Seattle şehrinde daha önceden takımın Oklahoma City’ye taşınmasında önemli rol oynayan salon krizinin büyük ölçüde çözüldüğünü kıyıda köşede okumuşsunuzdur elbet. Haberi ilk okuduğumda aklıma hemen malum soru geldi: Neden dört sene önce salon için onay alınamadı da, şimdi alındı? Belediye meclisinin o dönem karşı çıktığı ve inatla yeni salonu onaylamadığı balonu atılmıştı önümüze. Yedik. “Seyirci gelmiyor zaten yeni salon zarar eder” dediler, onu da yedik. Tabi sorunun cevabını da biliyorduk bir yandan. Uzun süren görüşmeler oldu, tiyatrolar döndü, resepsiyonlar verildi. Salon için onay almak isteyen yoktu aslında. Clayton Bennett, David Stern ve hatta Seattle şehrini yönetenler çok önceden aralarında anlaşmıştı.
Şimdi ise gerçekten Seattle’a Sonics’i geri getirmek isteyen biri var. Sadece bir kişi yok aslında, herkes istiyor. David Stern dahil. Olaydaki ironiyi görüyorsunuzdur. Sonics’in bitirilmesinde baş rolü oynayan Stern, şimdi eminim Seattle’a takım gelsin diye can atıyordur. Basketbolu özleyen bir şehir, NBA içerisinde özlenen bir şehir, yaraların sarılması falan derken, maddi manevi müthiş bir rant var işin içinde. Rant nerede, David orada.
Chris Hansen’ın çıkarı yok mu bu işten? Geçen şubat ayına kadar adını bile duymadığımız bir adam yeni salon teklifiyle geliyor, ve NBA basketbolunu Seattle’a geri getireceğini vaat ediyor. “Kimsin lan sen?” derler tabi adama. Bir sıcaklık hissediyorum kendisine karşı. Hansen yakışıklı adam, Bennett gibi muşmula suratlı değil. Daha da önemlisi kendini “Sonics guy” olarak tanımlıyor. Takım için yapılması gerekenleri yaptığını, kahraman olarak anılmak istemediğini belirtiyor ısrarla. Oysa kahraman oldu bile. Samimiyeti hakkında kesin şeyler söylemek imkansız, ancak şu ana kadar sergilediği tavır, bir iş adamından ziyade, hakikaten Sonics’i özleyen biri gibi. Salon için sunduğu teklifin son derece cömert bir teklif olduğunu ve şehir yönetiminin sunduğu her şartı kabul ettiğini biliyoruz.
NBA’in yanı sıra NHL maçlarına da ev sahipliği yapacak olan salonun inşasına başlamak için ise öncelikle bir NBA franchise’ının satın alınması lazım. David Stern takım sayısında artış istemediği için yeni bir franchise ihtimali şu aşamada yok denecek kadar az. Mevcut NBA takımlarından Seattle’a gelme ihtimali en fazla olan da hepimizin bildiği üzere Sacramento Kings. Yani Chris Hansen’ın öncelikle Kings’i satın alması gerekecek ve Maloof’lar da mutlaka zorluk çıkaracaktır bu konuda. Sabırlı olmamız gerektiğini söylüyor Hansen gayet rahat bir şekilde. Öyle ya da böyle Sonics’in geri döneceğine inanıyor. Bütün şehri de arkasına almış durumda.
Peki bu durumda ben ne yapacağım? Ben derken kastettiğim ben ve benim gibi Sonics taraftarıyken, Thunder’a geçen dönekler.
Oklahoma’daki son dört sene kolay olmadı benim için. Thunder bu kadar iyi yönetilip, bu kadar kısa süre içerisinde dipten zirveye çıkacak bir kadro oluşturulmasaydı, sevmemenin imkansız olduğu bir oyuncu grubu oluşturulmasaydı, belki önyargılarla başladığım Thunder maceram uzun sürmeyecekti. Seattle Supersonics elden giderken sürekli birilerine sallayan, sürekli Sonicsgate’ten bölümler izleyen adamın, Thunder’la beraber hoplaya zıplaya maç seyretmesi pek samimi gelmeyebilir. Dediğim gibi uzun süren bir kimlik bunalımı yaşadım ve hiç kolay olmadı, ciddiyim.
Kendime ve başkalarına yaptığım açıklama şöyleydi: “Ben Seattle şehrinin mensubu değilim, ben takımın taraftarıyım, oyuncular benim oyuncularım, tabi ki desteklemeye devam edeceğim.” Destekledim de Thunder’ı. Skandalın üzerinden geçen süre, bu süre içerisinde Thunder’ın kafaya oynayan ve yıllarca da kafaya oynayacak bir takım yaratması, kardeşim gibi sevdiğim Durant’ler, Harden’lar, Westbrook’lar Seattle’ı unutturmuş gibiydi. Artık olan olmuştu ve ortaya çıkan yeni takımı lanetlemektense, hiçbir günahı olmayan bu oyuncu grubunu bağrıma basmakta bir sakınca görmedim.
En zoru ilk seneydi. İçimde kopan fırtınaları bir ben bilirim. Batug.com’daki Sonics yazarlığım bittikten sonra Thunder’a devam etmek istediğimi söyledim. Aslında çok istekli değildim, ama bu yeni takımı sevmenin en güzel yolunun yazarlıktan geçtiğini düşündüm. Zamanında Seattle sevgimi perçinleyen, birkaç kat arttıran yine yazarlık (ve dolayısıyla yakından takip etmek) olmuştu. Taşınma olayının ciddiyetini de henüz kavrayamamıştım sanırım, ince detayına kadar takip etmeme rağmen. “Seattle takımsız kalmaz, seneye yeni bir franchise kurulur mutlaka” diyordum içimden. Thunder zaten paspas bir takımdı o an için ve Kevin Durant’ten başka elle tutulacak bir şey yok gibiydi.
Sonrası malum. Seattle’a yeni takım muhabbetleri medyada daha az haber oluyordu, ben de daha az düşünmeye başlamıştım artık vahim olayı. Aklım fikrim Thunder olmuştu.
Derken Chris Hansen denen adam çıktı. 2008 yılından bu yana Seattle Supersonics’in dirilişiyle ilgili birçok dedikodu ortaya atılıyordu ama ilk kez somut adım atan ve net konuşan biri vardı piyasada. Geçtiğimiz hafta olayın ciddiyeti büyüdü ve resmiyet kazandı. İçimde bir şeyler uyanmaya başladı.
“Seattle şu an lige geri dönse kimi tutacaksın?” sorusuyla çok kez karşılaştım. 2009’a kadar, henüz olay tazeyken cevap kolaydı. Ama zaman geçip, umutlar tükendikten sonra sorulunca insan Seattle’ın dönüş ihtimalini çok da ciddiye alamıyor inanın. Mevcut takım Sonics’in devamı olduğuna göre, yeni gelen takım ne olacak? Son bir-iki haftadır durmadan bu konuyu düşünüyorum. Rüyalarıma giriyor. Seattle’ın geri gelmesini istemediğim ve sonra hızlıca bu düşünceden sıyrıldığım anlar bile yaşadım. Geri gelmesi en iyisiydi, kişilik bölünmesi varsa ya kişilikleri birleştireceksin (bu Oklahoma City Thunder’ın tekrar Seattle’a taşınıp Supersonics ismini geri alması anlamına geliyor -ki böyle bir şey mümkün değil), ya da kişilikleri birbirinden ayıracaksın.
Son zamanlarda düşünmeye çok fırsatım oldu. Sonics’ten önce başka şeyler düşündüm, başka konularda da kendimle hesaplaştım. Zihnim açık bu aralar anlayacağınız. Sonunda bir karara vardım. Hansen’ın şehre takımı geri getireceğine inanmış olmalıyım ki karar vermek zorunda hissettim kendimi.
Sitede yürüttüğümüz NBA için şafak sayma işine ben de bir yazıyla katkıda bulunayım isterken sevgili adminimiz Kubilay Kahveci, “özlediysen Shawn Kemp yaz” tarzında bir öneride bulundu. Salon hakkındaki gelişmeleri takip ediyor muydu, içerisinde bulunduğum ruh halinin farkında mıydı bilemiyorum ama tam on ikiden vurmuştu. Shawn Kemp… deli oğlan… Nasıl özlemem ki?
Shawn Kemp’in Cleveland’daki göt-göbek halini bile özledim. Orlando’da Detroit’e 3-1’den seri verirlerken T-Mac’le kenarda makara yapmasını bile. Kemp henüz 30 yaşında kariyerini rezil etmeye başlamışken kendisine kızamadım hiç. Seattle’dan ayrılan oyuncuların aynı performansı başka takımda veremeyeceğine inanırdım hep. Çünkü çok azı gönüllü ayrılırdı, çoğunlukla başkanın cimriliği ya da yönetimin basiretsizliği yüzünden kaybedilirdi adamlar. Kemp de kurbanlardan biriydi. Odamda uzun yıllar düşmeden asılı kalmayı başarmış meşhur poster NBA’in simgesiydi benim için. Yağmur adam derlerdi ona, Seattle’ın yağmurlarıyla da güzel uyuyordu aslında. Ama yanlıştı tabi, işin gerçeği “Reign Man” idi. Spikerimiz Kevin Calabro’nun taktığı bir lakaptı. Müthiş bir lakaptı.
Bazı itiraflarda bulunmam gerekiyor sanırım artık. Oklahoma City Thunder’ı çok seviyorum, evet, ama bir an bile içim rahat olmadı. David Stern’ün bu takımı arkadan ittiğini biliyorum içten içe. Bundan hoşlanmıyorum. Belki Kevin Durant’i Thunder’a kazandıran ikinci sıra seçimi (o zamanlar Thunder yoktu ama aslında vardı, Stern biliyordu olacakları) lotarya şansı değildi. Thunder’ın NBA’in aydınlık yüzü olması, oyuncuların iyi karakterlerinin bu kadar öne çıkarılması tesadüf olamazdı. Tüm dünyanın Oklahoma City Thunder’a sempati duyması içime sinmedi hiçbir zaman, sinmeyecek de.
Seattle Sonics varken hep şehirle övünürdüm. Yazılarda şehirden bahsederdim sıkça, Pearl Jam, Nirvana, Soundgarden ve daha niceleriyle birlikte severdim takımı da. Bir bütün olarak. Bir spor kulübü bir yere ait olmalıdır. Thunder Oklahoma’ya ait, buna şüphe yok, ama benim Oklahoma’yla aramda en ufak bir bağ yok. Merak edip de wikipedia’ya Oklahoma yazmadım bile. Yalnızca oyuncuları seviyorum, koçu seviyorum, GM’i seviyorum. Takımı değil de, mensuplarını seviyorum. Bunun ayrımını yapmak hakikaten çok zor. Son birkaç senedir neredeyse her maçını izlediğim adamlara bir anda küfür etmeye başlayamam tabi ki. Thunder’la ilgili duygularımın nasıl şekilleneceğini kestiremiyorum inanın. Ama kesin bir şey var ki; eğer ligde bir Seattle Sonics olacaksa, ben de orada olacağım. Çünkü seneler sonra çoluğu çocuğu toplayıp, “Lebron’u, Kobe’yi, Durant’i bırakın da, bir zamanlar Shawn Kemp vardı” demek istiyorum.
Sacramento Kings satın alınır da Seattle’a taşınırsa zamanında Sonics’in başına gelenden pek farkı olmayacak aslında. Howard Schultz, Clayton Bennett, Maloof’lar gibi para babalarının oyuncağı olmaya devam edecek maalesef bu takımlar. Çok uzaklardan destekleyen bizim gibilerin de akılları karışacak. Kendi kendine dert edinip günlerce Sonics mi Thunder mı diye düşünecekler. İkisi aynı takım değil mi?
Bu kez Sacramento’lular hüzünlenecek, Seattle’lılar sevinecek, birilerinin hakkı yenmesi üzerine ne kadar sevinilirse artık. Bu böyle devam edecek. Biz mağdur olduk, biraz da başkaları olsun. Güzel, değil mi? Keşke en baştan kurulsa şu takım. Sil baştan.
Başta döneklik dedim ama ciddi değildim. Şu an için bu iki takım aynı. Bill Simmons’ın tabiri Zombie Sonics güzel açıklıyor aslında demek istediğimi. Halen Thunder taraftarıyım, tarafsız olmak gibi bir şey söz konusu olamaz bu kadar yakın takip ettiğim bir olayda. Gerçek Sonics dönünceye dek, Zombie Sonics’le yola devam edeceğim. Şampiyon veda etsem ne güzel olurdu.
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane