North Carolina, Jr.
6-10, PF
Round Rock, Texas (1990)
John Allen Henson bir sabah, sıkıntılı rüyalar gördüğü uykusundan uyandığında, kendini yatağında ürkütücü dev bir 2.10’a dönüşmüş buldu. Uzuvlarına göre acınacak kadar ince duran bedeniyle parkenin üzerinde titreşip duruyordu.
Babası da Norfolk State’te basketbol oynamış Henson’ın büyüme hormonlarının çıldırması, lise ikinci sınıfı takip eden yaza denk geliyor. Bu fiziksel gelişim, o güne kadar Texas’ta yetenekli ve atletik, fakat şutunu bulamamış genç bir guard olarak ün salmış Henson’ı oyununu yeniden tanımlamaya mecbur bırakıyor. Özellikle iyiden iyiye insanlıktan çıkan kanat açıklığı sayesinde, hücumdaki defolarının üzeri bir hayli örtülüyor. Etrafındakilerin tavsiyesi üzerine lisesini değiştirip Renaldo Garcia’nın talebesi olduğu son sezonunda 16.6 sayı ve 12.2 ribaundun yanına koyduğu 6.1 blok çok fazla söze gerek bırakmıyor. Aynı zamanda skora daha kolay yollardan gitmeyi ve hızlı hücumlarda rakip çemberleri sallamayı adet haline getiriyor. Fakat bu çoğu zaman karşılaştığımız üzere, gelişiminde bazı şeyleri göz ardı etmesine neden oluyor. Makyaj ilk olarak Hoop Summit’te birtakım beyaz uzunlar tarafından kolaylıkla itilip kakıldığında akıyor. Yine de jenerasyonunun en iyi 4 numarası etiketiyle mezun olmasına engel olmuyor bu durum. Chapel Hill’e geldiğinde büyük yankı uyandırıyor, fakat sezon başladığında neleri ihmal ettiğini görmesi gecikmiyor. Roy Williams onu bir 3 numara yedeği olarak kullanmayı tercih ediyor. Bu role uyum sağlamakta zorlanan Henson sahaya çıktığında takım pratikte dört kişi hücum eder hale geliyor, dakikaları bir türlü gelişim göstermiyor. Ta ki Ed Davis’in sezonunu bitiren sakatlığa dek. O günden bu yana Henson, North Carolina ilk beşinde Tyler Zeller’ın yanındaki yerini perçinliyor. İkinci ve üçüncü sezonlarında elit konferansının en iyi savunmacısı seçiliyor. Fakat oyununda NBA yetkililerinin kafalarındaki soru işaretlerini besleyen zayıf noktalar, bu yaza kadar taşınıyor.
Henson’ın kariyerine en optimist yaklaşanlar, onda NBA’i sadece savunmasıyla domine edecek yeni bir All-Star hamuru görüyor. 2004 şampiyonluğuyla doruk noktasına ulaşan Ben Wallace veya daha makul olanlarının öne sürdüğü Serge Ibaka’nın yarattığına benzer bir etki. Lisede hala zaman zaman bir guardın top hakimiyetini gösterdiği yıllardaki Kevin Garnett etiketleri ise geçerliliğini tamamen yitirdi. Zira Henson, biraz da daima başarıya odaklı North Carolina ortamının etkisiyle, hücumuna henüz gerçek anlamda güvenilir bir silah ekleyebilmiş değil. Bu noktada ancak savunmacısını çemberin altına kadar sürüklediği -ve yetersiz fiziği nedeniyle hayli nadir gerçekleşen- pozisyonlarda bıraktığı baby hook dile getirilebilir.1 Fakat bu hareketi mümkün kılacak hazırlık aşamasını NBA’e ne ölçüde taşıyabileceği de bir muamma. Belki ağırlık salonlarında sabahlanacak haftalar ona yardımcı olabilir, fakat Henson’ı sahada gördüğüm ilk günden beri, o metamorfoz gecesinin sabahında karşılaştığı bedenine yabancılığını üzerinden atamadığını hissediyorum. Yani çalışma etiği genel olarak övülen bu cengaverin probleminin ‘ben vücut çalışırken sıkılıyorum abi’ geyiğinden fazlası olduğunu zannediyorum. En azından bu tip ucubik görünümlü adamları genellikle sıkıntıya sokan koordinasyon problemlerinden azade olduğunu söylemek lazım. Halihazırda fundamental açısından yetkin bir savunmacı iken, ayaklarını çekmekte zorluk yaşamaması onu NBA’deki çaylaklık dönemlerini ‘ayaklı faul makinesi’ olarak geçiren uzunlardan ayıracaktır. Bir oyun kurucunun ne kadar iyi bir dağıtıcı olduğunu ölçme amacına hizmet eden asist/top kaybı oranına paralel olarak, gözlemcilerin yardım savunmacısı olarak isim yapmış gençlerde özellikle kontrol ettiği blok/faul oranındaki istisnai çizgisi de bunun ispatı bir yerde.2
Henson’ın liseden beri, belli dönemlerde düzenli olarak denediği ve her seferinde insanları ‘bu sefer sahiden oluyor mu ne’ sorularına sevk eden orta mesafe şutları ise halen konuşmaya değer bir düzeye gelmiş değil. Aslında freshman sezonundan sonraki yaz bunun üzerine çok düştüğü söyleniyordu ve 2010-11 sezonunda bu çalışmanın meyvelerini toplayacağını düşündüren bir başlangıcı olmuştu. Fakat konferans fikstürü geldiğinde -muhtemelen koçun tasarrufuyla- bu şutlar, Tar Heels’ın oyun kitabındaki önceliğini her geçen gün yitirmeye başladı. Henson’ın yanında Zeller’ın oynadığını düşünürsek, set hücumlarında kolej basketbolunun en iyi sırtı dönük tehditlerinden birinin gölgesinde kalması gayet anlaşılırdı. Zeller’a topu çembere 4-5 metre uzaklıktayken ulaştırabilirseniz, minimum 2 sayıyı cebinize koyuyordunuz ve böylesi takım için daha hayırlıydı.
2011-12 sezonunda ise Chapel Hill’de işleri takım adına iyiye götürürken, bir yandan da Henson’ın hücum portföyünü her türlü gelişimden alıkoyan bir fenomen beliriverdi: The Kendall Marshall Experience! Takıma dahil olduğunda temel parçacıklardan biri olması beklenmeyen ve ‘Larry Drew II’ı yedeklese iyidir’ denilen yakışıklı oyun kurucu, ilk fırsatta alışılmadık saha görüşünü göstermeye başlamıştı. Marshall gibi birine sahipken, takımın temposuna dizgin vurmak pek akıl karı değildi. Çoğu kolej koçunun aksine kalıplara fazla takılı kalmayan, takım yapısının neye ihtiyaç duyduğunu öğrenmek adına kulağını ona dayamaktan geri durmayan Williams’ın ‘koşun’ emrini vermesi çok gecikmedi. Bu yeni oyun tarzının Henson’ın verimini azaltması beklenmiyordu, hatta kartların yeniden karılması belki de Harrison Barnes’tan sonra en çok onun işine gelecekti. Zira kariyeri boyunca hızlı hücumlar, Henson’ın birincil ekmek kapısı olmuştu. NBA için hala çok cılız gözükmesine rağmen, UNC’deki üç sezonu süresince aldığı 22 kilo çembere daha güçlü gitmesine yardımcı oluyordu. Bu şartlar altında sayı ortalamasını 11.7’den 13.7’ye çekmesi sürpriz değildi. Bazılarını tatmin etmese de, esasen fena bir artış da değildi hani. Fakat bir sezon önce ümit vadettiği perimetre hücumundan neredeyse tamamen vazgeçirilmişti. Tempoyu yukarı çekme ve olabildiğince az hücumu yarı sahaya bırakma eğilimindeki Williams, bu sınırlı sayıda hücumda da topun Zeller’a indirilmesini salık vermişti. Henson’ın sezon boyunca UNC hücumlarındaki kullanım oranı tatminkar sayılırdı, Zeller’ınkinden yalnızca 2.5 birim aşağıdaydı.3
Fakat geri dönüş kararını olumlu karşılayan gözlemcilerin, görmeyi umduğu hiçbir şeyi sahaya koyamamıştı. Böylece lokavt nedeniyle kan kaybetmeden önceki Draft 2011 için güçlü bir ilk beş adayı addedilen Henson, tahtalarda ilk kez lotaryanın dışına kadar inecekti. Bu da bizi gözlemcilerin hayal kırıklığını ve birçoklarına göre Henson’ın sezonunu özetleyen o kareyi yeniden hatırlamaya -ve hatırlatmaya- itiyor. Sezonun en önemli mesaj maçlarından birinde4 North Carolina, Kentucky’ye rakibinin Rupp Arena’daki 38 maçlık yenilmezliğine son vermek amacıyla gelmişti. Maçın son 7-8 dakikalık bölümüne girerken oyun North Carolina’nın kontrolündeydi. Kentucky’nin gençleri bu ilk sınavdan geçmeleri için gerekli tecrübeden yoksun gözüküyordu. Derken Doron Lamb’in tek başına yakaladığı seriyle bir anda maç dengeye geldi. Son 21 saniyede top 1 sayı geride olan UNC’deydi. Beklendiği üzere top, takımın sezon boyunca sayıya giden en kestirme yolu olan Zeller’a indi. Anthony Davis’in kolları arasında kaybolan Zeller topun hakimiyetini yitirdi ve maçın kaderi 7 saniye kala Henson’ın ellerine geldi. Kendi koçu başta olmak üzere izleyen herkese -ki sezonun en çok beklenen randevularından biriydi- orta mesafe oyununun bir şansı daha hak ettiğini gösterme fırsatıydı. Henson’ın anıydı. Ve göz açıp kapayıncaya kadar, artık Davis’in anıydı. Onu bugüne değin koruduğu ‘consensus first pick’ statüsüne çıkaran an. Henson’ın zamanın geri çevrilmezliğini ansızın anladığı an ve bugün halen bir yürek bulantısının eşlik ettiği o an.5
Bunca şeye rağmen Henson’ın kariyerinden yana beklentiler taşıyorum, bazı sebeplerim var pek tabii. Onun gibi kolejde savunmasıyla ün salmış oyuncuların, hele fiziksel açıdan yetersizse bunu insan azmanı profesyonellerle kapıştığı bir üst arenaya taşıyamaması çok sıra dışı bir senaryo değil. Şimdiden zamanında UNC savunmasının direği olan eski bir-sonraki-büyük-şey Brandan Wright’la benzerlikler kuranlar türedi. Fakat Henson’ı NBA tarihinde bini bir para kalas uzunlardan ayıran önemli bir özelliği var. Belki de şimdiye kadarki kariyerinin büyük bölümünde guard olarak oynamasından gelen akıcılığı. Sahada zaman zaman, dans eden bir Sweet Dee gibi dursa da ayak hareketleri fiziğiyle oksimoronal bir ilişki arz ediyor. Bunun yanında şutunun da -belki 2-3 sezon içerisinde- esaslı bir gelişim göstermesinin kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum. Geçen sezon faul çizgisinden 50% ile attı ve bu yüzdenin kolej kariyerinin en iyisi olduğunu söylemem, şu anda elimizde nasıl bir enkaz olduğunu açıkça dışa vuruyor. Fakat elemanın stilindeki o akıcılık, şutuna da belli oranda yansımış durumda. Karşımızda bir Joakim Noah vakası durduğunu zannetmiyorum, fakat yine de korku filmlerine layık bir şut mekaniği var. Mekaniği geliştirmek her zaman, olmayan şutör dokunuşunu kazandırmaktan daha mümkündür. Ve neyse ki karşımızda Anthony Randolph’ten daha zeki bir arkadaş duruyor ki oyununda kimi anlarda ondan da esintiler bulmuyor değilim.
Henson’da sevdiğim bir başka özellik de, spot ışıklarının en yoğun olduğu anlarda dahi suyun yüzeyinden uzaklarda en derinde yüzen balık olması. Aynı anda sert, kontrollü, sakin görünürken dışa dönüklüğünü koruyabilmesi. Karakterini gösterebilmesi. Duke deplasmanında ya da UNC’nin sezonunun uzamı onun bilek sakatlığından nasıl döneceğiyle ilişkilendirilirken geri adım atmaması. 2009’da profilini yazarken beklentilerimi düşük tutup,6 sonrasında her geçen gün daha çok sevdiğim Greg Monroe’nun yanına gitmesini isterim mesela. Birbirlerini çok iyi tamamlayacaklardır. Sacramento eğer 5. sıradan Andre Drummond kumarına girmek yerine, birkaç parça karşılığında aşağı inmeyi tercih ederse yeni evi orası da olabilir. Fakat Henson-Cousins kombinasyonu da şık gözükse de, bu ihtimali pek sevmiyorum.
Kimseyi tanımadım ben, senden daha güzel: Serge Ibaka, Joakim Noah, Brandan Wright
Tepegöz: #9, Pistons
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane