Bugün şans eseri bir makale gördüm. Music Perception adlı derginin 2012 Aralık ayında yayınlanan 2. sayısındaki makalede, dinlendiğinde insanların en çok katıldığı şarkıları ve bunun nedenlerini bulmaya çalışmışlar.12 Makaleye göre en akılda kalan, en çok coşturan şarkı Queen’den “We Are The Champions” olmuş. Araştırmaya katılan insanların %85,7’si şarkı çaldığında eşlik ediyormuş.
Bu sonuçların ne kadar gerçeği yansıttığını bilim insanları tartışsın. Ama birinci şarkı beni pek şaşırtmadı. Sonuçta futbol stadyumlarında on binlerce insanın her şampiyonluk kutlamasında söylediği bir şarkı. Listenin ikincisi de Village People’dan “Y.M.C.A.” olmuş. Bu ikincisi de bugünlerde çok olmasa da, eskiden her türlü spor olayında aralarda seyirciyi coşturmak için kullanılan bir parçaydı. Benim asıl ilgimi çeken başka bir nokta oldu.
Yıllardır Freddie Mercury’nin biseksüel olduğu biliniyordu. Bir kaç sene önce bir maç sonu “We Are The Champions” çalarken bu aklıma gelmişti. Dünyanın en homofobik ortamlarından birinde, biseksüel bir insanın sesinden dinlenen parçaya eşlik ediliyordu. Ayrıca makaledeki ikinci şarkı da 1978’de eşcinsel marşı olarak kabul edilmiş bir şarkıydı.3
Bu belki de en basit tabirle ironik bir tesadüf. Herhalde bir şey ifade etmiyordur. Homofobinin doruklarında dolaşan stadyumdaki insanların, bir gol sonrası üstlerindeki çıkarıp, terli vücutlarla birbirine sarılması gibi bir tesadüf. Sonuçta aynı şeyleri stadyum dışında yapmıyorlar, yapanlardan da nefret ediyorlar. Dünya tarihinin en büyük katliamlarından birine imza atan, ismi lazım değil şahsın, yaratmaya çalıştığı üstün insan ırkıyla alakası bile olmaması kadar bir tesadüf. Gerçi bir ihtimal daha var. Bu insanlar belki de kendi özünden nefret ediyorlar. Bu da bilim insanlarının araştırması gereken bir şey, benim çıkarımlarım kendi bilgilerimle sınırlı. Sonuçta o kadar insan nefret besliyorsa vardır bir sebebi.
İnsanlar neden nefret ediyorlar, neden kendilerine yine kendileri kadar yakın bir şeyi dışlamaya çalışıyorlar bilinmez. Fakat çok belirgin bir gerçek var: Futbolun içindeki cinsel ayrımcılık. Bu ne yeni başladı ne de yakın zamanda bitirilebilir. Bunun en acı örneklerinden biri olan, Justin Fashanu’yu duymuşsunuzdur.4 Ona karşı oluşan nefret, Fashanu’yu belki de intihara kadar sürükledi. O çok göz önünde olduğundan bildiklerimiz arasında. Dünyada milyonlarca futbol oynayan, milyarlarca da futbolla ilgili insan olduğu varsayılırsa, daha neler olduğunu düşünmek bile korkutucu.
Yakın zamanda bu nefretin bitmesi pek mümkün görünmese de dünya çapında futbolda ayrımcılığa karşı oluşumlar kuruluyor, futbolu yönetenler göstermelik de olsa buna önlem alıyor. En azından artık sesli bir şekilde dile getiriliyor. Irkçılığa, cinsel ayrımcılığa karşı olan taraftar grupları da tribünlerde büyüyerek yerini alıyor. Ben bu gruplardan biriyle Almanya’da tanışma şansına eriştim. Aslında sadece bu konuda değil, bir çok alanda burada gördüklerime hayranlıkla baktığım, Türkiye’de de böyle şeyler çoğalsa dediğim çok olmuştu. Bu güzelliklerin hepsine bir tane de olsa bir örnek bulabiliyordum fakat yaygın değillerdi. Şu ana kadar Türkiye’de bir benzerini duymadığım bir oluşumla ilk defa bu grup sayesinde tanıştım.5 Bu oluşum sadece bir taraftar grubu değildi. Bütün kulüp futbolda ayrımcılığa, özellikle de cinsel ayrımcılığa karşı durmak için vardı.
Bahsettiğim takım tenis (ve masa tenisi) kulubü olarak “Berliner Tennis- und Ping-Pong-Gesellschaft Borussia” adıyla 1902’de kurulmuş. Bir sene sonra, 1903’de, futbol takımları ortaya çıkmış. Bu da onları aslında Almanya’nın en eski futbol takımlarından biri yapıyor. 1913’de bir isim değişikliği daha yapmışlar ve isimleri “Berliner Tennis Club Borussia” olmuş. 2000 yılından itibaren de “Tennis Borussia Berlin” (TeBe) adını kullanmaya başlamışlar. 1969’da kurulan kadın futbol takımları da Almanya’nın en eskisi.
TeBe ile tanışmam geçen sene Hamburg’da Sankt Pauli’nin futbolda ayrımcılığa karşı düzenlediği AntiRa futbol turnuvasında oldu. Turnuvaya Fenerbahçe taraftar grubu VamosBien’le katılmıştık. Turnuvada takımların çokluğu ve zaman yetersizliği yüzünden bazı takımları birleştirmişler. Biz de TeBe’nin taraftar grubu “TeBe Party Army” ile birlikte oynadık.6
TeBe ile ortaklığımız çok iyi gitti. Turnuvada ilerledik. Ama bundan önemlisi böyle bir oluşumun varlığının farkına vardık. Sadece taraftar grubu TeBe Party Army değil, tüm bir kulüp cinsel ayrımcılığa karşı duruyordu. Bu arada takımlarının tarih boyunca bir çok kez kötü yönetimler yüzünden mali sıkıntılar içine düştüğünü öğrendim. Başkanlar yaptıkları gereksiz harcamalarla TeBe’yi borç batağında bırakıp gitmişler. Her seferinde taraftar grupları, benzer sebeplerden yok olan Berlin takımlarının aksine, takımı bir şekilde yaşatmaya devam etmişler. En son 2008’de yaşadıkları ekonomik problemler, 2010-2011 sezonunda 6. lig olan Berlin ligine kadar inmelerine sebep olmuş. Halen de 6. ligde mücadele ediyorlar.
Ekonomik sorunlardan kurtulmak için St.Pauli’nin 2004’te başlattığı “Retter” (Kurtarıcı) veya Beşiktaş’ın bu sezonki “Feda” kampanyasına benzer bir şekilde, “We Save TeBe” sloganıyla bir kampanya başlatmışlar. Destek bekliyorlar.
“We Are The Champions”a hece farklılığından uyduramadım ama 1978’in eşcinsel marşı “Y.M.C.A”’ nakaratında harflerin yerine koyunca oluyor. Şimdilik TeBe için bu kadarını yapabildim. Birinci kelimeyi uzatarak. Hep beraber : “Weeeee Save TeBe”!7
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane