Tam 424 yıl önce bugün Le Corbusier’nin kendisi dışında mekânı tam olarak kavrayabilen iki mimardan biri olarak gösterdiği Koca Sinan, son nefesini vermişti.
Şehircilik ve mimarlığın kan ağladığı; görgüsüzlüğün, sonradan görmeliğin, betona, paraya, daha yükseği, daha pahalısı diye fallik güce tapınmanın neoliberal iktidarlarında TOKİ’nin kan kusturduğu günlerde Cemal Süreya’nın dediğine inat sanki daha da alçaldı ulu mimar.
İnsanın kendisine dair bir şey söylemesi zordur daima. Övünsen dert, yerinsen alçakgönüllü der. Fakat Sinan’ın Tezkiretü’l Bünyan ve Tezkiretü’l Ebniye’de yazdığı şu kısacık paragraf, kendisini ne de güzel özetler…
“Bu değersiz kul, Sultan Selim Han’ın saltanat bahçesinin devşirmesi olup, Kayseri sancağından oğlan devşirilmesine ilk defa o zaman başlanmıştı. Sonunda yine tıpkı bir pergel gibi yay çizerek, görgümü artırmak için diyarlar gezmeye istek duydum. Bir zaman padişah hizmetinde Arap ve Acem ülkelerinde gezip tozdum. Her saray kubbesinin tepesinden ve her harabe köşesinden bir şeyler kaparak bilgi, görgümü artırdım ve yeniçeri olarak kapıya çıktım.”
Sonradan kendisini değersiz ve muhtaç kul, saray mimarlarının başkanı olarak tanımlayan Sinan, adeta Kanuni Sultan Süleyman ile birlikte büyümüştü. Kanuni dünyaya hükmederken, o mimarînin sınırlarını zorluyordu. 1538’de Prut Nehri’nin üstüne köprü yapması istenince, bir efsane doğmuştu. “Elem verse” de, yeniçeriliğe veda ediyor, başmimarlığa terfi ediyordu.
Çıraklığı Şehzade Camii ile geçti. Kalfalığının şahikası Süleymaniye’deki kubbeler şelalesi, ustalık eseri Selimiye’nin müjdecisiydi. Sekiz dayanaklı cami tipolojisi varabileceği son noktaydı adeta. Hayatı boyunca Ayasofya’yı aşacak bir yapıt bırakmak isteyen Koca Sinan, bunu Selimiye ile başarmıştı, hem de 80’ini devirmişken. Ulu mimar, 17 Temmuz 1588’de göçüp gitmişti bu dünyadan.
Türkiye’ye gelen meslektaşlarının uğrak noktasıydı Sinan’ın eserleri. 1950’lerde İstanbul’u defalarca ziyaret eden dünyanın en büyük mimarlarından Louis Kahn, bütün gününü Süleymaniye Camii’nde geçirir, eli şakağında saatlerce avluda durduktan sonra, akşamları bilim insanlarıyla buluşurdu. O mimarlar için bir ilahtı; eserlerini incelemek adeta ibadetti.
Yeniçeri olarak o kadar yürüdü ki gördüğü her unsuru beynine kazımıştı Sinan. Mısır, İran, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı ve Gotik mimarisini gözlemleyen büyük usta, sonrası için biriktirmişti uygarlıkların tozunu.
Geride bıraktığı içlerinde 92 cami, 57 medrese ve 52 mescidin de bulunduğu toplam 375 eser, asırlardır insanlığı büyülüyor. Aradan geçen yüzyıllara rağmen Sinan, İstanbul’u ve dünyayı kanatlarının altına almaya devam ediyor.
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane