carver hakkında elmalı bir şiir

elmalıcarver.

tekirdağ’da mola verip
hep oturduğumuz liman lokantası’nda
ekonomik krizi pek sallamayan
bir otobüs dolusu batı trakyalı yunanın arasında
köfte-piyazı midelere indirdikten sonra
direksiyonu devraldım ve
aralıksız yağmur altında yüksek tempoda
birbuçuk saat kadar kullandım.
kış ortası bir pazar akşamı olduğundan
otoyol boştu, bu sayede
sekizi on geçe vardık eve.
yağışlı karanlıkta sürekli silecek ayarı yaparak
ve azami dikkat sarfederek
120’den aşağı düşmemiştim
ve ortopedik sorunlarım vardı zaten
yorulmuştum anlayacağınız
belim, sırtım, boynum
kurutulmuş boşnak eti gibi
katı ve gergindi (muhtemelen tuzlu da.)

kadın evde rahat etmemize dair
bazı ayarlamalara girişti, ben de
hemen parmak boyunda ve eninde
kaygusuz bir sigara dolayıp
yapıştırdım ve uzandım;
yavaşlamaya yumuşamaya ihtiyacım vardı
ama gözleri kapamak pek de
işe yaramayacaktı, zihnim
inişe geçmemişti henüz: üç gün önce
en az üç haftalığına, diye
imroz’a doğru yola çıkmış
çanakkale’de lodos fırtınasıyla karşılaşınca
adaya geçmeyi başaramamıştık;
ilk gün gemi kalkmamış, sonra da
adada elektriğin kesildiğini
haber almıştık, yedibin küsur insan
jeneratör bekliyordu karadan
ve havanın ne zaman izin
vereceği meçhuldü, denizin altından
adaya elektrik ileten kablonun
ne zaman onarılacağı da
(ki zaten her sene yaşanan
birşeydir bu, evet her sene
hep bu mevsimde!)
benim kendinden-ışıklı-kadın’ın
köydeki yaşlı evi
geçmiş günlerin aksine
artık elektrikle ısınıyordu
ve bu koşullar altında (iklim, enerji, ulaşım)
orada rahat etmek mümkün değildi.
yaşam mücadelesi vermeye değil
biraz kafa dinlemeye
niyetli oduğumuzdan
adayı iptal edip (kendi zaten olmuştu)
boklu ve elektrikli iğrenç beton
bataklığına geri dönmüştük.
yani çanakkale bazen
batı’ya doğru da geçilmez,
bilmeyen varsa öğrensin
ben de döneyim artık
rahat yatağıma…

dediğim gibi, komple yorgundum
hemen uyuyamayacak kadar,
rakı ve tetrahidrokanabinol yetmeyecekti
kafayı iyice dindirmem
lâzımdı, özetle biraz daha
yardım almam lâzımdı.

adada okumak üzere
çantaya doldurduğum ve demin de
gerisingeri çıkardığım kitaplardan
bilmezsiniz aşk nedir’i
aldım elime (ne de olsa üç gündür
gezip duruyordu bizimle)
yol yorgunu it de bir kargaşa halinde
bacağımın yanına yerleşerek
götünü iyice yaslayıp horlamaya başladı.
uygun şartlar sağlandı, dedim
rakıdan bir yudum alıp
sigaradan bir nefes çekerken
ve açtım kitabı
içinden düşen ayracı yana fırlatıp
okumaya başladım.

okudum okudum
45 dakikada bitti,
hiç telaşlanmadan
dönüp tekrar okudum
iyice sinsin diye
ve bu da yarım saat sürdü.
r. carver eskidenberi benim
dipteki nadide yazarlarımdan-
dır, bir diğeri de bukowski,
olduğum kişide payları
bulunduğuna eminim.
neyse, hasta raymond’ın
sarhoş buk ile geçirdiği
bir gece de var kitapta,
aslında kitaba adını veren
şiirin ta kendisi bu.

harikaydı elbet, aklım
günbatımında yüzüyor gibiydi
ama size garanti veremem
nereden bileyim ne bok
olduğunuzu yahut ne kadar
batmış bulunduğunuzu.

kitap tekrar bittiğinde
sevişme sona ermiş gibi
zevkle boşaldı kafam
rahat ve iyi hissediyordum.
mükü’nün başucundaki kitapların
arasına yerleştirmeden önce
sondaki boş sayfaya
kısa notumu yazdım
tarihi olmasa da, en azından
tarihli bir nottu: 8 ocak 2012.
bilmezsiniz aşk nedir’i
saki ile keret’in hikaye kitaplarının altına
v. bener’in havva’sının üstüne koydum
birbirleriyle geçinecek tiplerdi hepsi de
ve salonda petruciani çalıyordu
anca farketmiştim.

derken yatakta kültablasının yanında
ayracı gördüm, o salak ayracı…
zaten nedir ki
kitap ayracı olmak üzere üretilmiş
kartondan bir kitap ayracı?
ayraç lafı bile
ziyadesiyle gerzekçe iken
üstüne bir de
böyle bir şey var, bir nesne
muhtemelen milyarlarca!
yani şurda haklarında birkaç satır yazsam
mantıksız olmaz, o kadar çoklar
gereksiz oldukları kadar çok.
pek hoşlanmam ve kullanmam onları
eskiden sayfanın üst köşesini kıvırırdım
daha eskiden, çocukken yani
kitap sayfalarının yazısız kenarlarını
düzgünce yırtıp yediğim için
nerede kaldığım zaten belli olurdu.
şimdiyse uzun süredir
sigara kağıdı kapaklarını kesip
koyuyorum okuduğum kitabın arasına
ya da bazen bir fotoğraf.

uzatmaya değmez, gidip çöpe attım
üzerinde yazarın özgeçmişi ya da
diğer kitaplarının listesi filan olmayan
bunun yerine can yayınları’nın
feysbuk ve tvitır adresleri bulunan
aptal ve anlamsız ayracı.
sonra buzdolabını açıp sarı ışıkta parlayan
tek elmayı aldım, dört gündür bizimleydi
bin kilometreden fazla yol gitmiş
bütün halde dönmeyi başarmıştı
bundan memnun muydu bilmiyorum
ama hâlâ sert ve kırmızıydı
onbeş dakika daha bekle, dedim ona
şu kafamdakileri yazıvereyim…
elma cevap vermedi (ikrar?)
mutfak tezgahına koydum onu
ve benim tezgaha geçtim,
sonra da bu hantal şiiri yazdım.
hıyarın tekiyim ben
aklı başında biri oturup dört-beş
belki yedi değişik şiir
iki de kısa hikaye çıkarırdı
bütün bu saçmalıktan,
iddiaya girerim hepsi de
en fazla bunun kadar kötü, üstelik
çok daha çabuk ve kolay okunur
olurdu.
ne diyeyim
kulağınıza küpe, artık.

ekleyeceğim bir-iki şey:
bilmezsiniz aşk nedir’i
aslından çeviren, cevat çapan
uzun olmayan yeteri kadar derin
bir de önsöz yazmış sağolsun.
carver’ın değişik şiir kitaplarından
zarif ve zengin bir derleme.
ben hâlâ kendimi, ölmüş bir
sevdiğimi rüyamda görmüş
ve unutmadan uyanmış
gibi hissediyorum,
piyanoyu süren aziz cüce de tam şu anda
geceyarısı civarında dolanarak
aynen katılıyor bana.
ayracı da çöpe sallamışım zaten
herşey tamam işte,
şu elmayı dişleyip yeni bir
rakı koyabilirim artık.
arkamdan gelen ıslak
ve çıplak hoş kokuya bakılırsa
benim kadın duştan çıktı
ve su yarım saatten önce ısınmaz,
gitmeliyim.