Skip to content

Amirim… Saygılar…

Behzat Ç. kısa sürede kült mertebesine ulaştı. Yazıhane ekibinin önemli bir bölümü de Amirim'i ayrı bir yerde tutuyor. Herkes gönlünde ve zihninde tam nerede tutuyor sorduk...

Behzat Ç. kısa sürede kült mertebesine ulaştı. Yazıhane ekibinin önemli bir bölümü de Amirim’i ayrı bir yerde tutuyor. Herkes gönlünde ve zihninde tam nerede tutuyor sorduk…

1 – Behzat Ç.’yi neden seviyorsunuz?

Çağrı Turhan: 5 senemi geçirip de hiç sevemediğim Ankara’yı, bu dizi sonrası az da olsa daha çok seviyorum. Çünkü bulunduğu ortamı o kadar doğal anlatacak ve sevdirecek kadar emek verildiğini düşünüğüm bir iş. Özellikle Ankara’ya dair çok çok iyi detaylar içeriyor. 2 saate yakın süreyi doldurma zorunluluğuna rağmen pek çok detayın gayet iyi işlendiği, seyirciyi aptal yerine koyan yapımların döndüğü bir yerde ilk sezonun sonunu getirişinden bile planlamasını, detaycılığını aktarması. Elbette ki ülkede üstü örtülmeye çalışan çok sayıda rezilliğe karşı bir duruş göstermesinin onu sevenlerde yarattığı gurur var ki, o bambaşka.

Emre Yazıcıol: Bunu kim söylemişti hatırlamıyorum ama çok güzel bir tespit, ben de aynen iştirak ediyorum; “Sırf eve girerken ayakkabılar çıkarıldığı için bile sevilir bu dizi” Benim dizi ile tanışmam biraz zaman aldı, “Türk dizisi izlemem yeaaa” gibi bir tavır içinde olmadığımı belirtme gereği duymuyorum ama ne bileyim, bir anda patlayan ve anında kült mertebesine yükseltilen her türlü şey bende bir ters mıknatıslanma yapıyor genellikle. Ama o efsane 30. bölümden sonra artık ortalık yangın yerine dönünce kayıtsız kalamadım, ilk o bölümü izledim. Vurucu gelen sahiden de o sahicilik hissiydi diyebilirim. Bir de tabii ülkede suya sabuna dokunan, hukuksuzluğun kanunsuzluğun normal hale geldiği düzene çomak sokan gerçek anlamda protest böyle bir işe saygı duymamak mümkün değil.

İsmail Şenol: İnsan hikâyesi anlatıyor. Mutluluk kalıplarının bize dayatılandan başka olduğunu anlatıyor. İnsanın farklı şekilde de mutlu olabileceğini öğretiyor. Hata yapanların da sevilebileceğini anlatıyor. Komik. Bazen çok komik. Gerçekliğe çok yakın bir dizi.

Kaan Kural: Samimi. Kurgu dünyasının hatta gerçek hayatta çoğu kişinin derdinin büyük insanların küçük meselelerini izlemek olduğu bir ortamda küçük insanların büyük meselelerini anlatıyor. Hayatın hiç adil olmadığını saklamıyor bizden, kandırmıyor. Ama inandığı değerler için mücadele etmenin sonuçtan bağımsız şekilde yaşamanın ve o yaşamda kendini tanımlamanın şartı olduğunu gösteriyor. Buna olan inancımızı pekiştiriyor. Ve komik. Hem de çok. Bana Pulp Fiction, Seinfeld ve Bizimkiler’in kesişme noktası gibi geliyor.

Kubilay Kahveci: Neredeyse 22 yılını Ankara’da geçmiş biri bu diziyi sevmek için oynananların gerçekliği gibi nedenler aramaya gerek duymuyor aslında. Karanfil Sokak çıkışında çoğu zaman ‘yürümeyen’ merdivenleri görmek, Pilli Bebek’i duymak ya da ekiple Sakarya barlarında sık sık karşılaşma ihtimali yetiyor.

Orkun Çolakoğlu: Geçen yıl, beğenilerini kendiminkilere yakın gördüğüm insanların şiddetli tavsiyeleriyle diziye başlama kararı aldığımda kafamda sıkı bir polisiye hayali kurmuştum. Açıkçası beklediğim şeyle karşılaşmadım, hatta bu yüzden ilk 1-2 bölümde biraz sıkılmış da olabilirim. Fakat çok geçmeden dizinin ana karakterlerinin çok ilgimi çektiğini ve nasıl House’u tıbbi vakalara çok meraklı olduğumdan değil, karakterlerin öyküsüne bağlandığım için seviyorsam, bu diziyi de aynı sebepten izleyeceğimi farkettim. Bir buçuk sezonda zaman zaman polisiye açıdan da çok beğendiğim bölümler olsa da, benim için esas sebep Cinayet Büro elemanları ve yakınlarıdır.

2- İkinci sezonun ilk bölümlerini en sadık izleyicileri bile biraz yadırgadı. Bu uzun vadeli başka sorunların işareti olabilir mi?

Çağrı Turhan: Dizi süresinin, sezonların uzunluğu haliyle bir yerlerde hikayenin sünmesini zorunlu kılıyor sanki ama bu emekçi ekibin işi toparlayacağını düşünüyorum. Tabi ilk sezon o kadar yüksek bir yerden kapattı ki, özellikle Ercüment Çözer gibi fena sayılmayacak bir kötü karakterin yokluğunu hissetmemek mümkün değil artık, beklentiler daha yüksek haliyle.

Emre Yazıcıol: Bu kadar dolu dolu geçmiş bir ilk sezonun ardından o çizgiyi devam ettirmek kolay olmaycaktı, olamıyor da gördüğüm kadarıyla. Normal şartlar altında bu dizi geçen sezonki finalle bitmeliydi. Tabii buna itiraz edenler çıkacaktır çünkü Ercüment Çözer hikayesi yarım kaldı, Akbabuş’un hikayesi yarım kaldı, Savcı Esra’dan hiç hazzetmeyen benim için Bahar – Behzat hikayesi yarım kaldı. Ama en temel hikaye  olan Berna’nın katili / Şule’nin ne idüğü mevzusu çözülünce o ana arterden beslenen yan hikayeler de belki ufaktan da olsa büyüsünü yitirmiş gibi oldu.

İsmail Şenol: Mesaj kaygısı dizi karakterleri ve bölümlerin özgünlüğünün önüne geçti. Doğru mesajları veren bir diziydi ama şimdi daha çok mesaj vermek için çekilen bir dizi görünümünde. Bölümlerin bu kadar uzun olması bence Behzat Ç. için en önemli sorun. Hikâyeler birkaç bölüme uzadıkça ilgi çekiciliği kalmadı. Biraz kendine has uslubu kaybolmuş gibi.

Kaan Kural: Çekim tekniği ve mekan değişiklikleri ama özellikle dizinin asıl temel direği Behzat’ın bunalımı biraz yabancılaşma hissettirdi bence seyirciye. Sanki bıraktığımız gibi bulamadık 2. sezonu. Behzat’ın evi ve Şevket’in ofisi dışında her mekan değişmiş, bir de üstüne bunalım bir Behzat. Sanki o çok içselleştirdiğimiz samimiyet gitmiş bizi dışlamış gibi geldi biraz. Ama Behzat normale dönünce, mekanlara alışınca o hava dağıldı. Zaten olay karakterler aslında. Yoksa zaten uğraştıkları cinayetlerde bir CSI veya Criminal Minds türü uzmanlık vs yok ki. Olmasın da zaten. Dizi bu karakterler ve onların hayatı için izleniyor temelde. Ama elbette her dizinin bir ömrü var. Adam bizim diziler uzunluğunda Sherlock çekiyor sezonu toplam 3 bölüm. Behzat şimdiden 50. bölüme geldi. Zamanla belli şeyleri defalarca görmenin etkisi azalacak. İnsan doğası bu. Örneğin Harun’un zor sosyal ortamlardaki abuklamalarını çok seviyoruz. En son Eda’ya arabada Larissa hakkında uydurdukları da efsaneydi ama daha ne kadar devam eder aynı etki? Akbaba-Hayalet sohbetleri keza. Bilmiyorum daha 50 bölüm mü 100 bölüm mü ama bir yerde bitecek elbet. Ama 2. sezon başını ben sadece dışlanmışlık hissi gibi görüyorum.

Kubilay Kahveci: Dexter’ı takip edenler bilir, her bölümün kendi içindeki hikayesinin arkasında sezon boyu devam eden bir ana hikaye vardır orada. Behzat Ç.’de de ikinci sezonda böyle bir yola girildi ve – en azından şu ana kadar – ortaya çıkan iş ilk sezon kadar tatmin edici değil. Oysa ilk sezon geri planda devam eden hikayelerin bolluğu (Ercüment Çözer, Bahar, Savcı Esra, Berna – Şule…) ve her bölüm öne çıkarılmaması monotonluğun önünü kesmişti. Hatta ikinci sezondaki hikayenin tekilliği ve zayıflığı Ahmet Uğurlu gibi değerli bir eklemeye de yazık etti gibi geliyor.

Orkun Çolakoğlu: Bana göre temel sorun, ikinci sezonun başından bu yana devam eden ‘uzun’ hikayenin (henüz izlemeyenleri düşünerek, izleyenler de neden bahsettiğimi kolayca anlayacağı için “hikaye” demekle yetiniyorum) pek başarılı olmaması. Net süresi bir buçuk saati bulan bir dizide bölümden bölüme uzayan ve çekici olmayan bir polisiye öykü haliyle biraz sıkıyor. Oysa Ercüment Çözer’in dahil olduğu bölümlerde böyle bir sıkıntı yaşamamıştık. Şu anki konu bir an önce sonlandırılır ve mümkünse Ercü’ye dönülürse havamızı buluruz.

 3- En sevdiğiniz karakter hangisi?

Çağrı Turhan: Amirim. Kaybetmeyi kabullenmiş, umudunu yitirmiş kişilere karşı daha yakın hissetmemden de kaynaklansa gerek, idealden çok uzak ama kendine göre bir adam. Diğer favori karakterim de bence liboşluğundan, ne olduğunu iyi bilmesine kadar Memduh Başgan’dır. Bence kendi içerisinde oldukça tutarlı bir karakter, yeri gelince gammazlık yapmasından, duygularına yenilebilmesine kadar.

Emre Yazıcıol: En sevdiğim karakter galiba Şevket Abi. Hepimiz gibi insani defoları var, hafif çapkın, hafif sarsak, hafif işgüzar. Behzat ile ilişkisinde bazen anne gibi fazla her şeye karışıyor, bazen baba gibi otoriter, çoğu zaman bir abi nasılsa öyle, bazen de Behzat onun abisi gibi. Ama deliliğin sınırlarında gezen kardeşinin hep yanında. Ege Aydan bu abi rolünü bence muhteşem kotarıyor, her şeyden evvel çok büyük bir enerjiyle oynuyor ve yukarıda saydığım bu kadar fazla kalıba girmek de zaten oyuncudan büyük bir enerji talep eder, işte Aydan’ın bu enerjisi ilk bölümden itibaren hiç düşmedi bana kalırsa. Bu kadar iyi bir “abi” oyunculuğunu Babam ve Oğlum’daki “yarım akıllı abi” rolünde Yetkin Dikinciler’den görmüştük bir de.

İsmail Şenol: Harun. Bencil olmasına bencil, ancak etrafında olmasını isteyeceğin birisi. Çok güldürüyor beni. Esasında kendi şartlarında başarılı da birisi ama hayatın ona sunduğu şartlar içinde bu kadar başarılı olabiliyor. Bir de çok güzel aşık oluyor.

Kaan Kural: Komedi olarak açık ara Harun elbette. Benim gözümde George Costanza sınıfına çıkabilen tek karakter ama bu beni ne kadar çok güldürse de bu dizi bir komedi değil o açıdan az farkla amirim demem gerek. Hayatta bu kadar dip yapmış başka karakter var mı? Kariyeri yerlerde, aile desen…. Demeyelim…. Akıl sağlığı bile sallantıda ama yenildiğini bilse de halen yaşamaya devam ediyor. Bir taraftan hayat onu çoktan teslim almış, neyi tutsa elinde kalmış ama bir yandan da “Konuşsam tesiri yok, sussam gönül razı değil” diyerek yine bir şeyleri yarım yamalak da olsa tutmaya çalışıyor. Kendini geçmiş çoktan ama başkaları için halen mücadele verecek ruhu ölmemiş. Erdal Beşikçioğlu’na da ne desem bilmem ama ülkemizin Sean Penn’i ya da Edward Norton’u mu desek? Ya da ABD’nin Erdal Beşikçioğlu’su tanımlaması için kapışsın Penn’le Norton.

Kubilay Kahveci: Her Temas İz Bırakır ve Son Hafriyat’ı okurken en sevdiğim karakter kesinlikle aşırı ve fevri tepkileriyle Şevket’ti. Ege Aydan’ı Şevket rolünde izledikçe o sevgi katlanarak arttı. Dizide diğer karakterlerin biraz gölgesinde kalsa da Cevdet karakteri ve Bekre Üzrek performansı da muhteşem, listemin ikinci sırasında.

Orkun Çolakoğlu: Ben bu diziyi öncelikle mizahi tarafı için izliyorum ve Harun, türü komedi olanlar dahil izlediğim Türk dizilerindeki gelmiş geçmiş en komik karakter olabilir. Bir şüpheliyi sormaya gittiklerinde “kimsiniz” sorusuna verdiği alakasız yanıtlar, kendilerine biçtiği olur olmaz sıfatlarla hep bir kabına sığamama halini hissettiriyor ama bir yandan da bu hallerinin altının boş olduğunu biliyorsunuz. Altta bu cevabımı biraz daha detaylandıracağım.

 4- Favori sahneniz hangisi?

Çağrı Turhan: Savcı Esra’nın amirime ilan-ı aşk sahnesi. Amirim, hayatının geldiği noktayı kusursuz özetliyor. E tabi, “İz Bırakanlar Unutulmaz” da acayip yakışmıştı.

Emre Yazıcıol: Bu soruya 30. bölümün, Vega’dan ” İz Bırakanlar Unutulmaz” şarkısı eşliğinde gelişen o son 3-5 dakikalık kısmı haricinde bir cevap vermek kolay değil.

İsmail Şenol: Seviyorum merkez. Bu sahneyi yeteri kadar izledikten sonra arka anonstan gelen “Bütün birimlere! Çok pis seviyorum teşkilat-ı mahsusa” sesini duyduğumda gülmekten sandalyemden düşüyordum. Muhteşem bir sahne.

Kaan Kural: Aslında “Harun’un zor sosyal durumlardaki halleri” antolojisi çıkarmak lazım. Ama birini seçmek gerekirse: Meliha ile tanışma sahnesi.

Kubilay Kahveci: Harun’un efsane sahneleri ve Akbaba’nın ‘Ben Oldum Cinayet’ sahnesi arasında seçim yapmak zor. Ama Harun’un pavyonda Larissa için yediği dayak en unutulmazları.

Orkun Çolakoğlu: Elbette bir Harun sahnesi. Burada piyano çalarken kafayı sallaması, hatta kötü olsa da piyanoda kendince bir müzik çıkarmış olması, ya da başka bir bölümde onun ağzından duyduğumuz Star Wars göndermesi gibi şeyler, Harun’u herhangi bir kaba saba karakterden ayıran detaylar. Harun donanımında bir adamın piyanist taklidi yapması, dahası güzel yapması epey uçuk bir şey ve haliyle komik de.

5- Hangi oyuncu dahil olsun isterdiniz?

Çağrı Turhan: John McClane için Simon Gruber neyse Behzat Ç. İçin de Ercüment Çözer o. Birbirlerini muazzam tamamlıyorlar. Özellikle polisiye veya süper kahraman üzerine konulu yapımlarda, kötü karakterdeki başarının yapımın başarısı için öncelikli olduğunu düşünürüm. İyi bir kötü adam alternatifi çok keyif katabilir bence, özellikle de John Doe gibi felsefesi olan özel bir kötü adam harika olur. Ercü’yü ve Nejat İşler’i ne kadar tutsam da takıntısını kaliteli bir kötü adam için biraz yetersiz buluyorum. O yüzden de isim yerine böyle bir karakter diyeyim.

Emre Yazıcıol: Erkan Can olabilir, Şenay Gürler, Emel Göksu.

İsmail Şenol: Hakan Boyav’ın sinema filmi sonrasında sürekli bir rolde kalmasını çok isterdim, ne yazık ki olmadı. Türkiye’nin en iyi oyuncularından Celal Kadri Kınoğlu sağlam bir kiralık katil rolüne gidebilirdi.

Kaan Kural: Dizinin kendini yenilemesi için zaman içinde yeni karakterler şart zaten. Filmden Pembo rolündeki Rıza Kocaoğlu o karakterle direkt gelse süper olur. Ercan Mehmet Erdem ve Emrah Serbes’in enfes yeni karakter yaratacaklarından şüphem yok. Oyuncu olarak Ahmet Mümtaz Taylan, Celal Kadri Kınoğlu, Ruhi Sarı çok iyi hayat verip, üstüne de koyabilir o karakterlerin.

Kubilay Kahveci: Sinema filminde Pembo rolünde izlediğimiz – ki enfesti – Rıza Kocaoğlu ya da bir bölümlük de olsa büyük üstad Genco Erkal’ı görmek güzel olur.

Orkun Çolakoğlu: Başka projeleri nedeniyle oluru nedir bilmiyorum ama Nejat İşler’in Ercüment Çözer karakteriyle dönmesi mutlu eder. Kesinlikle bu diziye en çok yakışan kötü adam o.