Skip to content

Bir Leprekan Masalı

Olimpiyatın çok sevdiğim bir yanı var. Açılışa üç-beş ay kala başlayıp oyunlar esnasında zirve yapan, kapanıştan bir-iki ay sonrasına kadar da devam eden bir “katıksız insan hikayesi” döngüsü ortaya çıkıyor beş halkanın iç içe geçtiği bu özel yıllarda. Bilhassa internet ve sosyal medyanın dünyayı böylesi küçülttüğü, bilgi akışını bluetooth kulaklıklarla oynanan global bir kulaktan kulağa oyununa dönüştürdüğü bu çağda bu döngünün kendini çok daha fazla hissettirmeye başladığını söylemek mümkün.

Sporu en başta neden bu kadar sevdiğimizi, onun aslında ne demek olduğunu unutmak, oyunun sonuca endekslendiği, her şeyin cayır cayır endüstriyelleştiği şu günümüz dünyasında maalesef hepimizin, bağışıklık sistemi en güçlü sporseverin dahi ara ara yakalandığı bir maraz. Bereket, dört yılda bir de olsa Olimpiyat adlı güçlü antioksidan gelip bünyeleri şöyle bir iç-dış yıkamadan geçiriyor da kendimize geliyoruz.

Bu mefhuma en güzel ve en taze örneklerden biri hatırlarsınız Pekin 2008’de yaşanmıştı. Halter Erkekler 105 kilo üstünde, silkmede son hakkında 258 kaldırıp 461 toplamla kıl payı altın madalyaya uzanan Alman Matthias Steiner’in, seremoninin ardından önceki yıl bir trafik kazasında yitirdiği eşi Susann’ın fotoğrafıyla objektiflerin karşısına geçmesi, o 145 kiloluk dev adamın nemli ama gururlu gözleriyle dünyayı selamlaması nasıl da yüreklerimize dokunmuştu.  Gerçi Steiner, bu romantik nümayişten sadece üç ay sonra, haber spikeri Inga Posmyk ile çıkmaya başladı ve 2010’da bu alımlı hanımla hayatını birleştirdi ama bu bizi çok ilgilendirmiyor, demek istediğimi anladınız diye tahmin ediyorum.

Oyunlara yaklaşık beş ay kalmışken bu bahsettiğim Olimpik Cemre’nin ne zaman düşeceğini merak ediyorsanız şayet, sizlere iyi bir haberim var, kendisi kısa bir süre önce düştü. Hem de öyle SCR,  R5, TS falan değil, 1080p olarak. Hikayenin kahramanı, kendi çabasıyla Olimpiyata katılma hakkı kazanan ilk İrlandalı jimnastikçi Kieran Behan.

“Kieran’ın başından geçenler bir film senaryosu gibi” diyeceğim ama böyle bir senaryoyla Hollywood’a, Borehamwood’a, Bollywood’a ya da  Yeşilçam’a giderseniz alacağınız cevaplar üç aşağı beş yukarı aynı olacaktır; “Arka Sokaklar senaryo ekibinde boş kadro var, oraya yönlendirsek?” “Everybody Loves Raymond’u yeniden çekiyoruz baba, ilgilenir misin? “Neden bahsettiğimi az sonra anlayacaksınız.

Kieran 10 yaşındayken sol üst baldırında golf topu büyüklüğünde iyi huylu bir tümör keşfediliyor. Normal şartlar altında bu tümörün çıkartılmasına yönelik operasyonun çok komplike olmaması bekleniyor, olmuyor da aslında. Yalnız operasyon ekibi, anestezi esnasında turnikenin düzenli kontrolünü ihmal ediyor ve Kieran’ın bacağındaki sinirler ciddi anlamda hasar görüyor.  Doktorlar, bir daha asla yürüyemeyeceğini söylüyorlar. Kieran 15 ayını tekerlekli sandalyede, doğal olarak bu süreçte de vaktinin çoğunu televizyon karşısında geçiriyor. 2000 Sydney Olimpiyatı’nın tamamını, gözünü dahi kırpmadan izlemiş, annesi ve babası öyle anlatıyor. Bir gün olimpiyata katılma hülyası da zaten bundan sonra peyda olmuş kafasında.  Ebeveynleri Philip ve Bernie de, Kieran sıkılmasın, enerjisini bir şekilde boşaltabilsin diye bir meşgale aramaya başlıyorlar oğulları için ve tekerlekli sandalyede dahi yapılan figürleri barındıran jimnastiği keşfediyorlar. Kieran anında bu spora abayı yakıyor tabii. Nihayet tekerlekli sandalyeden kalktığında da, hemen antrenmanlara başlıyor. Artık 12 yaşında ve olimpik bir jimnast olmak için sıkı çalışması gerektiğini biliyor. Bilmediği, talihsizliklerin henüz bitmediği. Bir gün barfikste amut pozisyonundayken elleri kayıyor ve kafa üstü yere çakılıyor. Sonuç, iç kulaktaki yarım daire kanallarının ağır şekilde tahribatı. Yarım daire kanalları, lisedeki biyoloji derslerinden de hatırlarsınız, beyincikle beraber vücudun dengesini sağlamakla mükelleftir. Sağa, sola, aşağı ya da yukarı doğru hareket ettiğimizde, bu kanalların içindeki sıvı da yer değiştirir ve beyne vücudun ekseninin kaydığını haber verir. (80’lerin efsane çizgi filmlerinden “Bir Zamanlar Hayat” yahut House MD takipçilerinin bu prosesi imgelemeleri herhalde pek zor olmamıştır.) Meali şu; parmakların kırılması bir cerrah için neyse, bu mekanizmada yaşanacak bir “temassızlık” da bir jimnastikçi için öyle.

Bu kazadan sonra Kieran bir kez daha tekerlekli sandalyeye mahkum oluyor ve bu dönemde, hayatının geri kalanında bir daha asla kendi bacaklarının üzerinde duramayacağı ön görüldüğünden, bu gerçeği kabul edebilmesi ve hayata tutunabilmesi için bir psikiyatrdan yardım alıyor. Temel insani fonksiyonların hepsini baştan öğrenmesi gerekmiş; oturmak, hızlı hareket eden objeleri gözleriyle takip edebilmek (ilk zamanlar bunu yapmaya çalıştığında kendinden geçip bayılıyormuş çünkü), göz-el koordinasyonu, aklınıza gelen neredeyse her şey… Yaklaşık iki yılın ardından, önce yürüteçle yürür hale gelmiş, sonra bastona geçmiş. Tamamen iyileşmesi ve jimnastiğe dönebilmesi ise takribi üç yılı bulmuş. Geri dönüşten sonraki o ilk antrenmanını, Noel akşamı hediye paketlerini açmak için yanıp tutuşan küçük bir çocuk gibi beklediğini söylüyor.

Bu yeni paragrafın fon müziği MFÖ’den “Gözyaşlarımızı bitti mi sandın?” olsun çünkü üzgünüm ama dahası var. 2010’da artık patlama yapmaya hazırlanan Behan, önce sağ diz çapraz bağlarının kopmasıyla yeni bir şok yaşıyor, arkasından 2010 Avrupa Şampiyonası’na sadece 6 hafta kala bu kez sol diz çapraz bağları kopuyor İrlandalı’nın. Başından geçen onca bahtsızlığın içinde bu sonuncusunu en zoru olarak tanımlıyor genç sporcu, öyle ki belki de ilk kez “Harç bitti yapı paydos” demesine ramak kalmış.

Bir şekilde bu güçlüğü de bertaraf eden sürreel jimnastikçi, geçen sene Tokyo’daki Dünya Şampiyonası’nda mücadele etti. İşkence gibi geçen yılların ardından bunun muhteşem olduğu kesin. Fakat bu kez de işin maddi boyutu Kieran’ın karşısına dikilmiş. Tokyo yolculuğunun ona faturası 10 bin doları bulmuş ve bu paranın tamamını, antrenman yaptığı kulüpte kek satarak, araba yıkayarak kendi çıkarmış.

Geçtiğimiz ay Olimpiyat’a katılma hakkı kazandığını öğrendiğinde Kieran’ın yaşadığı mutluluğu tahmin edebiliyor musunuz? Bence hayır. Hangimiz edebiliriz ki?

Daha önce sadece bir jimnastikçi, Barry McDonald, wild-card ile katılarak olimpiyatta İrlanda’yı temsil etmişti.  Dolayısıyla Kieran Behan, kendi emeğiyle Olimpiyat’a katılma hakkı kazanan ilk İrlandalı jimnastikçi. Madalya adaylarından biri değil. Ama belki de bu durum bu hikayeye daha çok yakışıyor. Kazanmak ve başarmak algısının kupalara, madalyalara, galibiyetlere tekabül etmesinin gerekmediğini hepimize bir kez daha gösterip “kabamızı” almaya şimdiden başlıyor işte olimpik zarafet.

Eh, son altı ayda futbol menşeli yaşanan zihinsel korozyon sonrası bizlere de böyle bir bahar temizliği gerekiyordu zaten…