Yeni Türkçe öğrenen birisine, dünyanın dört bir tarafından geldiler ifadesini öğretmek isterseniz bu grubu göstermeniz yeterli olabilir. Dilleri, yemekleri, müzikleri veya filmleri, neredeyse hiç ortak noktaları yok gibi gözüküyor. Maradona’yı yetiştirmiş, Plaza de Mayo’daki annelerin direnişini yaşamış, Che’nin memleketi Arjantin grubun favorisi. Ardında 90’larda insan olanı göz yaşına boğan bir savaşı görmüş Bosna Hersek var. Sonra dünyanın en büyük 10 petrol rezervinden ikisinin sahibi Nijerya ve İran geliyor. Nijerya, Afrika denildiğinde akla gelen her türlü sorunu yaşarken, İran en azından haftada bir CNN’in manşet haberlerinde oluyor. Dışarıdan bakınca çok alakasız görülen bu dört ülke belki de ilk defa aynı anda ortak bir noktaya bakacak. İnsan dördü de elenmesin istiyor ama futbolda birilerinin kaybetmesi gerekiyor.
Arjantin
Almanyalı bir çocuk, arkadaşlarına önce kadrolarının ne kadar yetenekli olduğunu, sonra Löw’ün futbol bilgisini, kimleri nasıl yenebileceklerini dakikalarca anlatıyor. Arjantinli olan bu uzun analizlerden sıkılıp soruyor:
“Bizde Messi var, sizde kim var?”
İnsanlar gülmeye başlıyor ve bunun üstüne söyleyecek söz yok gibi gözüküyor, muhabbet bitiyor. Fakat futbol tarihi bize bu sorunun mantıksız olduğunu gösteriyor. Almanya’da zaten Messi, Maradona değil adına “takım” denilen başka bir şey oluyor. Bu sayede adreslerinin son sekizli kavşağa geldikten sonra finale giden yolda bir yerlerde olduğunu herkes biliyor. Arjantin’in ise geceyi nerede geçireceği hiç belli olmuyor.
Teknik direktör Alejandro Sabella’nın da 2011’de takımı devraldıktan sonra tüm derdi buydu. Tevez’in kadroya alınmaması da Sabella’nın artık sorun değil takım istemesine bağlandı. Taraftarların ne olursa olsun izlemek istediği bir oyuncuyu uzaklaştırmak kolay değildi ama Tevez hayatındaki iniş çıkışlarla Sabella’ya yardımcı oldu.
Arjantin turnuvanın en yaşlı takımı. Gerçi karakteri bu tanımla çelişki içinde. Messi, Di Maria, hatta Higuain, Lavezzi, Agüero, Palacio ileride rakip defanstan dayak yemeye başladığında arkalarını kollayacak Pirlo gibi bir abileri yok. Gerrard da Xabi Alonso da bu takımda değil. Bari orta sahada kullanacak bir Pepe olsun istiyor insan ama o da yok. Zaten bunlardan bir tanesi olsa kupayı oynamaya bile gerek kalmayabilirdi. Mecburen bu görev Mascherano ve Fernando Gago’ya verilecek. Onların performansı geçilecek tur sayısını belirleyecek. Bu ikili iyi oynadığında çoğu yerde kötü olarak anlatılan defans hattının diğer takımlardan çok da geride olmadığı ortaya çıkacak. Yaşlarıyla çelişki yaratan diğer bir olay da zaman zaman oyun içinde yerlerini kaybedip, dağılmaları. Özellikle işler kötü gittiğinde Di Maria’nın ayağından top kapmaya çalışan Messi’yle çarpışan Garay gibi bir sahne ortaya çıkabiliyor.
Topa sahip olmayı sevseler de fazla güçlü oldukları bir nokta var. Kontrataklar. Kornerleri düzgün atamayan bir takım Arjantin’e karşı hiç kullanmasa daha iyi. Ön direkte karşıladıkları kornerden gelen bir topu en fazla dört pasla karşı kalenin içine bırakabiliyorlar. Bu kadar büyük ismin olduğu bir takımın artıları çok ama eksik tarafları tempo. Maç içinde 15 dakika durup 3-4 dakika oynuyorlar, bir de attıkları kadar kolay kontra yiyebiliyorlar. Brezilya ve Almanya’nın sırf bu yüzden ağzı sulanıyor olabilir. Gruptan lider çıkarlarsa korkacak bir şey yok, finale kadar yolları kesişmiyor.
Bu neslin belki de yarısından fazlası başka bir kupa göremeyecek. Son şansları olabilir. Seyircileri Trinidad Tobago’yla oynadıkları hazırlık maçında River Plate stadyumunu doldurdu, İran maçına 11 binden fazla bilet aldı. Kesin bir şey var, Arjantinliler kupayı çok istiyor. Yine de konu Arjantin olduğunda dikkatli olmak gerek. Gruptan lider çıkarlar, yarı final büyük başarı olur. En iyi ihtimal, dramatik bir finalle ikinci olurlar.
Bosna Hersek
Bosna Hersekli futbolcuların özgeçmişlerine baktığınızda birçoğunda “Savaş başlamadan önce ailesi ülkeyi terk eden X…” şeklinde başlayan bir cümle görürsünüz. Doksanlı yılların başında bir kısmı daha yeni doğmuş olan bu ailelerin çocuklarının, Almanya, İsviçre, Avusturya hatta Lüksemburg gibi ülkelerde büyüdüğünü, futbol eğitimlerini aldığını okursunuz. Biraz daha derin araştırma yaparsanız ülkeyi terk etmeyenler de dahil olmak üzere hepsinin geçmişinde o büyük acının izlerini bulabilirsiniz. İşte bu turnuvada izleyeceğimiz Bosna Hersek, bir savaştan, katliamdan kurtarılan o çocukların takımı olacak.
Ekim 2013’te Litvanya’yı 1-0 yenerek Dünya Kupası vizesi aldıklarında insanlar sokaklara dökülmüştü. Saha içinde futbolcular o kadar sevince alışık olmamanın getirdiği acemilikle sağa sola koşuyorlardı, tribündekiler kendinden geçmişti. O akşam için Vedad Ibisevic şunları söylüyor:
“Bence o maçtan sonra ortaya çıkan mutluluk, sevinç görüntüleri her şeyi anlatıyor. Bunu kelimelerle anlatmak imkansız. Bosna Hersek’teki insanlar büyük acılar çektiler, zor bir hayat yaşadılar. Mutlu olmak için çok az sebepleri vardı. Sonra birden bir futbol takımı mükemmel bir sonuç aldı ve bu insanlara mutlu olmak için bir sebep verdi.”
Safet Susic Brezilya’da olmanın değerini en iyi bilen takım olduklarını söylüyor. O da Litvanya maçı sonrası yaşanan sevinçten bahsediyor ve ekliyor: “İlk defa katılıyoruz. Tek başına bu sebep bile turnuvanın bizim için ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.”
Susic’in takımında insanı doksanlara götüren sadece futbolcuların öz geçmişi değil. Elemelerde oynadıkları çift forvetli sistem de bu günlerde nadir görülen ve özlenen (benim için) bir diziliş. Susic elinde Ibisevic ve Dzeko gibi iki büyük golcü varken bu sistemi değiştirmeyeceğini söylese de kimi maçlarda Miralem Pjanic’i Dzeko’ya yardımcı olarak biraz daha ileri gönderip tek forvete döndü. Oyunun orta sahadaki yaratıcılık kısmını Misimovic, Hajrovic gibi isimler üstleniyor. Salihovic de ilk ve belki son turnuvasına formda geliyor. Schalke’nin sol beki Kolasinac ise çok genç olmasına rağmen formayı kaparsa turnuvanın en iyilerinden olmaya aday. Sol kanatta Salihovic’le birlikte çok iyi işler yapabilirler.
Kadroda Dzeko dışında bonservis bedeliyle dudak uçuklatan isimler yok. Oyuncuların çoğu büyük kupalar peşinde koşan takımlarda da oynamıyor. Birkaç isim dışında yetenekleri de sınırlı. Ama bencil değiller, sahada görevlerini yapıyorlar, çoğu yıldızlar topluluğunun aksine takım olabilmişler. Asıl avantajlarıysa ellerini kirletmekten korkmamaları. Oyunu çirkinleştirmiyorlar ama gerekirse sertliğe sertlikle cevap verebiliyorlar.
Bosna Hersek, Brezilya’da kendi masalını yaşayacak. Alınacak galibiyetlere en güzel sevinen takımlardan olacaklar. İçinde bulundukları durum onları aşırı milliyetçiliğe yöneltmedikçe dünyanın birçok yerinden o sevince katılanlar olacak. Beni çoğu kez yanıltan içimdeki ses, onlara “Bosnia-Herzegovina-Bundesliga” diyen Almanya’yla çeyrek finalde eşleşirler diye düşünmeden yazmamı söylüyor. Aynı ses bir de, Dünya Kupası sürpriz üçüncüleri sever diyor. Mantıklı olan ise ilk olarak İran ve Nijerya karşısında kazanıp gruptan çıkmaya bakmaları.
Nijerya
Nijerya’nın 1994 ve 98 kadrolarını1 hatırladıkça Afrika’dan yarı final gören bir takım çıkmamış olması insana garip geliyor. Ama artık o isimler yok. Rap şarkısı eşliğinde dönen araba lastiklerinin arasından top geçirebilen Jay Jay ve arkadaşları futbol sahnesinden çekileli çok oldu. Nijerya, 98 sonrası yapılan 3 kupadan 2 tanesine katıldı, bunlarda da gruplarda galibiyet bile alamadan elendi. 2012’de Afrika Uluslar Kupası’na katılamayıp dibi gördükten sonra bir yükselişe geçtiler. 2014 Brezilya’ya Afrika Şampiyonu unvanıyla, elemelerde hiç kaybetmeden geliyorlar.
Ülkede bitmek bilmeyen bir iç savaş var. “Müslümanlar” ve “Hristiyanlar” her gün bir katliama imza atıyorlar. 17 Aralık sonrası Türkiye’nin de iğrenç bir şekilde dahil olduğunu öğrendiğimiz, Obamaların da katıldığı ‘kızlarımızı geri getirin’ kampanyasıyla da tüm dünyanın ilgisini nihayet çeken bu savaş bitecek gibi gözükmüyor. Bu oynadıkları futbola nasıl yansıyor bilmek imkansız. Fakat iç karışıklığın yerel liglerde otorite boşluğu yarattığı bir gerçek. Ülke futbolu son senelerde şike skandallarıyla gündemi meşgul ediyor, 2013 Temmuz ayında 79-0 ve 67-0 biten maçlar işlerin artık kontrolden çıktığını gösteriyor.
Takımın başında 1994’te futbolcuyken Afrika şampiyonluğu yaşayan ve bunu 2013’te teknik direktör olarak tekrar eden, aynı yıl Afrika’nın en iyi teknik direktörü seçilen Stephen Keshi var.
Kalecileri turnuvanın renkli oyuncularından birisi Vincent Enyeama. Kariyerinin ilk yıllarında Afrika Şampiyonlar Ligi maçları penaltılara gittiğinde, hocası ona güvenmeyip değiştiriyormuş. Belki bunun da etkisiyle hem penaltı kurtarmayı hem de atmayı öğrenmiş. Olur da Nijerya ilerleyen turlarda penaltı atışlarına kalan bir maç oynarsa Enyeama çift taraflı bir kahraman olabilir.
Nijeryalı gazeteci Colin Udoh, yetenekli, teknik futbolcuların Avrupa’ya gidip, fizik güce dayalı futbolculara dönüştüğünü, bunun Nijerya futboluna yapılan bir kötülük olduğunu söylüyor. En net örnek olarak da John Obi Mikel’i gösteriyor. Ne olursa olsun, Obi Mikel bu takımın her şeyi. Onun performansı Nijerya’nın kaderini belirleyecek. Victor Moses, Liverpool’daki kötü sezonun sonrasında üst seviye kulüplerde oynamaya devam mı tamam mı mücadelesi verecek. Emenike ise turnuvaya formda geliyor. Bu isimlerin yanında, belki hepsinden yetenekli, izlemesi zevk veren, 21 yaşında, CSKA Moskova’da oynayan Ahmed Musa var.
Defansları görece genç ve tecrübesiz. Ceza alanı dışında fırsat bulduğunda çok iyi şut atan futbolcuları var, kontrataklarda ise her zaman tehlikeliler. Fakat çoğu Avrupa liglerinde oynayan futbolculardan kurulu bu takım bana göre çok dağınık. Gruptan çıkmaları başarı olur.
İran
Dünyanın bir kısmına göre bu turnuvada, Laff-A-Lympics’teki Gerçek Kötüler’e eş değerde olacaklar. Çünkü popüler kültür bize onların “Şer Ekseni”nde olduğunu söylüyor. İran’a 1979’da başlayıp artarak devam eden bir ambargo var. Ambargonun sebebi, nükleer teknolojiyi kitlesel imha silahı olarak kullanan ilk ülke, ayrıca ikinci ülke, hatta tek ülke olan ABD’nin dışişleri bakanlığı sitesinde, “İran’ın devam eden yasadışı nükleer faaliyetlerinde daha fazla ilerleme olmasını engellemek için…” şeklinde açıklanıyor. Bu anti ABD söylemi olarak algılanmasın, egemen kültür kimdeyse onun borusu ötüyor. Sadece ABD değil, birleşmiş milletler üyeleri ve daha birçoğuna göre İran öcü. Eğer gidip yerinde görürsek veya bir tanıdığımız anlatırsa belki durum değişiyor. Bu turnuvada dili, insanı, kültürü Türkiye’de yaşayan insanlara en yakın ülkelerden birisi İran. Buna rağmen hakkında bildiklerimiz sınırlı. Futbol takımları için de durum farklı değil.
Dünya Kupası’na dördüncü defa katılacaklar. Kupada en büyük başarıları da 1998’de ABD karşısında kazandıkları maç. Zaten başka da galibiyetleri yok.
Teknik direktörleri, Alex Ferguson’un otobiyografisinde “Rottweiler” olarak adlandırdığı, zeki, olağanüstü gibi sıfatlarla tanımladığı eski yardımcısı Carlos Queiroz. Ferguson’un yardımcılığı dışında, Queiroz’un kariyerinde Real Madrid, Portekiz ve Güney Afrika milli takımları da var. Daha defansif bir futbol oynatmayı seviyor, İran’da da bunu uygulamaya çalışıyor. Fakat şu ana kadar oynattığı futboldan çok, Güney Kore teknik direktörünün maç öncesi Özbekistan için oynayacağız şeklindeki açıklamalarına sinirlenip, maç sonunda rakip teknik direktöre öfkeyle gösterdiği yumruğu gibi olaylar konuşuluyor.
Queiroz her konuda içine kapanmış İran’ın en azından futbolda biraz dünyaya açılmasını sağladı. Yaptığı en büyük yenilik, Avrupa ülkelerinde yetişmiş İran asıllı futbolcuları takıma kazandırmak oldu. Bunlardan en önemlileri, Hollanda’nın tüm alt yaş kategorilerinde oynamış Gucci lakabıyla bilinen Reza Ghoochannejhad ve Almanya’da yetişmiş, yine her alt yaş kategorisinde oynamış Fulhamlı Ashkan Dejagah hücum hattında yer alıyor. Gurbetçi futbolcuları var ama Queiroz’un çift ön liberolu sisteminde en büyük yükü kaptanları, İran ligi takımı Esteghlal’de oynayan Javad Nekounam çekiyor.
Dışarıdan bakınca öyle görünebilir ama “Gerçek Kötüler” gibi rakip defansın ayağının altına yağ dökmeyecekler, hakemi kaçırıp yerine kendi adamlarından birini de koymayacaklar, çıkıp ellerinden geldiği kadar futbol oynayacaklar. Kaybettiklerinde çok üzülmeyecekler ama kazanırlarsa sevinçleri büyük olacak. Dünya Kupası’nda çıktıkları her maçta biz öcü olmadıklarını biraz daha anlayacağız, onlar da bizi biraz daha fazla sevecek. Belki de hepimize devletlerin düşmanlığının bizi ilgilendirmediğini, asıl kötülerin baştakiler olduğunu hatırlatacaklar. Yine de bu grupta galibiyet bile almaları sürpriz olacak.
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane