Maç sonunda bu açıklamayı yaparken, Eren Derdiyok’un aklından muhtemelen Expected Goals geçmemişti. Muhtemelen, Expected Goals’ü daha önce duymuş dahi sayılmazdı. Ama şimdi bunu bir kenara bırakalım. 100 kere vursa sahiden kaç tanesini gol atabilirdi? O anda kafasında hızlıca bir sorgulama yapıp bir tanesini atacağını düşünmüş olabilir mi? Biraz saçmaladığımın farkındayım. Bunların hiçbirisi elbette ki yaşanmadı. Ama bazen, yalnızca bazen de olsa, böyle hesaplamalar yaptığımız olmuştur. Mesela Başakşehir karşısında o yüzde yüzlük golü kaçırmasa, acaba maçın seyri nasıl olurdu?
Yüzdelerle konuşmanın, veya yüzdelerle abartmanın, futbol dilinin içinde sabit ve çok sağlam bir yere sahip olduğunu kabul etmek zorundayız. Televizyonda futbol izlemeye başladığım ilk günden bu yana, bu tip karşılaştırmalar duyuyor olduğuma yemin edebilirim. Aslında neden bahsettiğimi çok iyi anladığınıza da hemen hemen eminim. Ama yine de spesifik, somut bir örnekle bu yazıya başlamak istemiştim. Bunun için Google’a başvurduğumda, karşıma ilk çıkan Serhat Ulueren’di. Geçen sezonki Galatasaray – Beşiktaş maçı öncesinde, “100 kere oynansa, 4’ü berabere biter, 1’ini Galatasaray kazanır” demiş. Bundan haberim yoktu, çünkü programlarını izlemiyordum. Ayrıca bu söylediğini test edebilecek bir matematiksel modellemeye de sahip değildim. Ama sonra Eren’in röveşatası aklıma geldi ve dahası, onun söylediğine bir ekleme yapabiliyor olduğumu fark ettim. Şunu söyleyebilirim ki, o vuruş 100 kere yapıldığında ortalama 7’sinin gol olduğunu hesaplayabilen bir modellemeye sahibiz. Bakın, aşağıda.1
Sizce lafı neden bu kadar uzatmış olabilirim? Çünkü advanced analytics uygulamalarının futboldan bihaber, veya gözde tabirle, futbolun içinden gelenlere tepeden bakan kişilerce geliştirilmediğini; bu yeni nesil modellemelerin, senelerdir bizzat sorduğumuz sorulara nesnel cevaplar bulma arayışından ibaret olduğunu göstermeye çalışıyorum. Elimde bir adet bilgisayar ve ayrıca bir dolu veri var, şimdi bunları kullanarak size kazanan takımın formülünü çıkaracağım demiyorum. Bunu yapan Moneyball ve türevleriydi. Futboldaki başarısızlıkları da büyük ölçüde bu tepeden bakan tavırlarından ve kelimenin tam anlamıyla futbol cahilliklerinden kaynaklanmıştı. Örneğin, Fulham’ın başına gelenleri biliyor musunuz? Kulübün yeni sahibi Shahid Khan, yönetim işlerini oğlu Tony Khan’a devretmiş, bu genç, atılımcı iş adamı da Amerika’dan getirdiği veri analisti Craig Kline’a adeta bağnazca bir umut beslemişti. Bu oyuncuyu bir kez olsun izlememelerine rağmen, Sturm Graz’dan Michael Madl’ı transfer ettiler. Çünkü Kline’ın rakamları, onun en iyisi olduğunu söylemişti. Beyzboldaki ampirik analiz yöntemlerinin öncüsü Bill James ise bu yaklaşımı büyük olasılıkla deli saçması olarak değerlendirirdi. James, yazılarının popülerliğini şöyle açıklamıştı:
“Bu yazı serisinin başarısının sırrı şuydu: her zaman tartışmaların tam ortasındaydım. Herkesin konuştuğu konular hakkında yazıyordum, sadece farklı bir yöntemle.”
Benim xG’yi kullanma biçimim de tam olarak bu. Galatasaray’ın Kasımpaşa maçında ne kadar kötü olduğundan konuşuyoruz, sonra da, gerçekten ne kadar kötü olduğunu xG üzerinden değerlendirmek istiyorum. Çünkü bu çoğu kez, benim kafamdakilerden daha ikna edici bir anlatıma sahip oluyor. Peki nedir bu xG? Bu noktada, artık gerçek bir tanımını yapmamız ve kısaca gelişiminden bahsetmemiz gerekiyor diye düşünüyorum. xG veya ExpG kısaltmalarıyla bilinen Beklenen Goller metriğinin tanımını, yaratıcısı Michael Caley şöyle yapıyor:
“Bir futbol takımının o maçta girdiği gol pozisyonlarının kalitesini veya kalesinde yaşadığı tehlikelerin büyüklüğünü hesaplamaya yarayan bir metot. Expected Goals ile ilgili en çok bunu seviyorum. Spesifik xG değerlerini oluşturmak için çok fazla veri gerekebilir, ama altında yatan fikir futbolun mantığıyla çok iyi örtüşüyor.”2
Pep Guardiola’dan, onun pas oyunundan nefret mi ediyorsunuz? O kaybettiğinde çok takipçili futbol hesaplarının altına komik şeyler yazmak üzere pusuya yatan Twitter kullanıcılarından mısınız? Expected Goals tam size göre! Pep isterse topu eve götürsün, bakın, City’nin ExpG değeri yalnızca 1,1 çıkıyor.3 Ya da Man United’ın harika oynadığından ama bir türlü maçları kazanamadığından mı yakınıyorsunuz? Belki siz de bir nebze teselli bulabilirsiniz. Çünkü maç 1-1 bitmesine rağmen, Caley’nin modellemesi United’ın o gün 2,1 gol atmasının uygun olacağını söylüyor.4 Expected Goals ile ilgili ben de en çok bunu seviyorum. Ne şekilde oynadığınızla, futbolunuzun güzel veya çirkin olmasıyla ilgilenmiyor. İlgilendiği çok basit bir şey var: Futbol maçlarını kazanmak için gol atmak, gol atmak için de şut çekmek zorundasınız ve ayrıca, mümkünse, şutlarınızı gol atma ihtimalinizin yüksek olduğu bölgelerden çıkarmalısınız. Eğer 10 şutunuzun tamamı ceza sahası dışından olurken rakibin tek şutu penaltı noktasından bomboş bir kafa vuruşuysa, maçı kazanmayı hak ettiğinizi pek de söyleyemezsiniz.5 xG, maçın tüm tortusunu alıyor ve ana meseleye odaklanıyor.
Caley’den sonra başka analistler de kendi modellemelerini ortaya koymaya başladılar. Bunlardan biri de, Passing Network grafikleriyle Türk kullanıcılar arasında son dönemde hızla popülerleşen Sander Ijtsma’ydı. Onu @11tegen11 kullanıcı adıyla tanıyor olmanız daha yüksek ihtimal. Ijtsma’nın Türkiye Ligi’ne dair verileri paylaşmaya başlamasıyla ben de sezon başında bir karar aldım ve her maç sonunda xG değerlerini (ve bulabildiğim başka şeyleri de) kaydetmeye başladım. Perşembe günü ise aşağıdaki grafik ortaya çıktı:
Burada ne görüyoruz? Galatasaray, 4. haftadan Fenerbahçe maçına kadar olan süreçte belli bir oyun standardını korumuş6 ama bu sürece iki mağlubiyet sığdırmış diyebiliriz. Bu mağlubiyetlerden birini pekala ilk hafta Karabük karşısında alabilirmiş, hatta böylesi en adil sonuç olurmuş, ama onun yerine, rakibine kıyasla en fazla net pozisyon ürettiği maçta Başakşehir’e kaybetmiş de diyebiliriz. Buradan çıkaracağımız birkaç sonuç olabilir. Öncelikle, Riekerink’in Fenerbahçe maçı sonrası söylediği “Önceki iki mağlubiyetimizden farklıydı” açıklamasına dönelim. Hollandalı haklıydı. Galatasaray, derbide çok kötü oynamıştı ama Trabzonspor ve Başakşehir maçları için bunu söylemek çok da doğru olmazdı. Hiç değilse şunu kesin olarak söyleyebilirdik: Daha önceki maçlarda ne kadar gol pozisyonu yarattıysa kaybettiği maçlarda da o kadarını yapmıştı. Bunu ExpG ile ifade etse daha havalı ve ikna edici olacağına eminim. Ya da belki Türkiye’de olmazdı, bilmiyorum. Ama bu kez saçmalamıyorum, çünkü böyle bir şey daha önce gerçekten yapıldı. Wenger, Ramsey’i niçin orta sahanın ortasında görmek istediğini bir basın toplantısında şöyle açıkladı: “Eğer merkezde oynadığında yakaladığı Expected Goal değerlerine bakarsanız, Premier League’in en iyisi olduğunu göreceksiniz.” Verileri bu şekilde kullanmanın, oyuncuları daha iyi ikna ettiğini anlattı.
Bir başka basın toplantısında, geçtiğimiz sezonun başında ise şunu söyledi: “Gol pozisyonlarını yaratıyoruz, ama maçların ardından yaptığımız analizlerde ortaya çıkan Expected Goal değerlerine bakarak, daha fazla gol atmamız gerektiğini söyleyebilirim.” Grafikten çıkaracağımız bir diğer sonuç da bununla ilgiliydi. Takımınızın uzun vadedeki performansını değerlendirmek için, galibiyet veya mağlubiyetleriniz yeterli bilgiyi sağlayamayabilir. Atletico Madrid’in CEO’su Jesus Gil, asla maçlardan sonra soyunma odasına inmediğini ve maçın tekrarını da ertesi gün izlediğini söylüyor. Bunun bir nedeni var. Çünkü sıcağı sıcağına yorum yapmak kötü kararlar vermesine sebep olabilir. Futbolun tutku ile ilgili kısımları büyük ölçüde biz taraftarlara ait. Yöneticiler ise bu tuzağa düşmemeliler. Bu açıdan Galatasaray’ın Karabük galibiyeti, kulüpte bu işlerle ilgilenen her kimse, onun açısından bir galibiyet değil de felaket olarak yorumlanmalıydı. İşte ExpG, bu felaketin boyutlarını niceliksel olarak ortaya koyabildiği için çok kullanılışlı bir metrik hâline geldi. Hatta daha ileri giderek, en önemli uygulama alanının bu olduğunu söyleyebilirim. Örneğin, Hamza Hamzaoğlu’nu kovmadan önce, “Neler oluyor?” diye böyle birine danışmak isterdim:
“İşte, size bariz verilerin işe yarayabilir olduğuna dair çok basit bir senaryo. Bir takım 10 maç oynuyor ve 7’sini kaybediyor. Teknik direktör baskı altında ve sportif direktör ne yapacağını bilmiyor. Bu noktada, veri analistine danışmaya karar veriyor.
Öksürük krizlerinin arasında konuşmayı başarabilirse, 14 yaşındaki analist7 ona şunu söylüyor: takım çok sayıda tehlikeli gol pozisyonu üretiyor ve kalesinde az pozisyon görüyor. Futbolda, rakipten sürekli daha fazla pozisyon üretirken kaybetmeye devam etmek çok sık görülen bir şey değil. O hâlde yakın zamanda daha fazla kazanmaya başlayacak olmamız yüksek ihtimal. Diğer bir ifadeyle, mağlubiyet serisi kötü bir yönetimden ziyade basitçe şanssızlıklara bağlı olabilir.
Sportif direktör, teknik direktörü kovmuyor ve kulüp en sonunda ligi kabul edilebilir bir pozisyonda, yedinci sırada bitiriyor. Sistem işliyor!”8
Takımın bir önceki sezon da benzer şekilde çok pozisyon verdiği ve ayrıca çok da gol attığı, bilindik bir şeydi. Acaba geçen sezon şans mı yanımızdaydı veya Muslera çok mu iyiydi? Yoksa tam tersi miydi? Yeni sezonda bir dolu şanssız gol mü yemiştik? Bu soruların cevaplarını hiçbir zaman öğrenemedik. Belki de bu soruları sormamış dahi olabiliriz. Basit senaryoları bırakıp size gerçek örneklerden de bahsedebilirim. Örneğin Swansea’nin sekizinci bitirdiği sezonda berbat xG verilerine sahip olduğu tüm analytics camiasının bildiği bir meseleydi. İzleyiciler olarak, Fabianski’nin yaptığı her fantastik kurtarıştan sonra harika hissedebilirdik. Bu ayrı bir meseleydi, ama Swansea kötüydü. Nitekim ertesi sezon Garry Monk’u kovdular ve sonra da bir türlü bellerini doğrultamadılar. Bir önceki sezon ise West Ham böyleydi. 31. hafta sonunda, xGD yani Beklenen Gol Averajı değerleri ile gerçek averajları arasındaki fark 16 olmuştu! Bu gerçekten fantastikti ve uzun vadede sürdürülebilir olması mümkün değildi. Payet’in mucizevi performanslarıyla kazandıkları maçların ardından, aslında ne kadar derin sorunlara sahip oldukları bu sezon daha iyi ortaya çıkmış olmalı. Ama bir kısmımız bundan zaten haberdardı.
ExpG ile fazlaca haşır neşir olmak, oyuna bakış biçiminizi de dramatik bir şekilde etkileyebiliyor. Örneğin geçen hafta Tottenham’ın Hull City’e attığı ikinci golü izlerken aklımdan şöyle bir düşünce geçti: “xG değeri herhalde 0,9 falan olmalı!” Eriksen, direğin muhtemelen en fazla otuz santim ötesinden, boş kaleye yerden yuvarlamıştı. Sonra da Arda’nın hat-trick yaptığı Şampiyonlar Ligi maçı sonrası söylenenler aklıma geldi: “Hepsini boş kaleye atmış!” gibi şeyler söylemişlerdi. Buradaki küçümseme tonu, oyuna bakıştaki farkı gösteriyor olsa gerekti. Çünkü ExpG’nin kalbinde, tam olarak bu boş kaleye atılan goller yatıyor. Düşünsenize, her maç üç tane böyle pozisyon buluyorsunuz! Maçları kazanma ihtimaliniz çok yüksek olurdu. Büyük takımlar, belki biz bunun farkında olmasak da, gollerinin çoğunu böyle atıyorlar. Messi ve Alexis top o noktaya gelene kadar çeşitli sihirli işlemler gerçekleştiriyor olabilir, ama şutlarını özellikle kale dibinden, merkezi bölgelerden, altıpastan çekmeye çalışıyorlar. Çünkü en verimli, en garanti gol bulma yönteminin bu olduğunu, muhtemelen ExpG’yi akıllarına dahi getirmeden, sezgisel olarak biliyorlar. Futbolun basketboldan etkilenmeleri alan savunması ile sınırlı kalmıyor. En iyi takımlar, istikrarlı olarak ekstra pası yapmaya ve boş adamı bulmaya çalışıyorlar.9
Galatasaray’ın ExpG günlüğünü tutarken ise farklı bir şey dikkatimi çekti. Takımın değerleri sürekli olarak beklentimin altında çıkıyordu, şut sayısı fazla olsa da üretilen pozisyonların kalitesi düşüktü. Kısacası, medyada yapılan eleştirilerde haklılık payı vardı; topa sahip olmak oyunu kontrol etmek anlamına gelmiyordu. Sonra, bunu diğer takımlarla karşılaştırma gereği hissettim. Premier League’deki standartlara alışkındım, Türkiye Ligi farklı olabilirdi. Beşiktaş’ın değerleri daha yüksek çıktı. Daha kaliteli ve daha fazla pozisyon yaratıyorlardı, ama bu zaten bildiğimiz bir şeydi. İlginç olansa şuydu: Beşiktaş da ExpG değerlerinin üzerinde gol sayısına sahipti. Son hafta oynanan Kasımpaşa maçı dışında bariz bir biçimde ExpG’nin altında kaldıkları maç yoktu.10 Gerçekten şanssız oldukları ve neticede kaybettikleri bu maçın haricinde, beklenenin üzerinde gole çevirme yüzdelerine sahiplerdi. Ama biz iyi bir golcüleri olmamasından yakınıyorduk. Şunu düşündüm: Belki de Türkiye Ligi’nde oyunu çok fazla golcüler üzerinden kurguluyoruz. Yani ExpG değeri 0,3 olan ataklarımızı 0,6 olan ataklara çevirmeye uğraşmak yerine, bu 0,3 olan değerlerde daha fazla gol çıkarabilecek oyunculara yönelmeye çalışıyoruz. Bunun ne kadar doğru olduğunu bilmiyorum. Bir önceki sezonla karşılaştırabilseydim, düşüncemi belki bir nebze test edebilirdim.
Oyununu büyük golcüler üzerinden kurgulayan ve ExpG doktrinlerini altüst eden takımlardan en bilineni, Ferguson’ın son senesindeki Manchester United’dı. The New Yorker için bir yazı kaleme alan Dan Altman, o sezon beklenen gol değerlerinden 16 daha fazla gol attıklarını ve bunun sebebinin şans olduğunu yazmıştı. Çünkü Robin van Persie tüm bir sezon boyunca sağlıklı kalabilmeyi başarmış, üstelik bunu kariyerinin en formda döneminde yapmıştı. Ceza sahası içinde her noktadan, her açıyla gol atabiliyor ve standartları başka bir seviyeye çekiyordu. Max Odenheimer ise bu araştırmayı biraz daha genişletti ve United’ın beklenen gol değerlerini çok spesifik bir noktadan, tam olarak altıpastan çektiği şutlarla geçtiğini gösterdi.11 Ama bir mesele daha vardı. O dönem yapılan ExpG modellemeleri, şut öncesi verilen pasları tam olarak dikkate almıyordu. Odenheimer, United’ın Ferguson döneminde Moyes döneminde olduğundan daha fazla orta açtığını ve bunların büyük çoğunluğunun çizgiye inerek yapıldığını gösterdi. Ana hücum planları buydu. Bekin çizgiye inip yerden sert kestiği topa vurmak, ceza sahasının dışından süzülerek gelen topa vurmaktan elbette daha kolaydı. Expected Goals, burayı kaçırmıştı.
Modellemenin eksiklerini giderme ve daha fazla değişkeni içine katarak geliştirme çabaları12 daha sonra da devam etti. Ama ilk çıktığı günden bu yana, lig sonu sıralamasını tahmin etme ve takımların uzun vadeli performansını değerlendirme hususlarında çok başarılı bir araç olmayı sürdürüyor. xG daha yaygın kullanılsa, hiç de fena olmazdı.
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane