Skip to content
Çarşı izninde herkesten farklı hissetmek için illa kamuflaj giymeye gerek yoktur.

Bir Asker Çarşı Dönüşü Neler Hisseder?

Askerliğin en güzel anlarıdır çarşılar... Yoksa en kötüleri mi?

Zorunlu uyarı:

A) TCK MADDE 318.

(1) Halkı, askerlik hizmetinden soğutacak etkinlikte teşvik veya telkinde bulunanlara veya propaganda yapanlara altı aydan iki yıla kadar hapis cezası verilir.

(2) Fiil, basın ve yayın yolu ile işlenirse ceza yarısı oranında artırılır.

B) İstihbarata karşı koyma (İKK): İstihbarat teşkilatı tarafından yapılan hasım ve düşman haberalma teşkilatlarının kendilerine karşı başarıyla bilgi toplama ve elde etmelerini önleme faaliyetleridir.

Askerlikle ilgili bir şeyler yazmak isteyen herkesin en başta dikkate alması gereken 2 kavram yukarıda yazdıklarım. Eğer 100 günü geçmiş askerlik süremde oradaki eğitimlerden ve detaylarından, saçmalıklardan ve zorluklardan bahsetmek isteseydim özellikle TCK 318’e çok dikkat etmem gerekirdi. Ama yazmak istediklerim daha çok asker olmanın insanda oluşturduğu yeni veya daha öncekilerin devamı olan psikolojik durumlar üzerine daha çok. Hep söylediğim gibi, askerliğini yapmış olanlar zaten ne söylemek istediğimi biliyor, henüz gitmeyenler nasılsa öğrenecek, hiç gitmek zorunda olmayanlarsa bilmesinler daha iyi. Benim değinmek istediğim spesifik bir konu var yalnız, haftada bir çıkılan çarşı izninden dönüşte hissedilen benzersiz duygular…

Bu yazıyı aslında “eve” dönüş otobüsünde, benim gibi bir sürü askerle beraber bir çarşıyı daha noktaladığım o keder yüklü yolculuk sırasında tamamlamam daha doğru olurdu. Ama imkanlar bu kadarına elveriyor, ben ancak o otobüste hissettiklerimin kopyasını buraya aktarabilirim. Zaten haftada sadece 1 kez (bazen 2 haftada 1) internete erişebilen biri olarak bu satırları yazarken kendimi ıssız bir adadan unuttuğum uzak dünyaya şişeyle mesaj gönderen bir tür Robinson Crusoe gibi hissetmeye engel olamıyorum. Çünkü askerliğin insan üzerindeki en büyük etkisi yarattığı toplumdan yalıtılmışlık duygusu bence. Askerde kimliksizsindir (gerçekten, kimliklerin elinden alınmıştır nizamiyeden girdikten sonra), temel hakların elinden geçici olarak askıya alınmış, bir birey değil bütünün önemsiz ve vazgeçilebilir bir parçasısındır sadece. Aslında kapitalizmin hüküm sürdüğü bir dünyada hepimiz birörnek tüketicileriz, ama sistem bizi tam tersine özel ve farklı olduğumuza inandırmaya çalışıyor. Askerde de tam tersine sizin ne kadar sıradan ve herkesten farksız olduğunuz kafanıza vura vura sokulur. Hani Full Metal Jacket’ta eğitim çavuşu “Here you are all equally worthless”1 diyor ya, durum tamamen bu.

Askerlik görmüş birinin hayatındaki en unutulmaz günlerden birinin acemilikten sonraki ilk çarşıya çıkılan gün olduğunu düşünüyorum. O gün yaşadıklarım insanın hayatta belki ancak kısa süreli bir kürek mahkumiyetinden sonra özgürlüğüne kavuşmuş (yani hapis olduğunu henüz içselleştirip kabullenmemiş, ama tüm özgürlükleri geçici olarak alınmış) birinin hissettikleriyle karşılaştırılabilir gibime geliyor. Hapse girmiş veya bir tanıdığı girmiş olanlar teşbihe bozulmazlar umarım, ama insanın sanki hiç lüks araba, hiç deniz kenarı, hiç güzel kadın, hiç internet görmemişçesine sivil hayata bir anda atılması daha iyi nasıl ifade edilebilir, benim sözcük dağarcığım yetmiyor. Elbette usta birliğinin rahatlığına alışıldıkça bu heyecan azalıyor, ama bu sefer de çarşıdan birliğe dönüş yolundaki o tuhaf hüzün şafak “comolokko”2 olana dek tüm şiddetiyle sürüyor.

Anlatması kolay değil. Çarşıda hiçbir şey yapmasan da, çok sevdiğin insanları uzun bir aradan sonra görsen de güneş batarken aynı yere dönmek zorunda olduğunu bilirsin. Sivil taklidi yaptığın o sınırlı saatler boyunca, gittiğin her yerde esnaf senin asker olduğunu şıp diye anlarken “gerçek” sivillerden ne kadar kopuk olduğunu düşünürsün. Sanki şu sinek kovucu reklamlarındaki gibi, görünmez bir tabaka seni onlardan ayırmaktadır. Onlarla konuşursun, ama sanki onlarla iletişim kuramaz, onlara dokunamazsın.  Belirli bir süre için dolaşmasına izin verilen, sonra boynundaki tasması çekilmek suretiyle gerisin geri kafesine dönen bir deney hayvanından farkın yoktur.

Dönüş hüzünlüdür, çünkü temelde hiçbir işe yaramadığın bir yere dönmektesindir, devletin ve ailenin vergileriyle bakıldığın… Ama sen doğruları ve yanlışlarıyla, tüm mutluluk ve sefalet anlarıyla kendi hayatını yaşamak istersin, hele sivil hayatında çözmen gereken bir sürü hayati düğüm varsa. Bir başkası olmak zorunda kaldığın yerdir orası, sen de tıpış tıpış dönmektesindir (bunun bir de kendi kullandığın özel arabayla kışlaya teslim olma versiyonu vardır ki, o konuya hiç girilmese daha iyi).

Hele bir de arkadaşlarınla, yakınlarınla görüştüğün bir çarşıdan dönülüyorsa durum çok daha fena oluyor. Beraber aklına gelen her şeyi sınırsızca yapmaya alıştığın, zaman yetmediğindeyse -kısa bir süre sonra gerçekleşecek öteki buluşmada- nasılsa devam edeceğini bilmenin rahatlığıyla hiçbir pişmanlık duymadan ayrıldığın insanlarla sıkışık zamanlarda, belirli yer ve şartlarda bile olsa görüşmenin anlamı herhalde bir ömür boyu unutulmayacak türdendir. Kendini gerçekten sivil gibi hissetmeye yaklaştığın çarşılardır bunlar. İnsanlar aynıdır (tamam, bir farkla, saç normalden daha kısa oluyor), sadece dekor biraz farklıdır. O anın gerçekten hissettiğin şekilde olmasını o kadar umutsuzca dilersin ki, kendinle ilgili tek kelime konuşmadan onları dinlersin. Onlar sivil hikayelerini anlatırken sen de kendini sanki onlardan biri gibi görmeyi başarırsın. Bir süre bu yalana inansan da zaman ilerler, geç kalmamak için acele edersin ve -hem soyut hem de eğer içildiyse somut olarak hissedilen- sarhoşluk, yerini öfke ve şaşkınlık dolu bir ayılmaya bırakır. Yeniden buluşacağını bilirsin, sadece o anın hayali bile çok uzak bir geleceğe ait gözükür. Bir gün içinde insan duyguları ne kadar geniş bir karşıtlık gösterebilirse iki ucu da görürsün. Nizamiyeden girdikten sonra anlarsın ki yukarıda benim haddim olmayarak yazdıklarım gibi büyük lafları etme hakkını kazanmışsındır, çektiğin tuhaf acıyla beraber…

En kötüsü de şudur: İçindeki arsız bir parça o acıyı çekmeyi, geri dönmeyi, o kapıdan içeri girmeyi ister. Çünkü güneş batmadan şafak atmayacak, sen içeri girmeden nihai sona ulaşamayacağını bilirsin. Nihai zafer için, güneşin senin için doğduğu güne kavuşmak için feda ettiğin bir başka piyondur geçen çarşı.

Akşam hava kararmaya yüz tutar, otobüs veya minibüsle birliğe yaklaşmakta olan 15-20 kişinin belki hepsi aynı şeyi düşünmüyordur, ama kesinlikle benzer bir hüznün etkisindedir hepsi. Teypte çalan arabesk şarkıdan mı, aracın içinde aynı havayı soluduklarından mı, bunun net yanıtını bilmiyorum. Bildiğim bir şey var, askerliğini yapan herkes sevdiğinden, sevdiği şeylerden uzaktır ve çarşı izni -sevdiklerini görüp, sevdiği şeyleri yapma şansını bulsa bile- bu gerçeği bir kez daha vurgulamaktan başka bir işe yaramaz.

Son not: Bu yazı askerliğimin bitimine 45 gün kadar kalmışken büyük oranda bitmişti, ancak sonraki çarşı izinlerinde uzun süreli internet bağlantısı bulamayınca bilgisayar ortamına aktarılıp yayınlanması askerlik sonrasına kaldı. Belirtmem gerekir ki o zaman hissettiklerimden bir miktar uzaklaştım, yine de yolun yarısını geçmiş bir askerin anlık durumunu anlatması açısından bu haliyle kalmasında sakınca görmüyorum.

  1. İng. Hepiniz eşit derecede değersizsiniz []
  2. http://www.youtube.com/watch?v=I6kVefbobBM []