Mayıs ayında, Thunder’ın Lakers’ı tatile yolladığı beşinci maç bittiği anda, o gün 14’te 5 gibi tatsız bir oranla 14 sayı atabilen, bir önceki maç 10 sayı-5 ribaundda kalıp, maçın sonundaki feci top kaybını yapan, serinin bütününü ancak 12 sayı ortalamayla oynayan Pau Gasol’ü sarı-mor içinde son kez gördüğüme neredeyse emindim. Eğer sürekli bir takım içi problem kaynağı ya da özveri göstermediğini hissettiğiniz birisi değilse tuttuğunuz takımın her oyuncusuna belli düzeyde bir sempati duyarsınız, düzenli olarak iyi performans gösterenlere belki biraz daha fazla, ve bir de başka sevdiğiniz, diğerlerinden ayırdığınız adamlar/kadınlar vardır; hemen hepiniz taraftarsınız, biliyorsunuz işte. Gasol benim o ayrı sevdiğim adamlardandı ve seven herkes gibi muhtemelen bazen kusurlarını görmezden geliyordum ama o maçın bitiminde ben bile gitmesi gerektiğine ikna olmuştum. Lakers artık açıkça ağır kalan ve kendi kuvvetli tarafları buradan doğan açığı kapatmaya yetmeyen bir takımdı, Kobe takas edilemezdi, genç Andrew Bynum’ın yalnızca Dwight Howard’ı getirecekse gözden çıkarılacağı biliniyordu ve takımın Miami ya da Oklahoma City’yle doğrudürüst kapışabilmesini sağlayacak bir-iki adam almak için en büyük fırsat Gasol’ü takas etmek gibi duruyordu. Oyun kurucu değişmeyecek, Kobe yine o yükün önemli kısmını bir yandan bolca şut atarak sırtlamaya çalışacak ve Bynum da duracaksa Gasol’ün kalması da gerekmiyordu zaten çünkü hücumda çok verimsiz kullanılıyor, savunmada da takımın noksanları, Bynum’la ikili olarak günün basketbolu ölçüsünde görece yavaşlıklarının çok sırıtmasına yol açıyordu. Lakers’ta başka değişiklikler yaşanmazsa Gasol bu takımın günah keçisi olmaya devam edecekti ve koşullar böyleyken başka bir takıma gitmesi herkes için en iyisiydi.
Sonrasını biliyorsunuz… Gasol’le birlikte herkesin hücum verimini yukarıya çekecek ve Gasol’le birlikte herkesin ağırlıklarını örtecek iki adam takıma katıldı, takas gerekliliği ortadan kalktı, Nash’le Gasol’ün ne kadar iyi bir ikili oluşturacağı, Princeton hücumunda Gasol’ün ne kadar kıymetli olacağı ve uzun bir sakatlıktan dönen, zaten her an faul problemine girme riski taşıyan Howard’ın yanında takımda bulunmasının ne denli mühim bir sigorta olduğu konuşulmaya başladı. Hepsi de çok doğru. Ama Pau’nun bu sezon Lakers’a getireceği en büyük artı, basketbol sahasının dışına taşıdığı ve bugün onu sevdiğim sporcu yapan özellikleri olabilir.
2007 yılının Eylül ayında İspanya-Rusya final maçının son saniye atışını kaçırmasına Rus taraftarların arasında deli gibi sevindiğim bu adam, neden bugün neredeyse İspanyol vatandaşlığı için başvuru yapmama sebep olacak? Yanıt sadece artık Lakers’ta oynaması değil elbette; dediğim gibi, bazı oyuncuları başka seversiniz. Benim Pau Gasol hayranlığımın sebebi, bir uzundan bekleyeceğiniz her şeyle birlikte fazlasını yapabilmesinin, basketbol zekasının, oyununun zarafetinin yanı sıra, açıkçası Lakers’a geldikten ve daha yakından izlemeye başladıktan sonra iyice farkına vardığım karakteri.
Bu adamları sekiz ay boyunca hemen her gün takip eden gazeteci ve televizyonculara Gasol’ü nasıl bir insan olarak tanımlayacaklarını sorun, gelen yanıtların hemen hepsi “nazik”, “kibar”, “zarif”, “düşünceli” gibi sıfatları içerecektir. Böyle nitelendirilen kişilerin bir yandan da “keriz”, “enayi”, “saf” olarak görüldüğü bir çağda, üstün yeteneklere sahip bir adamın, elde ettiği bütün başarılara rağmen insan tarafını korumasına; yıllardır yeterince sert olmamakla eleştirilip de, sırf bu lafları savuşturmak için yapmacık pozlara girmemesine; pozisyonu, oynadığı takımın iddiası ve profili nedeniyle en çok sertliğe maruz kalan adamlardan biri olmasına rağmen, her temasta bağırma huyu haricinde basketbol sahasında hiçbir rahatsız edici davranışını hatırlayamayacak olmamıza büyük saygı duyuyorum.
Evet, belki biraz daha umursamaz ve burnunun dikine giden, biraz daha bencil, biraz daha sert bir adam olsa, Kobe’nin dediği gibi beyaz kuğudan siyah kuğuya dönüşebilse bugün basketbol tarihinde çok daha yukarılarda bir yeri garantilemiş, bence en az bir yıl için oturmayı başardığı dünyanın en iyi uzunu tahtında daha uzun süre kalabilmiş ve takas edilmesi akıllara bile getirilmemişti. Ama Pau Gasol bu saatten sonra değişecek değil. O, daha müsait durumda olduğuna inandığı bir takım arkadaşına pas çıkarmaya, zorlamayıp hücumun akışı içerisinde bulacağı doğru şutları atmaya, kendisini sinirlendiren şeyler olsa da takımın huzuru için alttan almaya devam edecek.
Ve eğer şu anki Lakers takımı, sürekli kıyaslandığı 2004 takımı gibi dramayla dolu, sonu hüsran bir hikayeye sürüklenmeyecekse bu, ortada Kobe-Shaq benzeri dev bir kavga bulunmaması kadar, Gasol ve Steve Nash gibi sıradan insan egosuyla süperyıldız yeteneklerini birleştirmeyi becermiş, bu yönden ayrıca “özel” adamların varlığı sayesinde olacak. Sezon içerisinde Kobe’nin her zamanki işlerinden, Howard’ın savunmaya yaptığı etkiden, Nash’in organizatörlüğünden bahsedilirken Gasol’ün ismini diğerleri kadar fazla duymayabilirsiniz. Ama bu kadar ilgi odağı bir takım sakin bir sezon geçirirse, bilin ki Pau Gasol gözle görülmeyen asistler yapıyor.
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane