“Alman kaleciler en iyileridir” diye bir cümle herhalde taraflı bir yaklaşım olur. Geneli ortalamanın üstünde performans sergiler denirse belki daha büyük bir çoğunluk tarafından kabul edilebilir. Peki Alman kaleciler neden hep iyi olurlar? Bunun altyapı, çalışma disiplini gibi gayet mantıklı nedenleri olsa da tek başlarına bu durumun sebeplerini açıklayamazlar. Bir cevap bulabilmek için kalecilerin ülkenin futbol tarihindeki, kültüründeki yerine bakmak gerekir. Fakat Alman futbol tarihi yüzyıllar öncesine kadar gittiğinden baştan sona bunu kontrol etmek gerçekten zor olabilir. Bu yüzden ben de, başkalarına saçma gelebilecek, yıllardır aklımı kurcalayan bu soruya cevabı kendi futbol tarihimde aradım. Çünkü benim kısa futbol tarihim de bir Alman kaleciyle başlıyordu.
Futbol topuna tekme atmaya daha yeni yeni gücüm yetmeye başladığında, ilk çocukluk yıllarımda Türkiye’de oynayan, belki de futbolu sevmemi sağlayan, bana bir futbol takımının kaleciden başladığını öğreten Harald Anton ‘Toni’ Schumacher. O zamanlar bir kalecide olması gereken her şey onda vardı. Estetik kurtarışlar, sarı dalgalı saçlar, şapka ve Almanlık. Bütün bunların yanında takımına da bağlıydı. 1972’de profesyonel kariyerine başladığı Köln’de 1987’ye kadar tam 15 yıl kaleyi korudu. Yılda ortalama 29 maça çıktı. Bütün iyi kalecilerin taşıdıkları ortak bir genden kaynaklandığını düşündüğüm, genç yetenek zamanlarından tecrübeli eldiven rütbesine geçerken ortaya çıkan, “hafiften” delilik onda da vardı. 1982 Dünya Kupası’nda Fransız defans oyuncusu Patrick Battiston’a yaptığı hareket artık onu dönemin en ünlü kalecileri listesine yazma zamanının geldiğini gösteriyordu.1 Schumacher bununla da kalmadı. 1987’de Anpfiff (Başlama Vuruşu)2 adında kendi hayatını anlatan bir kitap yazdı. Ama kitapta kendinden çok Alman futbolunun içinde dönenlerden, özellikle de futbolcuların madde bağımlılıklarından bahsedince istenmeyen adam ilan edildi. Böylece de milli takım ve 15 yıllık Köln kariyeri sona erdi. Belki de bu sebepten, iki Dünya Kupası finali oynamış, bir de Avrupa Kupası kazanmış Schumacher, bir sene sonra Türkiye’ye geldi. Bu arada kitabında Battiston’dan üstü kapalı bir özür diledi ama o hareketin faul olmadığını da yazmayı ihmal etmedi. Schumacher’in takımdan uzaklaştırılması büyük bir kayıp gibi görülebilirdi ama söz konusu Almanya olunca kaleci sorunu oluşmuyordu. Ondan sonra gelen Bodo Illgner, Andreas Köpke, Oliver Kahn, Jens Lehmann gibi isimler de onu aratmadılar.
Ama neden Alman kaleciler hep iyiydi? Sebep Schumacher’de olduğu gibi futbolu unutturan davranışları mıydı? Eğer öyleyse, Oliver Kahn’ın Mike Tyson’ı bile kıskandıracak o meşhur hareketi34 ve sonrasındaki popülaritesi ondan daha iyisi gelmeyecek bile dedirtmiştir. Fakat onun da önüne geçen, en azından benim için, Jens Lehmann oldu. Stuttgar,t Şampiyonlar Ligi’nde Unirea Urziceni karşısındaydı. Tarih de 9 Aralık 2009; doğum günümden 1 gün önce, Kahn’ın hareketinden 10 yıl sonra. Yer, kale arkası tribünü önündeki reklam panolarının dibi. Stadı bilmeyenler için, benim olduğum taraf. Diğer bir tabirle gözlerimin önü. O an sahadaki diğer futbolcuları bırakıp Lehmann’ın o hareketine odaklandık.5 Lehmann maçı bırakıp en kibar tabirle ihtiyaç molası vermişti.
Delidir ne yapsa yeridir mi diyorlardı, yoksa gerçekten sevildikleri için mi bu hareketlere rağmen hep bir numara kalıyorlardı? 2009/10 sezonunda Lehmann’ın futbolu bırakacağını gayet iyi bilen Stuttgart taraftarları, maç önceleri kendi şiveleriyle “Ulle Ulle Ulle” diye bağırarak yedek kalecileri Sven Ulreich için tezahürat ediyordu. Diğer oyuncular o günkü maça ısınırken, taraftarlar belki de 20 yaşındaki genç kalecilerini Lehmann sonrası 15 seneye ısıtıyorlardı.6 Almanlar kalecilerini önemsiyorlardı, onlara güveniyorlardı.
Ulreich birinci kaleci olarak ikinci sezonuna (2011/12) başlarken, Stuttgart A2 takımından 19 yaşında Bernd Leno da Leverkusen’e kiralık gönderildi. Manuel Neuer’e 24 yaşında 22 milyon Avro verilip ülkenin en iddialı takımının kalesine geçirilmesi yanında önemsizdi belki ama Leverkusen, Bernd Leno’yu sezon ortasında 7,5 milyon Avro karşılığında bonservisiyle alıyordu. Ona o kadar güvendiler ki, ertesi sene sakatlıktan çıkan, altyapıdan yetiştirdikleri büyük yetenek René Adler bedelsiz Hamburg’a gönderildi. Adler de orada form tutup milli takıma yeniden çağırılacaktı.
2000/01 sezonunun son haftasına Bayern Münih, Schalke’nin 3 puan önünde girmişti. Münih, Hamburg deplasmanına giderken Oliver Kahn ne hissettiğiyle ilgili bir soruya “Bütün stad bize karşı olacak. Bütün Almanya bize karşı olacak. Bundan daha güzel bir his bilmiyorum”7 demişti. Kahn stresle mutlu oladursun, olaylar başka bir kalecinin stres altına girmesine neden olacaktı. Münih bu maçta 90. dakikaya 1-0 geride girerken, Schalke 5-3 kazanmıştı. Schalke taraftarı saha içinde şampiyonluğu kutlamaya başlamıştı bile! Ama 90+ oynanırken Tomas Ujfalusi topu kalecisine doğru yolluyor, daha o sezon Schalke’den transfer edilen kaleci Mathias Schober de topu elleriyle alıyordu. Hakem Markus Merk çift vuruşa karar veriyor ve pozisyon golle sonlanıyordu. Schalke taraftarı yıkıma uğrarken Mathias Schober’in Hamburg kariyeri sona eriyordu. Bu maçtan sonraki moral bozukluğuna rağmen Mathias Schober Hansa Rostock’da 4 yıl birinci ligde, 2 yıl da ikinci ligde kalecilik yapmaya devam etti. Daha sonrasında altyapısında yetişip, bir de UEFA kupası kazandığı ama istemeden şampiyonluktan ettiği Schalke’ye geri döndü. Çok az maça çıkmasına rağmen bir de Almanya Kupası kazanarak futbolu orada bıraktı.
Schumacher bütün ülkeyi karşısına almasına rağmen Almanya’ya döndü ve son senesinde şampiyon Dortmund’un kadrosunda yer aldı. Kahn zaten nefret edilmekten hoşlanıyordu. Lehmann umursamazdı ama işini hep doğru yaptı. Almanlar kalecilerini severlerdi. İyi veya kötü kaldırıp atmıyorlardı. Ama hikayesi mutlu bitmeyen, 26 yaşında İstanbul’un yolunu tutan birisi vardı. 14 sene önce selefi Schumacher, İstanbul’da maça çıkarken, belki o da sokakta kafasına şapka takıp Schumacher olmaya çalışıyordu. Kadıköy’de oynadığı ilk maç 0-3 bitmişti. Kafasına şişeler, maytaplar yağdı. Bazıları da kalecileri sevmiyordu. Bu maçtan sonra da İspanya’ya geri döndü. Robert Enke ilk depresyon nöbetini bundan sonra geçirdi ve futbolu bırakma noktasına geldi. İkinci nöbet de, kızını nadir görülen bir kalp hastalığından kaybettikten üç sene sonra 2009’da geldi. Enke’nin futbol kariyeri ve hayatı mutlu sonla bitmedi. Ama ondan sonra, çocuklarda kalp sağlığı ve sporcularda depresyon üzerine araştırma ve tedavi yapmak amacıyla, Alman Futbol Federasyonu ve Hannover 96’nın katkılarıyla Robert Enke Vakfı kuruldu.8
Kale arkasında maç izleyenler iyi bilir. Ceza sahasında bir sürü futbolcu varken, kaleyi karşıdan gören bir noktadan şut atılır. Kalabalıktan top bile görünmez. Ama o anda sahada bir kişi o topu takip eder. Tam gol zannettiğin anda, köşeye bir el uzanır, top kornere gider. Bir kalecinin o kurtarışı her şeye bedeldir. Bundan birkaç hafta önce Stuttgart evinde ilk defa Hoffenheim’a yenildi. Bu maç da 0-3 bitmişti. Son dakikalara doğru Sven Ulreich böyle bir kurtarış yaptı. Maç sonunda skordan dolayı şoktayken, taraftarlar sanki “Almanya’da kaleciler neden iyidir?” sorusunun cevabını veriyorlardı: “Ulle hariç hepiniz gidebilirsiniz. Ulle, Ulle, Ulle…”9
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane