2008 yılında Üsküdar’da bir cinayet işlendi. Bu cinayet tabii ki aydınlanmadı. Ben de kolları sıvadım, bu olayı aydınlatmaya karar verdim.
Mersinli Ahmet (Kireççi) fırınlarda işçi olarak çalışan, her biri yetmiş kilo olan un çuvallarını ikişer ikişer taşıdığı söylenen, spora önce boksla başlayıp sonra atletizmle devam eden birisiydi. Yaşadığı bir sakatlık onun atletizme devam etmesini engelledi ama dillere destan gücü güreş hocalarının dikkatini çekti ve bu yüzden güreşe başladı. Zamanın ünlülerinden Safiye Ayla bile onun peşine düştü ama o hareketli, gece hayatı olan bir yaşam istemedi. Mersinli Ahmet’in çok güçlü bir erkek olduğu, sıktığında taştan su çıkarttığı gibi onlarca efsane anlatıldı. 1936 Berlin Olimpiyat Oyunları’nda Yaşar Erkan, Grekoromen stilde altın madalya aldı ama aynı oyunlarda Mersinli Ahmet, ondan kısa bir süre önce, serbest güreşte mindere çıkıp bronz madalya kazanmıştı. Bu bronz madalya, olimpiyat oyunlarında Türkiye’nin ilk madalyasıydı. Belki de bu küçük fark sayesinde Mersinli Ahmet dilden dile anlatılan bir efsane oldu. Ne de olsa Türkiye’ye ilk Olimpiyat madalyasını, hem de ata sporuyla Mersinli Ahmet getirmişti.
Ama cinayetteki maktul bu Mersinli Ahmet değil, konunun da bu sporcuyla hiç alakası yok. Aslında Türkiye’nin ata sporu olan güreş de tam da bu olimpiyatlardaki güreş değil. Ata sporu; erkeksi sporcuların, sadece dizinden göbeğine kadar olan yerleri kapatan, siyah, deri kıspet denilen bir pantolon giydikleri, sonra birbirlerinin tüm vücutlarını zeytinyağıyla yağlayıp, puan almak, tuş etmek için bu kıspetlerin içine ellerini sokup rakiplerini kavramaları gerektiği bir güreş çeşidi. Adı da yağlı güreş. Herhalde bu şekilde yüzeysel anlatıp, bu sporun geçmişini bilmeyenlere görüntüler gösterildiğinde biraz erotik bulunuyor olacak ki sadece mirasını korumak isteyen Türklerin değil, zamanla birçok gey turistin de ilgisini çeken bir spor olayı olmuş. Kültürel, tarihsel faktörler bir yana, bu turistlerin unuttukları bir şey var. Bu sporu yapanların ve izleyenlerin gey olma ihtimali düşünülemez, düşünülmesi teklif bile edilemez. Zaten böyle biri de bu ortamda bulunamaz.
Aslında bu varsayım tüm dünyada, diğer sporlar için de geçerlidir. Sporların en popüleri futbolda bile, tüm olasılık bilimi göz ardı edilerek, o kadar kalabalık bir grup içinden hiç kimsenin gey olmadığı varsayılır. Bu varsayım sayesinde sahada futbolcular istedikleri fiziksel teması kurarlar, gollerden sonra birbirlerinin üstüne atlayıp altlı üstlü sevinirler, formalarını çıkarıp kaslarını sergilerler. Tribünlerse fiziksel temasta daha da ileridir. Fakat bütün bunlar tek bir ezber altında yapılır: Hiç kimse eşcinsel değildir!
Geçtiğimiz günlerde bu ezberi Almanya’da Thomas Hitzlsperger bozdu. Yıllardır saklamak zorunda bırakıldığı bir gerçeği açıkladı ve ben geyim dedi. Arkadaşlarından, futbolculardan, medyadan, ailesinden belki de beklemediği kadar bir destek gördü. Herkes cesaretini takdir etti. Hitzlsperger Aston Villa’da oynadığı futbolla taraftarların bir numarası olmuş, attığı şutların hızı ve sertliği nedeniyle “Hammer” lakabını almış, Almanya’da Stuttgart’la lig şampiyonluğu yaşamıştı. Almanya milli takımında 52 maçta oynamış, dünya üçüncüsü olmuştu. 2008’de Türkiye karşısında, Lahm’ın son dakikada attığı golün asistini yapıp1 finale kalmalarını sağlamıştı. Oynadığı takımlarda hiçbir zaman ortalamanın altında performans göstermemiş, orta sahanın en çok efor sarf edilen bölgesinde görev almıştı. Bütün bunlar Hitzlsperger’i dünyada gey olduğunu açıklayan en yüksek profilli futbolcu yapıyordu.
Ocak ayı sonunda konu hakkında yapılan tartışma programlarından birine, Hitzlsperger’in milli takımdan ve kaptanlık yaptığı Stuttgart’tan takım arkadaşı Jens Lehmann davetliydi. Lehmann futbolculuk zamanında aklına gelen bir şeyi iki kere düşünmeden söyleyen bir adamdı. Bu konuda da olay çıkarabilirdi. Zaten yaptı da. Futbolcular gey olduklarını açıklamalı mı sorusuna, çok düz bir şekilde “bunu yapan aptaldır”2 dedi. Konuşmaya girişi “duş” kelimesiyle başladı, her 3-4 cümlesinden birinde de duş dedi.3 Sebebi de, Almanya’da herhangi bir spor olayından sonra soyunma odalarında çıplak, paravansız duş alınmasıydı. Lehmann şöyle devam etti:
Her gün ikili mücadeleye girdiğim, aynı yerde duş aldığım biri bu açıklamayı yapsaydı ne yapardım bilmiyorum. İnsan düşüncelerini kontrol edemez. […] Kesin olarak bildiğim şey, takımdakilerin veya rakiplerin sürekli dalga geçeceği. Futbol takımı 25 kişinin yüksek bir entelektüalite ile bir insanın gey olup olmadığını tartıştığı bir yer değil. Futbol erkek oyunu ve insan bu konuda çok düşünmemeli. Ayrıca taraftarları kontrol etmeniz de imkansız…4
Ezberci öğrenci Lehmann bunları söylerken yanında Almanya Futbol Federasyonu başkanı Wolfgang Niersbach oturuyordu. Şaşkın bir şekilde, “bunları aştığımızı düşünüyordum, şu sözleri söylediğine inanamıyorum” dedi. Sonrasında federasyonun Hitzlsperger’le Mart ayında oynanacak Şili maçında bir proje yapmak istediğini söyledi. Niersbach tüm dünyayı etkileyecek bir girişimin peşindeyken, Lehmann sözlerini “duşta sürekli yanımda çıplak kızlar görsem yapacaklarımın garantisini veremem” şeklinde bitirdi. Ertesi gün tüm medya üstüne geldi, Lehmann’ın söylediği hiçbir kelime onaylanmadı.
Almanya medyası, tıpkı ırkçılığa prim tanıyan düşüncelere karşı yaptığı gibi, ayrımcılığı tetikleyen düşüncelere karşı bir sosyal baskı oluşturuyordu. Geçmişte, nefrete sebep olabilecek söylemler engellenmediğinde ne gibi katliamlara sebep olduğunu görmüşlerdi. Dışarıda Lehmann gibi düşünen milyonlar olabilirdi ama bu düşünce şekli artık bitmeliydi, çok eskimişti.
Lehmann bu cümleleri yanlış ülkede kullandı. Almanya cinsellik konusunda en rahat edilecek ülkelerden biriydi. Emre Yürüktümen’in Baggio’yu yazarken söylediği gibi, “yıllardır tüm algılarıyla sistematik bir şekilde oynanan bir memleketin sağlıksız çocuklarından biri olarak” ben de hemen geldiğim yeri düşündüm. Lehmann Türkiye’ye taşınmalıydı, orada bu düşüncelerine sınırsız destek bulabilirdi. İşte bunu düşünürken Üsküdar’daki cinayette aradığım katili buldum.
Almanya’nın başkentinin mevcut belediye başkanı geydi, bir önceki dışişleri bakanı da geydi. Ama Türkiye öyle değildi. Mesela zamanın birinde bir kadın bakan eşcinselliğin hastalık olduğuna inanıyorum, tedavi edilmesi gerek demişti. Bunu çok bilimselmiş gibi anlatıp tüm seçmenlerine (ve seçmeyenlerine) yalan söylemişti. Türkiye’de politikada boş konuşmak, gerçekleri saptırmak modaydı. Normal koşullarda böyle bir bakanın daha fazla görev yapmaması gerekirdi. Eşcinsellik bir hastalık değildi, bunu tüm tıp dünyası biliyordu. Ama sürekli yalan söylemek, kendi sahte gerçekliğinde yaşamak, gerçeği sürekli saptırmak sınırda kişilik bozukluğu, narsist bozukluk, antisosyallik gibi birçok hastalığın semptomuydu. Türkiye’de bazen doğrular değil saçmalıklar önemliydi, bakan da görevine devam etti. İşte bu yüzden Lehmann Türkiye’ye gelmeliydi, çok eskilerden beri onun düşüncelerinin yansıması zaten buralarda kol geziyordu.
Türkiye bir siyasetçinin, bir futbolcunun, bir güreşçinin veya herhangi bir şeyin, bireysel olarak özgürce yaşayamayacağı tam da Lehmann’ın söylediklerinin takdir göreceği bir ülkedir. Bırakın insanların özgürlüğüne zarar verebilecek kişilere sosyal baskı yapmayı, onların işaret ettiği kişileri daha gencecikken öldürecek bir insan grubunun yaşadığı, aynı grubun da bir şekilde yönettiği bir ülkedir. Gençlerini öldürüp sonra da biz niye sporda başarılı değiliz diye sorgulayacak kadar da ikiyüzlüdür.
2008 yılında Üsküdar’da, Mersin’den İstanbul’a üniversiteye gelen, Ahmet Yıldız adında bir genç, namus cinayetine kurban gitti. O hiçbir zaman Hitzlsperger gibi kendini saklamamıştı. Ama işte o bakanın da içinde olduğu Lehmanngiller, ailesinin öz çocuklarından utanmasını, o hayattayken kendi hayatlarının olamayacağına inanmasını sağladı. Ahmet, Türkiye’deki Lehmanngillerin öldürdüğü ne ilk ne son çocuktu. Bazen ileride Olimpiyat şampiyonu olacak bir atleti, bazen 80 milyonluk ülkedeki sol bekleri öldürdüler. Onlar hep haklıydı. Onlara göre batının ahlaklı yönü Lehmann, ahlaksızlığı Hitzlsperger’di. Eşcinsellik hastalıktır, namus davası, dünya lideri gibi içi boş lafları yücelttiler; insan hakları, özgürlük, eşitlik gibi sözleri klişe, boş deyip bir kenara attılar. Mersinli Ahmet’i öldüren Lehmanngiller, iki kelimelik bir lafı daha, önce zayıflık olarak gördüler, sonra tamamen unuttular. Bir türlü çıkmadı ağızlarından ama ben en azından kendi adıma, katilini artık bildiğim, kimsesizler mezarlığına gömülen Mersinli Ahmet’e söyleyebilirim;
Özür dilerim.
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane