Beşiktaş geçtiğimiz hafta içerisinde oyun kurucusu Curtis Jerrells’la yollarını ayırdı. Bu Türkiye’de başladığı üst üste ikinci sezonunda da baharı görememesi anlamına gelecekti. Haberi bir gün gecikmeyle alabildim. Başlangıçta şok edici bir gelişme gibi durmuyordu, hatta belli ölçüde anlaşılır bir karar olabilirdi. Kafamı kurcalayan ise Erman Kunter’in bu kararı nedenselleştirme şekli oldu. Anlaşılan ödemelerle ilgili bir problem bu ayrılık sürecini hızlandırıcı bir etki yapmış olsa da, Kunter -Jerrells’ın içinde olmadığı- yeni bir yolu bir süredir tasarlıyordu. Sorun şu ki, Jerrells’ın eline bir basketbol topu aldığı ilk günden beri sahip olmadığını herkese açıkça ilan ettiği bir yeteneği göremediği için hayal kırıklığına uğradığından söz ediyordu.
“Hakikaten çok sabrettik. Jerrells’ın ilk turda bize büyük katkısı oldu. Oyun kurucunun etrafındaki oyuncuları yukarı çekmesi lazım, ancak biz Jerrells’ta bunu görmedik.”
Jerrells’ın yolculuğuna bir anlığına bile gözünüzü çevirmişseniz, bu tip bir beklentinin ne kadar temelsiz olduğunu ve kaderinin kaçınılmaz bir noktada hayal kırıklığıyla kesişeceğini söyleyebilirdiniz. İşi daha da ilginç kılan, Kunter’in transfer ettiği birçok oyuncuda olduğu gibi Jerrells’ı da kariyerinin henüz emekleme dönemlerinde izlediğini biliyor olmamdı. Gözünü çevirmişti. Ve belki daha fazlasını da yapmıştı. Gerçekten de gözünün önünde apaçık duranı görememiş miydi?
Austin, Texas doğumlu Jerrells liseden çıktığında hayallerini süsleyen okullardan birinin Baylor olması beklenebilirdi. Civardaki en saygın basketbol programlarından biri sayılmazdı, fakat kesinlikle ikinci halkaya aitti. Ne var ki, 2003 yazında işler dramatik bir şekilde değişmişti ve Baylor basketbolunun repütasyonu -bugün bile hissedilen- ağır bir yara almıştı. New Mexico’dan transfer edilen üçüncü sınıf öğrencisi Patrick Dennehy kayıplara karışmış, kampüs yakınlarındaki cesedi tam altı hafta sonra bulunabildiğinde bunun bir cinayet olduğu ortaya çıkmıştı. Takıma yeni katılan bir başka oyuncu Carlton Dotson’ın silahından çıkan ateşle vurulmuştu. Birden fazla el ateşle.1
Dotson 35 yıl hapis cezasına mahkum edilirken bu trajedinin etrafında başlayan soruşturma program içerisindeki, ilgili ve ilgisiz, çeşitli ihlallere ulaştı. O dönemki koç Dave Bliss’in Dennehy ve başka bir oyuncuyu burs kapsamından çıkarmak için onlara el altından ödeme yaptığı, hatta sonrasında durumu soranlara Dennehy’nin uyuşturucu satıcılığından iyi para kazandığını ve aidatlarını yatırmakta zorlanmayacağını söylediği ortaya çıktı. Velilerden uyuşturucu kullanımı hakkında gelen uyarıların atletik direktörlerce kulak arkası edildiği iddiaları, bu büyük trajedinin büyük faturasından herkese pay düşeceğini gösteriyordu. Soruşturma ilerledikçe, birçok programda yapıldığı bilinen ama çoğunlukla izi sürülemeyen birkaç transfer ihlaline daha ulaşıldı. Sonuçta Baylor “ölüm cezası” adı verilen ve programın bir sezon boyunca hiçbir sportif yarışmaya katılamayacak olması anlamına gelen cezadan yırtsa da, bir sezonluğuna konferans dışı fikstürdeki tüm maçları iptal edilecekti. Bunun yanında program 2010 yazına kadar gözetimde kalacak, iki yıllığına da basketbol burslarının çoğunu kaybedecekti. Ölüm cezası değildi ama kolej basketbolunun gördüğü buna en yakın şeydi.2
Kısacası CJ geldiğinde aziz Baylor’ın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve kampüsün her köşesi bilfiil işgal edilmişti. Verilen yarım sezon cezası 2005-06 sezonunda uygulanacaktı. Bliss sonrası görevi genç bir koç devralmıştı: Valparaiso’nun efsanevi koçu Homer Drew’un basketbolda görece yeteneksiz oğlu Scott Drew. Elindeki bütün kayda değer oyuncular başka okullara transfer olurken, bu olay sonrası programın çevredeki yetenekli gençler için de “bir cazibe merkezi” gibi durmadığının farkındaydı. Kafasında tasarladığı yeni yapının başlangıcında bir oyun kurucu duruyordu ve o yazı kampüsteki tüm yaygaradan uzak o genci aramaya ayırdı. Sonunda o Texas çocuğunu Dayton’da bulduğunu düşündü ve dört yıldızlı Henry Dugat’yı takıma katılmaya ikna etti.3 Jerrells? O günlerde genel kanı, oyununun top hakimiyeti dışında Dugat’ya ağır bastığı bir yanı olmadığı şeklindeydi. Ona göre çok daha cılızdı, penetrelerini öldürücü bir bitiricilikle birleştirebildiği söylenemezdi, gelecek vadetse de şutu henüz istikrar kazanamamıştı ve her şeyin ötesinde bir oyun kurucu için fazlaca şüpheli karar veriyordu. Öte yandan Big 12 geleneksel olarak oyunu iyi okuyabilen guardları nadiren çıkarabilmesiyle bilinirdi, en büyük sorun bu değildi.
Baylor’ın ceza gölgesindeki sezonu ancak yeni yılla birlikte başlayabildi. Üç yıldızlı Jerrells kamptaki her gün yeteneğini göstermiş ve tavanının Dugat’nınkinden daha yukarıda olabileceği düşüncesi sıkça dillendirilmeye başlamıştı. 17 maça da ilk beş başladı, Dugat odağını yavaş yavaş savunma rollerine kaydırırken sezon içinde takımın birinci hücum opsiyonu olarak kendini ispat etmişti. 3.3 asist ortalamasıyla takıma liderlik etse de Drew karşısındakinin dağıtıcı bir oyun kurucuya dönüşmeyeceğini biliyordu. (1.1 asist/top kaybı oranı bir çaylak için kabul edilebilir olsa da alarmları aktif hale geçirmeye yetiyordu.) Eğer old-school bir oyun kurucu isteseydi, başlangıçta gideceği isim CJ olmazdı. Sezona girerken savunmacı Dugat’yı ilk beşe monte edebilirdi, ancak o da en az Jerrells kadar sakar sayılırdı ve hücumda yaslanabileceği güvenilir bir kozu da yoktu.4 Jerrells’ta her gece takıma zarar vermeyen bir yüzdeyle 15 sayı bulabilecek, kritik anlarda maçın anahtarlarını tamamen eline alabilecek solak bir slasher bulmuştu. 15 sayılık solak bir slasher, Big 12 coğrafyası için bile nadir bulunan bir parçaydı. Bu Jerrells kampüste olduğu sürece bu yapının ona sıkı bir göbek bağıyla tutunmaya devam edeceği anlamına geliyordu. Drew kararını vermişti ve söz konusu dört yıl boyunca kampüse Jerrells’tan daha yetenekli olduğu iddia edilebilecek birkaç oyuncu getirmeyi becerse de verdiği ilk karara sadakat gösterdi.
Dört yıl boyunca dizginleri elinde bulunduran Jerrells, bu dönem boyunca Baylor basketbolunu tanımlayan başat isimdi. Programın yeni bir imaj kazanmak istediği aşikardı, fakat girilen yeni yolun sembolü Jerrells mı olmalıydı? İlk iki sezon sonrasında bu soruya olumsuz cevap vermek için fazla sebep yoktu. CJ ikinci sezonunda da 44% olan şut yüzdesini koruyor, yayın gerisinden de 36% ile şut atmaya devam ediyordu. Tek fark bunu daha sık yapmasıydı ve 15-5-4 yapan bir Big 12 guardı olarak NBA radarına girmeye başlamıştı. Fakat üçüncü sezona girilirken onu bir sürpriz bekliyordu. Basketbol kariyerinin başından beri alpha dog olmaya alışık olan Jerrells, o yaz ilk kez bu statüsünü tehdit edebilecek bir çocukla tanıştırılacaktı. LaceDarius Dunn kampüse benzer soru işaretlerini beraberinde getiriyordu, fakat oyunu en az onunki kadar ışıltılıydı. Baylor öğrencileri, yeni çocuğu Jerrells’a benzetmek için gitmesini beklemeyecekti… Fakat Jerrells durumu güvence altına alıyordu. Dunn jenerasyonunun en iyi birkaç dış şutöründen biri olduğunu ilk günden göstermişti, çaylak sezonunu da 42% ile üçlük atarak tamamlayacaktı. Fakat sadece bundan ibaret değildi. İçeri girip kaos yaratmayı seviyordu ve bu yola Jerrells kadar sık başvurmasa da orada da oldukça üretkendi.
Yeni çocuk hala kenardan geliyor olsa da, takımın iki yıldız guardının yaşaması muhtemel yetki karmaşası tünelin ucunda belirmeye başlamıştı. Dunn maçları bitiren beşte yer alıyordu, ancak kritik topları kullanamamaktan yakındığı görülüyordu. Sahadaki tavrının önerdiğinden farklı bir karakter de değildi, arızanın tekiydi.5 Buna rağmen ne kadar arıza olursa olsun bir çaylağın gidebileceği nokta belliydi. Drew ve Jerrells onu güvenli bir alana hapsedebildiler. Jerrells’ın istatistikleri gelişmeye devam ediyordu ve sezon sonunda konferansın en iyi beşine seçilirken, takımı da yirmi yıl aradan sonra NCAA turnuvasına taşıyordu. Macera ilk turda Purdue önünde bitse de Waco ahalisi için o gün, o büyük trajedinin kabuslarının sonunda geride bırakıldığı anlamına geliyordu. Basketbol programı saygınlığını yeniden kazanacaksa ilk adım bu sezon atılmıştı. Sonunda sahanın kaybedeni olarak ayrılmış olsalar bile o Purdue maçı aslında Drew’un yola çıktığı Jerrells merkezli yapının kendini gerçeklediğinin kanıtı olarak büyük bir kazanımdı.
Jerrells son sezonuna girdiğinde tüm bu hikaye çoktan eskimişti. Baylor öğrencileri de takımlarını her zaman olduğundan daha iyi gören, kendi oyuncularını listelerde üst sıralarda göremediklerinde ulusal yazarları yaylım ateşine tutan sıradan kolej basketbolu taraftar tabanından çok farklı değildi. Takımlarının derecesine burun kıvırmaya, sesli düşünüp Jerrells’ın ‘el freni’ olduğunu iddia etmeye başladılar. Derecelerini geliştireceklerse iş Dunn’da bitiyordu ve kısa zamanda takımın yeni poster çocuğuna evrilmeliydi. Onu “Kool” diye çağırmaya başladılar. Sezona dair en ışıltılı hatıra olarak kalacak Arizona State maçı bu devir teslimin nişanesi olacaktı. Son senesinde önemli bir adım atıp topu daha iyi dolaştırmaya başlayan, 28% asist yüzdesi ile konferansın başını çeken (asist ortalamasını da 4.9’a fırlatan) Jerrells son çeyrekte neredeyse kusursuz bir iş çıkararak maçı kazandıracaktı. 6/11 ile 22 sayı, 7 asist ve 4 ribaund ile oynarken yalnızca 1 top kaybı yapıyordu. Fakat kahramanlık rütbesine layık görülen 6/12 ile üçlük atan Kool olacaktı. Yerel basında rakipteki James Harden ve Jeff Pendergraph’i gölgede bıraktığı6 ve kesinlikle ilk turdan seçilmesi gerektiği yazılacaktı. Dunn güvenli alanından çoktan çıkmıştı, Jerrells huzursuzdu ve sezonun geri kalanında yaptıklarıyla Arizona State zaferinin bir istisnadan fazlası olduğuna kimseyi inandıramadılar. Kağıt üzerinde güçlenen takım bu kez Büyük Dans’a giriş bileti alamıyordu, CJ ise ancak konferansın en iyi üçüncü takımına seçilebiliyor ve NBA hayallerini sekteye uğratıyordu.
“En büyük NBA oyuncuları bile oyunlarında gedikler taşır. En iyi senaryoda potansiyellerinin yüzde doksanından istifade ediyor olabilirler, geri kalan yüzde on ise o gedikleri temsil ediyordur. Yüzde doksan üzerine yoğunlaşıp güzellemeler yapabiliriz, ya da yüzde onu görmeyi tercih ederiz. Diğerlerine göre daha göze çarpan gedikler vardır, bunlara değinmeden geçemeyiz. Örnek olarak, Larry Bird’ün en büyük gediği kendisinden daha çabuk forvetleri savunmaktaki yetersizliğidir. (Aynısı Dirk Nowitzki için de geçerlidir.) Bu belirli gediği doğru bir takımda, doğru koçun ve takım arkadaşlarının yardımıyla ve hatta doğru eşleşmeleri gözeterek saklayabilirsiniz. Fakat Rajon Rondo’nun sallantılı şutu veya Karl Malone’un maçın belirleyici anları geldiğinde takındığı ‘botoks yüzü’ aynı derecede kolay gizlenebilir gedikler midir? Bazı durumlar vardır ki o yüzde on, neon ışıkları gibi gözünü alıyordur. Ama HERKES gedikler taşır.”
Bill Simmons’ın havalı teorilerinden yalnızca biri: Yüzde 10 Teorisi. Bugün dünya basketbolunun en şiddetli tartışmaları beraberinde getiren, en ihtilaflı oyuncularını düşünün. Yukarıdaki teori büyük oranda zırva olsa da, size iyi bir başlangıç noktası sağlayacaktır. Rondo ve Bird’ün kusurlarını aynı yüzdeyle ifade etmek ne kadar tuhaf duruyorsa, Jerrells’a merkezi bir rol biçme kararının 90/10 bir karar olduğunu iddia etmek de o kadar temelsiz olacaktır. Jerrells’ın taşıdığı bireysel kusurları bir şekilde yüzde ona sığdırabilirsiniz, fakat Jerrells’ı takıma dahil etmek çok daha temel bir karardan geçiyordur. Bununla birlikte sizi sezon sonuna kadar geri dönüşü olmayan bir yola sokacaktır. (Drew için bu, dört yıl boyunca geri dönüşü olmayan bir yoldu.) Jerrells’ın masaya getirdiği niteliklere istediğiniz kadar odaklanın, ellerinizi şakaklarınıza dayayın ve ötesini görmemeye çalışın. Yine de Jerrells’ın götüreceği yüzde onun tüm gerçekliğiyle orada durduğunu hissedeceksiniz. Bu yüzden yola Jerrells ile çıkma kararı 50/50 bir karardır ve girilen bu yolda dengenin tehlikeli tarafa doğru bozulması daha muhtemeldir. Üstelik Jerrells gibi oyuncular sistem geri yükleme paketiyle birlikte gelmezler, bu yüzden ondan kurtulmak işleri sadece daha kötüye götürecektir. Zaten geri dönüşü olmayan yol da kavramsal olarak aşağı yukarı böyle bir şeye tekabül etmektedir ve bahse konu kararın tersinmezliği de buradan gelmektedir.
Jerrells’ın oyuncu profilini ameliyat masasına yatırmanın manası yok. Bu yazıyı okuyanların büyük bölümünün Jerrells’ı en az iki farklı takımla, en az iki farklı senaryo içinde deneyimlemiş kişiler olduğunu tahmin ediyorum. Fenerbahçe Ülker’deki ilk dönemlerinde bilge bir basketbol otoritesi onu ‘daktilo tipi guard’ olarak nitelediğinde hoşuma gitmişti. Durumu ilginç kılan, Roko Ukic gibi benzer nitelikte bir guardı yedekleme göreviyle transfer edilmiş olmasıydı. Bir sene önce -tam tersine- onu dengeleyecek bir yedek guard (Sarunas Jasikevicius) getirmeyi seçen ve sonuçtan memnun kalmamaları için çok fazla sebepleri yokmuş gibi görünen karar vericiler, bu kez kırmızıya oynamayı seçtiler. Jerrells için de yeni bir tecrübe sayılırdı. Baylor’daki son senesinde sahadaki en yetenekli oyuncu olduğundan şüphe duyanlar türese de bu onun özgüveninden çok fazla bir şey götürmüşe benzemiyordu. Dunn’ı bir tehdit olarak görmesinin ardındaki sebep, ondan yetenekli olabileceği gerçeğiyle yüzleşmesi değildi. Sadece bir anda yoluna çıkmıştı ve önünü tıkayarak onu olduğundan kötü gösteriyordu. Partizan’da ise koçundan yeşil ışık almış, takım arkadaşlarının güvenini kazanmakta zorlanmamıştı. Gist/Jawai ikilisi birlikte oynadığı en üretken uzun kombinasyonu iken, pozisyonları gereği ondan çok fazla rol de çalmıyorlardı. Savunmacısını geçip çembere taarruz ederken, bazen kendi başına bitirmek yerine bu ikiliye kolay smaçlar/turnikeler hediye ettiği bile oluyordu. Top 16 maçlarında yakaladığı 4.3 asist (ve yalnızca 1.3 top kaybı) ortalamasını Texas’taki arkadaşlarına açıklamakta zorlanıyordu muhtemelen, sebebi bu kadar iyi bitiricileri çevresinde bulmuş olmasıydı. Partizan’daki selefinin rotasını izleyip Siena’ya geçeceği yönünde bir sürü söylenti dolaşırken, soluğu aldığı İstanbul’da kendisine tanımadığı ama bir dönem NBA’de oynadığını duyduğu bir Balkan’ın arkasını toplama rolü biçilmişti. Evet, tamamıyla yeni bir tecrübeydi. Sahadaki en yetenekli oyuncu olmadığının farkına varması da uzun sürmeyecekti.
Jerrells’ın geçiş sancılarının başlangıcına ilk olarak sezon öncesi Rixos Cup turnuvasında şahit olmuştum. Baylor’da zevkle izlediğim cengaverin Avrupa basketboluna adaptasyonunun beklediğimden de kolay gerçekleşmesini sevinçle karşılamıştım, o sıralar konuk olduğum haftalık Euroleague programında da her fırsatta onun üzerinden Partizan’ın yaptığı guard seçimlerine methiyeler düzüyordum.7 Antalya’daki o maçlarda ise o oyuncunun gölgesini bile göremiyordum. Savunmaya fazla takılmaması şaşırtıcı değildi. Zaten kariyerinde gerçek anlamda savunma yaptığını ilk kez Partizan döneminde görmüştüm. Ruhen orada değil gibiydi. Rolünden mutsuz muydu, yoksa rolünün ne olduğundan emin mi değildi… Cevap veremiyordum. Sezon ilerledikçe kısıtlı dakikalarda verimli olmanın yollarını aramaya başladı. Ukic’in yerine girdiğinde takıma gözle görülür bir savunma direnci katıyordu. Cebinden o güne kadar görmediğimiz bir şey çıkarmıştı. Takımın iyi savunma rakamları verdiği beş kombinasyonlarına baktığınızda, Jerrells-Ömer-Sefolosha üçlüsünden en az ikisinin sahada olduğunu görüyordunuz.8 Hücumda ise ne zaman vites değiştirmesi gerektiğini bilmeyen biri gibiydi. Onu dizginlemeye çalıştıkça alacağınız minimum katkıyı bile alamıyordunuz, bir ikinci lig oyuncusuna dönüşüyordu. İşlerin zora girdiği ve A, B, C planlarının sırasıyla işlemediği birkaç maçta ise -ki koç Neven Spahija ise bu ender görülen bir senaryo sayılmaz- ümitsizce baktığı kenardan yeşil ışık alabilmişti. Bunlardan birinde geçen sezonun en iyi savunma takımlarından Bilbao’ya konuk olan Fenerbahçe, Jerrells’ın maçı kaotik bir bar kavgasına dönüştürmesiyle kazanacaktı. O gün Fotis Katsikaris’in doğal seyrinde gidecek -çirkin- bir maçı kaybetmesi mümkün değildi. Jerrells birçok Euroleague koçunun yanında bulundurmayı dilediği joker kartlarından biriydi, düzenin dışına çıkıp rakibi orada alt etmişti.
Bunu yalnızca bir kez de yapmamıştı.
Yine de sezonun aşağı yukarı bu dönemlerinde Fenerbahçe tarafından kapı önüne koyulduğunda bu daha anlaşılırdı. Bu haber Fenerbahçe’nin önemli bir joker kartını elinden atması demek oluyordu. Fakat tıpkı Ukic-Saras kombinasyonunda olduğu gibi, akil adam Engin Atsür’e verilen dakikalarla daha sağlıklı bir kazanma yoluna girmeyi amaçlıyor olabilirlerdi. O gün bu kararı verenler bana böyle bir açıklama yapsaydı, kesinlikle ikna olabilirdim. Vazgeçilen Beşiktaş’ta olduğu gibi merkezi bir taş değildi, sadece bir yamaydı. Ayrıca Engin’e duyulan güven üzerine inşa edilmiş her karar, benim onayımı alırdı. Yine de Jerrells’ı onunla aynı tornadan çıkmış birçok oyuncunun kariyerinin izlediği çizgiye sokabilir, topu elinden alıp off guard pozisyonu için bir yedeğe dönüştürebilirdiniz. Ve tüm bunların ötesinde, kötü giden takıma bir uyarı vermek uğruna tüm faturayı Jerrells’a ödetmek birçok Fenerbahçe taraftarının adalet anlayışına sığmayacaktı.9 Ama bir ölçüde anlaşılırdı.
2012 yazına geldiğimizde, onu uzun süredir ve oyununun gidişatını gözlemleyebilecek sıklıkta izleyen biri için, Jerrells ismi neler çağrıştırıyordu? Bunu resmetmeye çalıştım ve karşımızda duran bulanık bir imaj değil. Bir koç yola Jerrells ile çıkıyorsa, iyinin yanında kötüyü de aldığını biliyor demektir. Yüzde onu kaplayan gedikleri görünmez kılacak bir yapı oluşturma ümidi taşıyor, doğru kombinasyonlarla Jerrells’ın ekstrem özelliklerini törpülemeyi amaçlıyor demektir. Bununla birlikte onu Tutku Açık ya da Can Akın’ın yedeği haline getirmesi düşünülemeyeceğinden, ipleri ona vermeyi baştan kabul ediyor demektir.
Kunter’in planının bu olduğunu düşünmüştük, sahada öyle gözüküyordu. Onu Muratcan Güler’le birlikte kullanarak, karar verme görevini oyun zekası ve görüşü daha yetkin bir oyuncuyla paylaşması için imkan yaratıyordu. Geçen sezon Oklahoma City’yi başarıya götüren Westbrook/Harden arasındaki iş bölümünün bir benzeri gibi gözüküyordu bu iki parçanın kurduğu iletişim. Daktilonun yirmi saniye boyunca işleyip hücum süresi bitiminde şapkadan tavşan çıkarmaya çalıştığı basketbol çirkinliklerini önlemek için Muratcan rol çalıyordu.10 Oyun kimliği sayesinde CJ’in favori takım arkadaşı olması beklenen Patrick Christopher hakikaten de sezona iyi bir şut performansıyla başlamıştı ve kurmaları gereken telepatik ilişkinin ışıklarını verdikleri farklı Partizan ve Brose galibiyetleriyle başladı sezon. Bu iki maçın yarattığı illüzyon kısa sürede silinip gidecekti. Barcelona ve CSKA maçları sonrası gerçek dünyaya dönülmüştü, ancak Rytas deplasmanında da rakibin acınası görüntüsüne rağmen maçın kontrolünü eline alamayan bir Beşiktaş vardı. Jerrells’ın 5/9 üçlüğü maçı kazandırdı, ancak o gün kayıplara karışan Christopher bir süre sonra bunu alışkanlık haline getirecekti. Rytas deplasmanındaki feci hücumları izlemeye devam ettiğimiz Belgrad deplasmanı doğal olarak son çeyreğin başında kaybedilecekti.
Top 16 biletini garantileyecek ve Beşiktaş’ın bu sezonki Avrupa misyonunu başarıyla yerine getirmesi anlamına gelecek galibiyet Brose’ye karşı alındı. O günün kahramanlarından olan Christopher, sezonun bittiğini düşünüyor olmalıydı. Onun dış şutlarının denklemden çıkması Kunter’in planını geçersiz kılan ilk gelişmeydi. İç-dış dengesini yeniden kurmak adına Markota/Cevher ikilisinin yayın dışına kamp kurması için izin çıktı, Kunter’in altyapı günlerinde yeteneğine tutulduğu bir başka transferi Vladimir Dasic hiçbir verim alınamadan elden çıkarıldı ve ortayı işleme görevi Gasper Vidmar’ın üzerine yıkıldı. Çift taraflı faul sıkıntısı nedeniyle maç sonlarını oynamakta zorluk çeken biri olarak bu rol için biçilmiş kaftan sayılmazdı. Mecburen girilen bu yeni yolda alan paylaşımını oturtmak da daha zor bir hal aldı ve Jerrells’ın penetreleri nadiren güzel şeylere dönüşebilmeye başladı. Kunter bu noktada krizin yeni bir müdahale gerektirdiğini düşündü ve sihirli dokunuşunu yaptı: Daniel Ewing.
Başlangıçta ben de bunun takımın zayıf yanlarına takviye getirmektense, az sayıdaki güçlü yanlarını daha da güçlendirmeyi amaçlayan hamlelerden biri olduğu yanılgısına kapılmıştım. Yani takımı bir yere taşıyabilen yegane başarı formülünün sivri uçları daha da sivriltilecek, bunun için Jerrells’ın aksadığı anlarda yeni bir Jerrells klonu sahaya sürülecekti. Fakat bir şeyi gözden kaçırmıştık. CJ böyle bir oyuncu değildi, bu makine böyle işlemiyordu.
Artık sahada sendelediğinde ayağa kalkması için teşvik eden birisini bulamıyordu, aksine onu kuyuya itmek için hazır bekliyorlardı. Ve direksiyonu devretmesi gereken kişi, onun yaptığı her işi bir kademe daha kötü yapan birisiydi. Zaman makinesine atlayıp da 2008 kışına geri dönmüş gibiydi. Dunn’ın ondan iyi yaptığını iddia edebileceğiniz birkaç şey bulabilirdiniz,11 Ewing bunu bile sunmaktan acizdi. Her şey bir yana, Jerrells’tan verim almanın yolunun onu pasifize eden bir düzen olamayacağını görmek için Baylor ve Fenerbahçe’deki birer sezonu canlı örnekler olarak duruyordu. Jerrells’ın normal sezon maçlarındaki 26%’lık kullanım oranı,12 Top 16 safhasında 21%’e kadar indi. Hücumda hafifleyen yükü, onu savunmada çaba göstermeye de itmemişti. Zaten sezon başından beri oyunun o sahasında Baylor günlerindeki tavrına geri dönmüştü. Her seferinde perdelerin aşağısından geçiyor, bu anları tamamen hücum için enerji biriktirme fırsatı olarak gördüğünü açık ediyordu. Konuya dönersek, bu yeni derme çatma yapıda her şey yokuş aşağı gitmeye başladı ve ilk kıvılcımı Jerrells’ın çaktığı aşikardı. Takım sadece kaybetmiyor, karşısındaki rakibe bir maç bile sunamıyordu.
Kunter’in Cholet kariyerine bir bakış attığımda Jerrells tercihinin arkasındaki motivasyonu kestirebildiğimi düşünüyordum. Aslında hala öyle olduğuna ve bu açıklamanın Kunter’in kötü bir anına denk geldiğine inanmak istiyorum. Zira bir yaz önce Penn State mezunu Talor Battle ile anlaşıp, takımı onun üzerine kurmayı planlamıştı. Tesadüf bu ki, Battle da kolej kariyeri boyunca maçlarını yakalamak için özel bir çaba gösterdiğim bir elemandı. Bunun yanında modern istatistikler yardımıyla Jerrells/Battle benzerliğini ölçmeye kalksak, muhtemelen 85% üstü bir skora ulaşırdık.13 Jerrells profilinde bir oyuncuya sahip olmak Kunter için yeni bir tecrübe değildi, aksine düşük bütçelerle girdiği sezonlardaki popüler çözüm önerilerinden biri buydu: Önceliği pas olmayan, ancak elit düzeyde bir deliciliğe ya da dış şuta sahip bir oyun kurucuya endeksli bir düzen. Fakat eğer gerçekten böyleyse yani o da Jerrells’ta benim gördüğümden çok da farklı olmayan şeyler gördüyse, bu ayrılık sonrası açıklamayı nereye oturtmalıyız?
Başka alıntılar arıyorum, kaynakların çoğunda yer verilen gerekçe bu. Bir diğerinde koçun ağzından “Jerrells takım oyununa yatkın bir isim değil” ifadesi yer alıyor. Doğruluk payı taşıyan bir ifade, fakat sezon başında onun üzerine bir takım inşa etmeyi seçmiş bir koçun ağzından çıktığında bu ayrılığa dair hiçbir şeyi açıklamaya yetmiyor.
“Takımı sıfırdan kurarken yanlışlar yapılabiliyor. İlk aşamada kurduğumuz takım otursaydı iyi bir ekipti. Dasic’in 3-4 oynadığı, Jerrells’ın daha lider özelliklerini sahaya yansıttığı bir ekip düşünmüştük.”
Kunter sözlerine böyle devam ediyor. Jerrells bölümü epey muğlak bir şekilde geçiştirilmiş olsa da bunu okumak rahatlatıcı. Fakat kafamı kurcalayan cümle orada durmaya devam ediyor: Etrafındaki oyuncuları yukarı çeken bir oyun kurucu olarak Jerrells. Bir an için Kunter’in bu cümleyi inanarak kurduğunu varsayalım.
Beklenti çetrefil bir mefhumdur. Tüm kalp sızılarının beklentilerden kaynaklandığını söyleyen William Shakespeare sözünü biliyorsunuzdur. En azından kötü bir çevirisini ‘çok güzel alıntılar paylaşıyor’ diye takip ettiğiniz Twitter hesabı yoluyla okumuşsunuzdur. Bu anlamıyla beklenti, özünde olabildiğince masumdur. Bunu görmek için sözcüğün köküne inmeniz yeterlidir. Aptal ve sinir bozucu bir iyimserlikten güç alıyor olsa bile, bir arkadaşınıza sadece bekliyor olduğu için kızamazsınız. Olayı onun perspektifiyle görmeye de çalışmazsınız. Yolun sonunda onu bekleyen hayal kırıklığına karşı uyarmak mantıklı gelebilir. Bunu yapabilirsiniz. Ama ne kadar mantıklı olduğu veya neye yarayacağı tartışılabilir.
Bir de bunun gibi romantik düzeye çekerek meşruiyet kazandıramayacağınız beklentiler vardır. Düpedüz aptallık üzerine kurulmuş, temelsiz varsayımlardan köklenmişlerdir. Merhameti bile hak etmeyen bir gaflet içeriyorlardır. Bunlar sadece bekleyemeyeceğiniz şeylerdir. Dogzstar’da tanıştığınız bir kızı, ikinci geceden sonra, derinlikli sözlerinize tatminkar cevaplar vermediği için terk edemezsiniz. Başka şeylerden dolayı, evet, terk etmekte özgürsünüz. Ama bu spesifik sebebi kullanamazsınız. Ya da Swans konseri için gelen davetiyeye atladıktan sonra, grubun müziğini gürültülü bulduğunuz için ilk şarkının bitimiyle birlikte mekandan tüyemezsiniz. Midenizi üşüttüğünüz için çıktığınızı söylerseniz, anlayış gösterebilirim. Ama bu spesifik sebebi öne süremezsiniz. Bir Béla Tarr filmine girdikten sonra ‘akmıyor’ diye feryat ederek… Neyse meselenin özünü anladınız.14 Sadece canınızın kumpir çektiğini söyleyin, yeter. Zira üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin, bu beklentileri meşru kılmak mümkün değildir. Ancak bekleyeni aptal durumuna düşürmeye yararlar.
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane