“Şimdiki çocuklar” tanımlamasını kullanacak yaşa henüz gelmedim, hatta yakınında bile değilim o yaşın. Gelin görün ki 2-3 senelik nesillere bölünen ve nesillerarası uçurumun sürekli katlandığı günümüzde ben bile şimdiki ilkokul çocuklarına ananemin bana baktığı gibi, kısmen ucube gözüyle bakıyorum. Aslında hiç sevmem “bizim zamanımız” geyiğini. Herkes 90’lar der, 90’ları çok çok sever, ancak altın çağ, insanın çocukluğunu yaşadığı dönemdir, hangi onlu kısma denk gelirse gelsin…
Klasik tip mahallede büyümüş, semirmiş ve hala yaşamakta olan birisi olarak, o yukarıda söylediğim nesillerarası gelişimin ve değişimin en güzel incelenebileceği yerdeyim diye düşünüyorum. İnceleme yapmak için sosyolog olmaya, yahut farkındalığın çok çok yüksek olmasına gerek yok, her şey gözünüze batıyor bir süre sonra zaten.
25 apartmanlı, şimdinin sitesi, eskinin ve bana göre “hâlânın” mahallesi olan güzide yaşam yerim bana hayatı öğretti büyük ölçüde. 10-12 çocukluk oyunlar, bakkala kola-cips yazdırmalar, zile basarak oyuna adam çağırmalar, toplaşıp atari oynamalar, bilgisayarı olan çocuğun evinden çıkmamalar, mahalle maçları ve plastik toplar… Hepsini deli gibi özlesem de, yeri her zaman ayrı olacak ve hiçbir zaman dolamayacak bir şey var bu saydıklarımın içinde; mahalle maçları.
Derler ya “Camel’ın Camel olduğu zamanlar” diye, gerçi sigara içmiyorum, bunu derken neyi kastettiklerini bilemeyeceğim, neyse, sporun spor olduğu zamanlardı mahalle maçları. Okuldan gelenin çantasını ve okul gömlek-pantolonunu eve atıp direkt okul bahçesine atladığı, okulu geç dağılanın kravatı rambo gibi alnına bağlayarak maça katıldığı, kışın havanın erken kararmasıyla tadı çıkmayan, yazın top sahibi çocuğu annesinin yemeğe çağırmasına kadar devam eden maçlar… Plastik toplarla başlayıp, cengaver bir küçüğün top almasıyla ciddileşen, alt ve üst mahalle çocuklarıyla kanlı bıçaklı eden mahallelerarası rekabetler… Hatırladıkça duygulanırım nedense, ki duygulanmaktan nefret eden bir adam olarak içimi burkan tek şeydir çocukluğa dönemeyecek olmak.
Kışları okul sonraları, yazları tatiller sonraları toplanırdı takımlar. Aşağı mahalleyle sözleşilen maç saatinden 1 saat önce toplanıp antrenmana başlayan takım, cips ve taso eşliğinde taktik konuşur, kaleye kimin, kaç gollüğüne geçeceği tartışılır, sahaya geçilirdi. Maçlar hep altışarlıktandı. Nedendir bilinmez, iki mahallede de 10 civarı aynı nesil çocuk olmasına rağmen ya misafirlikten, yahut anayla-babayla alışverişe gitmekten, 6 kişi zar zor çıkardı. İki takımın kaptanı maç öncesinde kaçta devre olacağını ve kaçta biteceğini kararlaştırır, sonrasında da maça başlayacak takımı ateşlerdi. Gerçi “10’da devre, 20’de biter” diye kararlaştırılan maç herhangi bir anne çağırması olmadığı takdirde 25-30’a kadar uzardı ya, neyse.
Attığım goller hala zihnimde. Eminim sizlerin de unutamadığı mahalle maçı anıları var, olmalı bir yerlede. Peki şimdikilerin elinde ne olacak çocukluklarından kalan, bundan 5-6 yıl sonra? Sanıyorum hiçbir şey.
Artık okulun bahçesi okul dağılana kadar dolu. Okulun dağılmasını koltukaltında basketbol yahut futbol topuyla bekleyen yok mahallede… Top sesi duyup camdan kafa uzatan kalmadı, duymuyorlar çünkü, hepsinde kulaklık var, bilgisayardalar. Zile basıp hoparlöre bağırmıyorlar arkadaşlarına aşağıya insinler diye. Msn’den, yahut Facebook Chat üzerinden konuşup, sözleşip Guitar Hero oynamaya gidiyorlar Beşiktaş’a… Çoğu kilolu, rastlantı mı, bilemiyorum. Onların yaşında elimizde topla abilerimizi çağıran bizler, şimdi küçükleri çağırıyoruz top oynayalım diye.
Kimse farkında değil korkunçluğun. Mahalleler bitiyor, mahalle maçları tükeniyor… 12-13 yaşında çocuklarını binlerce lira vererek spor salonlarına yazdırıyorlar, hani o başını kaşıyacak vakti olmadığı için plazalarına yakın spor salonlarında 1 saatini harcayan insanların yanına…
Altına top kaçan arabası olmayan mahalleler var, havuzlu siteler onlar. Çocukları birbirini tanımıyor bile, bilgisayarlarının başındalar, keyifleri yerinde. Beton üzerinde, taşla kurulmuş, belüstünün gol sayılmadığı maçlarda Messi olmak yerine Twitter’dan yargılıyorlar Messi’yi.
Mahalle maçlarıydı spora başladığım yer. Mahalle maçlarında sporun, futbolun ne demek olduğunu öğrendim ben, spor salonunda değil. Sokak aralarında kimse yok artık atağın ortasında arabaya yol veren… Hepsi evde.
Auta da, köşe vuruşuna da korner diyen adamı özledim… Kale son deyip, takımın en tıfılı olduğu için kaleye geçen adamı özledim… Belüstünün gol sayılmadığı, devre arasında bakkalın hortumundan su içilen maçları…
“Şimdiki çocuklar” tanımlamasını kullanacak yaşa henüz gelmedim, hatta yakınında bile değilim o yaşın. Gerçi şimdikilerin çoğu çocuk değil…
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane