İlkokula başladığımda ailemin yardımları ve kültür kapitalizminin tüm şiddetiyle kendisini hissettirdiği İstanbul’da yaşamanın da etkisiyle okuma konusunda hiçbir problem çekmemiştim. Ortada 29 tane harf vardı ve bu 29 harften ortaya çıkabilecek semantik bağlantıları çözebileceğime dair çocukça bir özgüvene sahiptim. Yazma meselesi ise büyük kaygıları beraberinde getiriyordu. Haftanın beş gününü yaşıtlarımla birlikte geçirecektim. Yazı ile kuracağım ilk teması sorunsuzca atlatıp, insanlık tarihine bir noktadan dahil olup bu noktadan fikirler üretmeyi deneyeceğim eğitim yılları… Okulda geçirdiğim ilk günü, öğretmenin beşer çizgili güzel yazı tahtalarında iki nokta arasındaki en kısa yol üzerinden ürettiği harfler ise benim için büyük önem kazanacaktı.
Lorem Ipsum ile ilk temas. Defterleri dolduran harf tekrarları, her öğrencinin kendi fontunu yaratma/oluşturma girişimi. Bir font olarak kişinin kendisi, kişinin yazma biçimi, iki nokta arası en kısa mesafeyi belirleme şekli… Bir eğitmen doğrultusunda yazı ile ilk temasın etkisi, ömrü boyunca birey ile birlikte kalacaktır. Bu etki o dönemde benim için çok farklı şekillerde belirlenmişti.
Öğretmenimizin, defterlerde yaratacağımız israfı önlemek üzerine yaptığı “bu defterlerin hepsi için ağaçlar kesiliyor, boşa kullanmayın.” Açıklaması sebebiyle eğitim hayatımın ilk gününden bugüne kadar defter sayfalarımdaki her boşluğu doldurmaya gayret ettim. İlkokula başlamış bir çocuk için büyük bir sorumluluk. Çocukça bir gerginlik ve yersiz bir sorumluluk duygusu ile benimsediğim, defterlerimin hiçbir yerinde boşluk bırakmamaya özen gösterdiğim tarzım zamanla hoşuma gitmeye başlamıştı. Harflerimin küçüklüğü ve defterlerimde sayfaya düşen kelime sayısının çokluğu benim için bir tasarım hâlini almıştı. Kendimi bir somut şiir temsilcisi gibi hissediyordum. Çizgisiz kağıt kullanmanın getirdiği özgürlük duygusu, önceleri kağıdın aşağısına doğru kaymaya başlayan, bunun korkusuyla bir anda doğrultu değiştirip kağıdın üst kısmına kaymaya başlayan satırlar… Çizgisiz kağıdın özgürlüğünü ise çizgili kağıdın iki çizgi arasında kalan beyazlar bütününe borçluydum.
Cem İleri’nin Cihangir’de bulunan ve Haydar Karabey tarafından tasarlanan E Evi adlı yapı üzerinden yola çıkarak kaleme aldığı aynı adlı metnini okurken, kendimi yazı ile kurduğum ilk teması ve iki çizginin arasına sığdırmaya çalıştığım kelimeleri düşlerken bulmuştum. Erkmenlerin eserlerini ve tasarımlarını kurgu ile kurgu dışının iç içe geçtiği bir anlatıyla sunmayı başaran bir metin E Evi. Erkmenlerin sanatına dair sunduğu anlatıyı yazarın düşleriyle, anılarıyla ve hayalleriyle birlikte sunma becerisine sahip. Metin, farklı katmanlara sahip anlatısının katkısıyla kendi masalsı gerçekliğini yaratıyor ve okuru, kendi yarattığı bu masaslı gerçekliğinin içerisinde karşılıyor. Okur artık kendi Harikalar Ülkesi’ndedir. Bu farklı katmanlar arasındaki geçişi ise Erkmen’in eserlerinden bahsederken de kullanacağı ara kavramı üzerinden yapmakta. Cihangir’de 4 metrelik bir boşluğa inşa edilen ev ve sahiplerinin eserleri, İleri tarafından kağıda aktarılıyor. Bülent Erkmen’in Cihangir’de bulunan 4 metre cepheli evi, çevresindeki yüksek yapılar arasında kitaplığımdaki Kağıt Ev adlı novellayı andırıyor.
Jaguar Kitap, Arjantinli yazar Carlos Maria Dominguez’in tek solukta kendisini okutmayı başaran novellası Kâğıt Ev’in tanıtım yazısında kitabın, “kalın ciltlerin arasında saklanacak bir mücevher…” olduğunu belirtir. Kalın ciltler arasında kitaplığın rafında kalan ince bir boşluk ve o boşluğa kendisini yakıştıran, mavinin tonları ile kum bejini sırtında birleştirmiş bir Carlos Maria Dominguez novellası…
Yazı, içindeki harfleri taşıyan bir mekândır.
Sayfa, içindeki yazıları taşıyan bir mekândır.
Kitap, içindeki sayfaları taşıyan bir mekândır.
Kitabevi, içindeki kitapları taşıyan bir mekândır.
İleri, Erkmen’in üslubun ardında yatan üslubu, üslubun üslubunu araştırdığını belirtir. Bu araştırmanın sebebi nedir? Farklı denemeler yapılabilecek olsa da İleri, başka bir bölümde Erkmen ve üslup hakkında bize bambaşka bir bilgi sunacak ve Erkmen’in bir üslubunun olmadığını söyleyecektir. Her sorunun kendi üslubu, her olayın kendi sebepleri vardır. Sorunun ardında bir başka sorun yatar. Yapıtı bir mesele üzerine kurmak, arada kalanı gün yüzüne çıkarmak istenir. Tasarımdan veya yapıttan istenen salt bir çözümden çok soruna geri döndürmeyi başaracak, sorunu kapsayabilecek bir çözüm olarak yapılabilmesidir. Lineer gerçeklik yerine iç içe geçmiş anlatısıyla belleğin kendisi. Bir yazarın kendi düşünceleriyle kaleme aldığı cümleleri, bir okurun kendi düşünceleriyle bu cümleleri ortaya çıkarma isteğinin birlikteliği.
Erkmen’in sanatı, gerçekleşmesi olanaksız ama bir o kadar da heyecan verici bir fantezinin izini sürer: dünyayı hareket ettirmek.
Dünyayı hareket ettirmek gibi bir fantezinin izi de ara-yerler aracılığıyla aralardan sürülecektir. Sorunun ardındaki sorun, üslubun arkasındaki üslup ve aradakinin, arkada kalanın üzerinden elde edilecek bir çözüm. Kitabı kitaplığın üst raflarından birisine, iki cildin arasına yerleştirmek ve bir ara-yer olarak varlığını sürdürmesini sağlamak, “az”la yetinmek, ara-çözümlere sığınmak, bir uğultu olarak ara-zamanın varlığı, olayların kaderini değiştiren ara-kesit sahneleri, zaman-mekân ifadesinin arasına sıkışan bir noktalama işareti, açılan ve kapanan parantez…
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane