Skip to content

Lucien – 18:30: Kib, öpt, bye!..

Lucien Favre'nin istifası, Dortmund'un yükselişi, Ingolstadt'ın sürpriz rekoru ve mülteciler. Bundesliga'da 5. haftanın ardından akılda kalan birkaç nokta.

5 – Mönchengladbach ve Stuttgart ilk 5 haftayı puansız kapatarak, lig tarihinde bir ilk yaşattılar. İki takımın birden bu kadar kötü bir başlangıç yaptığı daha önce olmamıştı. Başarısızlığın etkisi iki tarafta farklı oldu.

M’Gladbach Almanya’nın en köklü derbilerinden birinde, Köln’e 1-0 kaybedince, teknik direktör Lucien Favre Pazar günü istifasını verdi. Favre 2011’de düşme hattından aldığı takımı geçtiğimiz sezon sonunda 3. sıraya kadar taşıdı ve M’Gladbach Şampiyonlar Ligi’ne direkt katılma hakkı elde etti. İyi futbolun yanında, elindeki oyunculardan maksimum verimi alan bir hocaydı. Genç yetenek olarak takıma gelen Reus’u, Ter Stegen’i parlatan, Dante’yi 28 yaşından sonra dünya futbolunda önemli bir figür haline getiren, Filip Daems gibi en iyimser yorumlarda bile vasat denilen futbolcularla ligin en sağlam defans hattını kuran hoca da Favre’ydi. Borussia tabii ki böyle bir teknik direktörü bırakmak istemedi ve istifasını reddetti. Sportif direktör Max Eberl, Borussia için Favre’nin mükemmel bir hoca olduğunu, bu zor durumdan onunla kurtulacaklarını söylese de, Favre bir basın toplantısı yaparak istifasını medya önünde açıkladı. Belki de Favre’nin M’Gladbach kariyerinde yaptığı tek yanlış hareket de bu oldu. Kulüp ve Favre dostça, karşılıklı konuşarak ayrılabilecekken, SMS’le tek taraflı bitirilen bir ilişkiye benzeyen bir durum ortaya çıktı. Kulüp ayrılığı hiç istemese de kabul etmek zorunda kaldı.

Stuttgart tarafında ise moraller yüksek. Takım 5. maçını da kaybetmesine rağmen maç sonunda tribüne çağrılıp alkışlandı. Oynadıkları futbol takdir edildi. Teknik direktör Alexander Zorniger, “Maç kazanmak, gol atmak en önemli şeyler gibi gözükebilir. Fakat stadyuma gelen insanların istedikleri ilk şey güzel futbol ve bunu onlara verebildiğimiz için memnunum” diyordu. Stuttgart, Schalke’ye 1-0 yenilmesine rağmen, Köln veya Hamburg maçlarına benzer şekilde, üstün bir oyun oynadı, olmadık goller kaçırdı. Schalke kalecisi Ralf Fährmann 9 gollük pozisyonu kurtarırken kalesine 26 tane şut atıldı. Sportif direktör Robin Dutt, “Antrenmanlarda gol vuruşları için daha çok çalışabiliriz fakat bu pozisyonları gol yapmak için profesyonel bir futbolcunun ekstra çalışma yapmasına gerek bile yok” derken sorunun daha çok mental olduğuna işaret ediyordu. VfB Stuttgart dışarıdan bakıldığında kara büyü gibi görülen bu kısırlığı aştığı anda iyi sonuçlar almaya başlayabilir. 6. haftadaki Hannover maçı ise bunun için altın fırsat.

15 – Borussia Dortmund 15 puan ve 15 gol averajıyla lider. Bu puana geçtiğimiz sezonun ilk yarısının sonunda ancak ulaşabilmişlerdi. Bu sezon bunu 5 haftada yaparken, maç başına ortalama 3.6 gol atıp 0.6 gol yediler. Yani rakiplerine maç başına ortalama 3 gol fark atıyorlar. Mkhitaryan ve Aubameyang önceki sezonlardaki dengesiz form grafiğini bir kenara bıraktı ve istikrarlı bir şekilde iyi oynuyorlar. Reus, İlkay gibi isimler ise artık futbollarını olgunlaştırdılar, maksimum faydayı veriyorlar. Kagawa ikinci baharında. Sadece onlar değil, genç isimler de takımda kendine yer buluyor. Özellikle 20 yaşındaki Julian Weigl takımın vazgeçilmezleri arasına girmek üzere. Her maçın ilk düdüğünden son düdüğüne kadar atak yapan, gol atmak için uğraşan bir takım oldular. Hücumda akla gelebilecek her varyasyonu uyguluyorlar. Defans hattını da toparlamaya başladılar. Bu hafta ligin en tehlikeli hücum hatlarından birine sahip Bayer Leverkusen’i gol yemeden 3-0 evine göndermeleri de bunun ispatı gibi oldu. Tuchel, Klopp efsanesini geride bırakmak için kararlı gözüküyor.

3 – Ingolstadt, Opta rakamlarına göre, ligdeki ilk senesinde ilk 3 deplasman maçını da kazanan tek takım oldu. Takım sahipliği Bundesliga’nın bitmeyen tartışma konusu. Ingolstadt da Bayer Leverkusen veya Wolfsburg gibi bir şirket tarafından desteklenen bir takım. Onların arkasında da Audi var. 125 bin nüfuslu Bavyera şehrinin takımı FC Ingolstadt 04 bu yönüyle bir peri masalı değil, başarılı bir projenin ürünü olarak görülüyor. Diğer şirket destekli takımlardan farkı çok yeni bir takım olmaları. 2004’te kuruldular ve 11 sezon sonunda birinci lige çıktılar. Ingolstadt, 12. yılında Opta verilerine göre şimdiden tarihe geçti ve bu hafta Bremen deplasmanında aldığı galibiyetle 6. sıraya yerleşti. ABD’li defans oyuncuları Alfredo Morales maçtan sonra, kırdıkları rekorlarla ilgili konuşurken “Güzel bir his fakat bu tip rekorlar sayesinde ne daha fazla para kazanıyorum ne de Instagram’da takipçi sayım artıyor” diyordu. Kulüp başkanı ise “Bu rekor sadece sezon sonunda en az 40 puan alabilirsek anlamlı olur” derken bunun acemi şansı olmadığını göstermeleri gerektiğinin farkında gibiydi.

Ekstra – #refugeeswelcome

Geçtiğimiz ay Almanya hükümeti 800.000 mülteciyi kabul edebilecek kapasitede olduğunu söyledikten sonra mülteciler konusu gündeme iyice yerleşti. Bu güzel açıklamanın ardından eklenen “ama ekonomik mültecileri ayırmak lazım” sözü işin samimiyetini sorgulatmaya başladı. Bu garip argümana futbol dünyasından en güzel tepki, geçen yıl Ingolstadt’ın şampiyon kadrosunda bulunan, eski St. Paulili futbolcu Ralph Gunesch’ten geldi: “Tribündeki ırkçılara bir soru: Kendi ülkesinde aldığından daha çoğunu kazanmak için Bundesliga’ya gelen futbolcular ekonomik mülteci mi?”


Bundesliga kulüpleri de mülteci sorununa uzak kalmadı. Bayern Münih, Schalke, Dortmund… taraftar grupları, futbolcular, yönetimler yardım kampanyaları başlattılar. Olay “trending topic” seviyesine gelince, geçtiğimiz hafta Bild gazetesi de müdahil oldu. Hermes grubuyla birlikte “Wir Helfen” (Yardım Ediyoruz) sloganıyla bir kampanya düzenlemek istediler. İstedikleri 36 Bundesliga takımının kollarında DFB amblemi yerine, bu sloganın yazdığı bir armayla çıkmasıydı. St. Pauli futbol takımı ise bu isteği reddetti. Bild editörü Kai Diekmann ise hemen St. Pauli’yi suçlayıcı ve onların göçmenlere yardım etmeyi reddettiğini ima eden bir açıklama yaptı. St. Pauli’nin bu kampanyayı reddetme sebebi netti. Bild iyi niyetli değildi, popülizm uğruna yapılan bir kampanyaydı. Sırf bir grubun çıkarları için yapılan, reelde mültecilere hiçbir yardımı olmayacak bu kampanyaya girmek istemiyorlardı. Onun yerine mültecilere direkt etkisi olan, faydası tartışılmayacak organizasyonlar yapıyorlardı. Üstelik St. Pauli bunu son bir iki ay içinde değil on yıllardır yapıyordu. On yıllardır organize bir şekilde mültecilere yardım ediyor, tribüne götürüyor, eğitim almalarını sağlıyor, barınma yiyecek ihtiyaçlarıyla ilgilenmeye çalışıyordu. Bild ise daha birkaç ay öncesine kadar mültecileri öcü olarak gösteren bir gazeteydi. Tüm bunlar yaşanmadan haftalar önce, hükümetin “ekonomik mültecileri ayırmalıyız” açıklamasından sonra St. Pauli duruşunu göstermişti. Mültecilere içten bir merhaba diyen mektupları şu şekilde bitiyordu:

Burada olma sebepleri ne olursa olsun…: Hoşgeldiniz! St. Pauli’de hala ışık var.