Skip to content

Sezonun Bu Bölümünde Kimse…

Euroleague ön elemelerinden söz ettiğimizde sözünü ettiklerimiz.

Kaliteli basketbol beklemesin.

Bu güzide teknik direktör özdeyişini olumlayan bir yarışma da Jordi Bertomeu’nun son icatlarından olan Euroleague ön elemeleri. Avrupa basketbolunun damardan takipçileri için güzel bir aperitif işlevi görüyor olabilir, fakat bana uygulamalarında bir standart tutturmayı hiçbir zaman fazla önemsemeyen bir lige yakışır ucubelikte geliyor bu ön sevişme çabası. Ödül çok büyük, format ise amaç Euroleague’de olmayı en çok hak edeni belirlemek iken fazla güvensiz. Bir de işin içine -iki senedir çok ateşli atmosferler görmüyor olsak bile- ev sahibi faktörü giriyor. Yangından mal kaçırıyormuşçasına hazırlanan fikstürle Le Mans dinlenemeden üst üste üçüncü akşam maça çıkmış olacak. Tüm bunları konuşmaktan sıra gelmese de Cantu’nun ilk iki maç arasında yakaladığı soluklanma fırsatıyla elde ettiği avantaj da bir başka maraz. Ve her biri o çok üzerine titrenen Euroleague markasını biraz daha ucuzlatıyor.

Lige asil olarak dahil olan takımlar tartışılamayacak kadar adil kriterlere göre belirlenmiş ya, son bilet için de böyle ne idüğü belirsiz bir turnuva davetine icabet etmesi bekleniyor takımların. Geçen sezonun sonlarına doğru Oktay Mahmuti’nin verdiği bir röportajdaki sözlerini hatırlıyorum. İçinde oldukları projede adım adım ilerleme isteğindeyken, 2011-12 sezonu için ligde final başarısını tekrarlayarak bir istikrar göstermek ve Eurocup’ta sonuna kadar gitmek doğal hedefler olarak öne çıkıyordu. Buna uygun şekilde, sonrasında her fırsatta dile getireceği üzere, bir Eurocup kadrosuyla katıldıkları turnuvada ev sahibini geçerek bir anda şehirdeki en havalı partide buldular kendilerini. Beklentiler üssel olarak arttı. Euroleague’de olması gerekenden fazla rekabetçi olan bu Eurocup kadrosunun yetersizliği dillendirilmeye başladı, partinin en güzel kızını tavlayamadığı için… Sonunda gelinen noktada başka bir sürü şey rol oynamıştır muhakkak, fakat atılan bu erken adımın projeyi yıpratmış olduğuna dair herkes ufak bir şüphe taşıyordur sanırım.

Yine de basketbolu epey özlediğimden olsa gerek, boş vakit buldukça izledim maçları. Böylece Bertomeu’nun bu dahiyane fikrini teşvik etmiş olacağımı biliyordum, pek de umursamadım.

Geçen sezon yeni oluşturulmuş bir takımla katılmalarına ve hazırlık süreci için özel bir ayarlama yapmamalarına rağmen Galatasaray’ın kazanması öyle çok büyük sürpriz değildi. Ama o gün itibarıyla muhtemelen Avrupa’nın en iyi 20 kadrosundan birini kurmuş Khimki’nin final görememesine sürpriz diyebilirdik. Dün akşam Unics Kazan’ın yaşadığına benzer bir upset olarak da adlandırabiliriz. March Madness’a özgü bir tabir ama idare edin. Zaten hem formatları, hem de arkalarındaki güdüler bire bir aynı. Yaptıkları transferlerden sonra Kazan’ı bu sezon bir yerlerde yenmek istiyorsan, bulabileceğin en iyi zamanın bu günler olduğu açıktı. Yine de bir Sergen Yalçın edasıyla bakınca, Le Mans1 çok fazla şey vadetmiyordu. Hepsini birbirine karıştırdığım ve ziyadesiyle güvenilmez bulduğum Fransız swingman kalabalığından bir şeyler çıkması beklenebilirdi, zaten neden güvenilmez oldukları hemen anlaşılmazdı. Ancak temelde Khalid El-Amin ve Alain Koffi ikili oyunları dışında bu takımın neler sunduğundan emin değildim, bir de istatistik kutusundan takip ederken El-Amin’in erken faullediğini gördüm. Akşamın ilk maçının kaderini çizen bu olmuştu Çekler adına. Sonrasında öğrendim ki, ikinci çeyrekteki o anları Charles Kahudi ve Cameron Long’un katkılarıyla hasarsız geçmişler. Long’un ismi ilk maçta gördüğümde yabancı gelmişti, biraz araştırınca George Mason mezunu olduğunu gördüm. Son beş yılda bu civarlarda oynadıkları oyundan etkilenip ‘nereden çıktı bu adam’ tepkisi verdiğim beş oyuncudan ikisinin George Mason mezunu olduğunu hatırladım. Güzel bir topluluk. Buraya Doron Perkins, D’or Fischer ve Darius Songaila gibi Euroleague gediklilerini transfer etmenin fiyakasıyla gelen ve ilk ikisinin maddiyat öncelikli transferlere erken başladığını düşündürerek üzen BC Donetsk’e karşı işleyen El-Amin-Koffi bağlantısına da fazla ihtiyaç duymadı Le Mans bu sefer. Ben maçı son çeyrekte açtığımda da üretime devam eden J.P. Batista idi hücumu sürükleyen isim. Genelde Adam Morrison’ın gözyaşlarıyla hatırlanan o Gonzaga sezonunda, genelde kaçırdığı şu şutla hatırlanan eleman aynı zamanda Mertol Karatay.2

Son çeyreğe gelindiğinde ise El-Amin yeniden soyundu. Maça ısınmak için yeteri kadar zamanı yok gibi gözüküyordu, yaşlı ayakları da üst üste ikinci akşamdan etkilendiğini açık etmişti. Ama şu aşırı bayık sperm muhabbeti üzerinden yürüyen ‘hepimiz birer kazananız’ önermesini mahcup edecek bir adam Khalid. Bunu ben çok iyi biliyorum. Beşiktaş taraftarıysan, Connecticut mezunuysan veya hayatında en az bir kez bir maçın kritik bir anında onun gönderdiği şutun basket olmasını dilediysen sen de. Maçın en kritik üçlüğünü sağ çaprazdan gönderdi. Mire Chatman takip eden iki hücumdaki üçlüklerinden sonra düelloyu kazandığını sanmıştı. Chuck Eidson penetre sonrası o kendine özgü, herkesi ters köşeye yatıran asistlerinden birini yaptı. Kostas Kaimakoglou ise aksine çok tahmin edilebilir ama bir o kadar da durdurulamaz saldırılarından biriyle destekledi. Fakat sezonun bu bölümünde hareketlerin gösterdiği klas, bir ahenk içinde olmadığında değerinin çoğunu kaybediyordu. Kaimakoglou gibi her şeyden önce oyunu oynama yoğunluklarıyla fark yaratan adamlara, oturmuş bir yapı içerisinde gösterdikleri sonrası anlamsız paralar fırlatılmasına basketbol tarihinden aşinaydık. Bu tipleri o ekipten koparıp aldıktan sonra, tek tabanca halleriyle, izlediğinde gözlerini ovuşturmak zorunda hissedebiliyorsun, pek antrenmanlı değilse gözlerin. Eidson’ın durumu daha da kötü. Xavi Pascual ile test edildiği sezonun ardından ilk kez izleme fırsatı buldum ama sahada dolaşan bu Eidson’ın kendisinin bir karikatürüne dönüştüğünü söylemek bile durumu yeterince anlatmaz. Eidson bitmiş… Ya da yitmiş, biraz daha beklemek lazım. Ne yazık ki Euroleague o sabrı göstermiyor. Avrupa’nın en iyi 15 kadrosundan biri3 böyle saçma bir akşamın ardından yoluna Eurocup’ta devam ediyor. Yani geçen sezon ülkesinin ikinci liginde şampiyon olmaktan başka bir halt başarmamış Bayern München’ın aldığı wild card ile dahil olduğu yarışma, hatta haline bakılırsa kompetisyon.

Telaffuzu zor yeni sponsoruyla Cantu, bu kıyak sonrasında yarınki finalde PalaDesio’ya favori statüsüyle çıkacak. Ancak o kıyağı yapan El-Amin ve arkadaşları eğer yakıtlarını tamamen tüketmedilerse onlar için de aşılması zor bir rakip haline gelebilirler. Zira Cantu’da gidenlerin ardından Andrea Trinchieri’nin4 yeniden oluşturmaya çalıştığı takım kimliği, bu erken sınava tek ayak üzerinde yakalanmışa benziyor. Geçen sezon bu takımı övmelere doyamadığım için üç gündür benim desteğim onlarlaydı. Bu yüzden en uzun süre izlediğim takım da Cantu oldu, altı tam çeyrek ve üstüne birkaç dakika daha. Ana rotasyondan 6-7 oyuncuyu kaybettiler, özellikle Giorgi Shermadini ve Vladimir Micov bu coğrafyadaki her takım için yeri doldurulması zor yetenekler. Bunun yanında takımı yıllar sonra üst düzey basketbola taşıyan hareketin saha içindeki lideri Gianluca Basile de Euroleague’de kalmak için kestirmeyi kullanıp Olimpia Milano’ya doğru yol aldı. Buna rağmen, takımın geçen sezona oranla şimdiden net olarak daha iyi yaptığı bir şey var. Hücumda çok daha hızlılar, seti çok daha akışkan oynuyorlar ve tetiği çekmekte de daha az tereddüt ediyorlar. Bu değişimlerin ilk ikisi için kredilerin aslan payını oyun kurucu Jerry Smith’e göndermek gerek, sonuncusu ise Pietro Aradori’nin oyun karakterinin büyük resimdeki yansıması. Takım kendi düzeni içinde Aradori’yi sindirdikten sonra, bu uçlarda seyreden özelliği törpülemek isteyebilir. Benim düşüncem bu yönde en azından, Trinchieri hücumunun böyle bir adrenalin trenine dönüşmesini seyrederken çok rahat hissetmiyordur. Yine de “sezonun bu bölümünde” oyuncunun getirilerini dışarıda bırakmamak adına sineye çekebileceğin bir durum. Bunları maçın temposundan bağımsız düşünmek mümkün değil, o yüzden böyle fırlatıp atmak hoşuma gitmiyor ama birinci gün 89, ikinci gün 87 sayı attı Cantu. Daha önemlisi, istatistik dayanağı aramaya üşensem de bu mevsimde5 bekleyeceğiniz etkinliğin üzerinde gözüktü hücum. Düzeltiyorum, Smith’i dinlendirme görevindeki basketbol fakiri Beye Tabu’nun direksiyonda olduğu anları çıkarırsak bu böyleydi. Yani Le Mans’ın ‘ısıran’ savunmasına rağmen, bir endişe varsa buradan kaynaklanmıyor.

Savunmadan kaynaklanıyor… Burada hiçbir şey yerli yerinde değil. Shermadini kaybının sancıları da ilk olarak oyunun bu alanında kendini hatırlatıyor. Zira kolej basketbolunda değerli bir alçak post silahı olarak isim yapmış Alex Tyus, bu kıtada da katkı vermeye ilk günden başladı ve pideci gibi üretmeye devam ediyor. Ensesine doğru koşar adım ilerleyen saç çizgisiyle vedalaştıktan sonra sahada da daha iyi duruyor. Aslında geçen sezon da bu kıtadaymış, ben haber alamayınca D-League falan kasıyor diye tahmin etmiştim. İsrail’de Maccabi Ashdod forması giymiş, hatta vatandaşlığı alıp milli takıma da kapak atmış. Zaten adını yazdığınızda Google şu kelimelerle tamamlıyor: Jewish, hairline, girlfriend. Kendimi şanslı hissetmiyorum. Aklıma önce bloga ısrarla “Barış Özbek Kürt mü” aramasıyla gelen adam, hemen ardından da konudan ne kadar uzaklaştığım geliyor. Trinchieri zaman zaman Maarty Leunen’i 3 numaraya, Manuchar Markoishvili’yi ise 2 numaraya kaydırdığı süper uzun beşler deneyerek aşmaya çalışsa da takımın savunma disiplini henüz geçen sene ile aynı sayfada değil ve bir kimlik oluşturmak epey zaman alacağa benziyor. Lukoil Academic Sofia önünde Darryl Watkins’in istatistiklere 18-15 ile yansıyan canavar oyunu sürpriz değil, Marco Cusin’i düşürdüğü hallere ise elemanı tanıyan ama bahsi geçen maçı izlemeyen birini inandırmak çok zor. Dün akşam ise fark ikinci yarıda 18 sayıya çıkmışken, rakip saha içi komutanı Mike Taylor beşledikten sonra zor ayakta duruyorken fişi çekemeyerek geçen seneki takım karakterine tamamen aykırı bir görüntü çizen bir Cantu var. Son kertede tüm bu hallerin müsebbibi fazlasıyla dağınık savunma, özel olarak ise görünürde olmayan pota altı sertliği. Öyle ki son çeyrekte Nymburk’u skorda tutan ve Trinchieri’ye son dakika molasını aldıran isim Texas’ın keskin şutörlerinden A.J. Abrams değil. J.J. Abrams bile değil. LA Clippers formasıyla çerezine oynanan son haftalardaki katkılarıyla fantezi basketbolda kupa kazandıran oyuncu olmayı bırakıp geldiği Kızılyıldız’da yaptıklarıyla Eurocup seviyesinin aranan adamlarından biri olacağını kanıtlamış Taylor da değil ki kendisinin beşlediğini zaten söylemiştim, biliyorum. Taylor’dan bahsetmişken bu fantezi muhabbetini ıskalamak istemedim sadece… O isim Drew Naymick. Yıllarca yaz kamplarında Lakers formasının gerçek cefasını çekmiş, Sedat Koç’un “Şut atabilen 2.10’luk uzunlar, çilli kızıllar gibidir. Mutlaka şans vermelisin, yoksa pişman olan sen olursun” kuralının6 yanlış tarafına düşen fütürist basketbolcu. Trinchieri burayı duyuyor musun?

Akşam için favorim Cantu. Başlarken varoluşuna ana avrat küfrettiğim turnuva hakkında sabaha karşı 1500 kelimeye gittiğimi görüyorum, kesmek zorundayım.

  1. Le Mans takımı? []
  2. Çok da iyi istatistikleri vardı, yazık oldu. []
  3. Bu Simon Jatsch’ın takdiridir ve kendisi bu alanda açıkça benden daha güvenilir biridir: []
  4. Her Trinchieri dendiğinde verilmesi gereken bağlantı: http://www.nytimes.com/2007/04/25/realestate/greathomes/25GH-Milan.html []
  5. Yine! []
  6. http://torinolu.blogspot.com/2009/04/nike-hoop-summit.html []