Selamlamaya hazırladığımız Premier League haftasının vadettiği heyecan, herkes gibi benim için de Pazartesi günü Eastlands’teki randevuyla ilintili daha çok. Bu yazı ise bununla ilgili olmayacak. Etihad Stadium’daki kapışma için duyduğum endişeleri, en azından hafta sonunun ardına ötelemek en büyük motivasyonum elbette. Fakat tablonun aşağı kısmında da doğal süreçler işlemeye çoktan başladı. Uzun süredir bu yarışın içerisinde olan QPR, Wigan ve Bolton geçtiğimiz birkaç ay içerisinde sezonun kendi adlarına en formda dönemini yaşadılar ve hayata tutundular. Yola vekil öğretmenle devam eden Wolverhampton onlara ayak uyduramadı ve geçen haftaki mağlubiyetle Championship yolunu tutan ilk takım oldu. Wolves’un bir şeyleri değiştirmek adına çaresizce menajere kapıyı göstermesini yadırgamamıştık aslında, o menajerin Mick McCarthy olduğunu da düşünerek. Fakat yerine yıllardır McCarthy’nin arkasında ikinci adam olan Terry Connor’ın getirilmesinin herhangi açıdan mantıklı bir izahata imkan vermediği açıktı.
Zaten sallantılı giden sezonda, sakatlık problemlerinin de hasıl olmasıyla vites düşüren Aston Villa’nın aşağıdakilere yakalanması da fazla uzun sürmedi. Birkaç ay önce rahatlamış gözüken Blackburn ise, en kritik dönemde aldığı üst üste beş mağlubiyetle yukarıdaki dörtlünün peşine takılabilmiş olarak giriyor son üç haftaya ancak. Masadaki kör bahisler hiç olmadığı kadar yüksek. Kümede kalma mücadelesinde kimler geleceğe ümitle bakmalı, kimler ufak çaplı bir mucize için dua etmeye başlamalı? Ligin iki yeni ekibi Norwich ve Swansea en üst seviyede ikinci koşularını garanti altına almışken, bu takımları bu mücadeleye sevk eden faktörlere de internet sağlayıcımız izin verdiğince değinmeye çalışacağım. Leo Tolstoy’un ünlü romanı “Anna Karenina”nın açılış cümlesini buradaki beş takıma da kolaylıkla uyarlayabiliriz: “Mutlu ailelerin hepsi birbirine benzer, aksine her mutsuz ailenin kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.”
Aston Villa (35 maç, 36 puan, -14 averaj)
Kalan maçlar: 28 West Brom (D), 6 Tottenham, 13 Norwich (D)
Alışılagelmiş çizgilerinden uzakta bir sezonun sonunda, devre arası transferi Darren Bent’in parasının hakkını veren önemde golleriyle lige tutunabilen Aston Villa yazın iki has adamı Ashley Young ve Stewart Downing’i ligin kodamanlarına gönderdi. Bu ikiliden kazanılan bütün geliri, yeni oyuncuların transferine ayırmaları beklenmiyordu. Zira Bent transferi kulübün karakterine çok uymayan bir fiyat aralığında gerçekleşmişti. Wigan’dan gelen Charles N’Zogbia’nın ödenen 9 milyon poundu karşılayacağını düşünenler çoğunluktaydı. Fakat kulübün personelden ziyade, yönetimde esaslı bir değişikliğe ihtiyacı olduğu açıktı. Roberto Martinez başkanına ve takımına sadakat gösterince geri adım atıldı. Mark Hughes iddiaları yalanlandığında tepkiler olumluydu. Fakat kimse bir sene önce şehrin diğer takımı Birmingham City’yi küme düşüren Alex McLeish’in göreve getirilmesini beklemiyordu. N’Zogbia’nın yarattığı hayal kırıklığının ve yaşanan sakatlıkların çapını kimse göz ardı etmiyor. Fakat Villa’nın bir kez daha küme düşme tehlikesi altında olmasına getirilen açıklama genel itibarıyla şu: McLeish kendisini Villa’nın hedeflerinin yıllardır seyretmekte olduğu düzeye çekemedi, onun yerine Villa’yı kendi standartlarına kadar çekti.
Hafta arasında iç sahada Bolton’a kaybedilen maçla birlikte, düşme hattının sınırını oluşturan rakiplerinin sadece 3 puan kadar üzerinde bulunuyorlar ve Bolton’ın halen bir maçı eksik. Yani küme düşme ihtimali, kapıda geçen sezon hiç hissetmedikleri kadar belirgin biçimde duruyor. 2009’da alt lige düştükten sonra, bugün Şampiyonlar Ligi kovalayan Newcastle örneğinin büyüsüne kapılan bazı taraftarlar ‘aynısını biz yapalım’ söylemine şimdiden başladılar. Bazen alt ligde geçirilen bir sezonun, böyle köklü kulüpler adına önemli bir arınma imkanı sağlayabileceğini ben de savunurum. Örneğin, geçen sezon West Ham için küme düşmenin hayırlı olabileceğine inanıyordum. Fakat onlar tüm paraşüt ödemelerini Sam Allardyce’a ve ‘isimli’ oyuncuların transferine harcayarak benim önerdiğimden biraz farklı bir yola girdiler. Bu teoriyi savunanlar için önemli argümanlardan biri de sağlıklı bir yöntem olarak öne çıkarılan, akademi ağırlıklı bir kalkınma senaryosundan güç alıyor. Bu anlamda Villa’nın gençleri en az West Ham kadar kaliteli. Fakat ben hala Villa’nın gerçekten dibi gördüğüne inanmıyorum. West Ham’in 2010’daki halini hatırlatıyorlar daha çok.
Bu hafta Richard Dunne’ın ilk onbire geri dönmesi bekleniyor. Savunmada Dunne-Collins tandeminden yoksun geçen günlerin son bulması, yerlerine oynayan oyuncular ışık vermiş olsa da sezonun bu döneminde tecrübe faktörünün önemi düşünüldüğünde çok rahatlatıcı. İlk yarıdaki form grafiğiyle bu sezondan kalan en güzel şey olacak Gabriel Agbonlahor, Bolton maçında oyuna sonradan dahil olabilmişti. Onun da yüzde yüzüne ulaştığı söyleniyor.
Oynadıkları oyun gerçekten içler acısı, fakat önlerindeki iki deplasman da nispeten iddiasız ekiplerle karşılaşacakları ve kazanılabilir gözüken buluşmalar. Puan avantajlarını da hesaba katarsak, beşli içinde en avantajlı takım görünümündeler. Fakat McLeish’in yerine Aston Villa’ya yakışan (!) bir menajeri bağlayamazlarsa, seneye de benzer şeyleri yazmak durumunda kalabiliriz. Tersi olursa da “Aston Villa Bent’e çok bağımlı oynuyor” ezberine geçiş yaparız. Daha fazlası için memleketin bu alandaki en ihtisas sahibi yazarı Güner Çalış’ın blogu şurada, aynı zamanda ÖSS’den1 fırsat buldukça Hayatım Futbol dergisine de katkılarda bulunuyor kendisi.
Biz devrimi bu oyuncularla yapacağız: Given – Hutton, Collins, Dunne, Warnock – Albrighton, Herd, Ireland, N’Zogbia – Weimann, Agbonlahor
Queens Park Rangers (35 maç, 34 puan, -18 averaj)
Kalan maçlar: 29 Chelsea (D), 6 Stoke, 13 Man City (D)
2002-03 sezonunda alt ligden yükselen üç takımın hepsi kümede kalmayı başaracaktı. Hatta bu üç takım o sezondan sonra da yıllar boyu, tablonun üst kısmına yakın sıralarda kendilerine yer bulup kalıcı olmayı başardılar: Fulham, Blackburn ve Bolton. Bu üçlüden iki tanesi, aynı başarıyı tekrarlamak için çırpınan QPR’ın azılı rakipleri içinde. O yıllarda kümede kaldığına şükreden Blackburn’e seviye atlatıp, ligin eski şampiyonlarından biri olduğunu hatırlatan Hughes da bu çırpınışta bir süredir yönetmen koltuğunda. Gereğinden fazla bağlantı çıktı buradan, konuya dönüyorum.
QPR’ın bu macerada en büyük handikaplarından biri fikstür olarak öne çıkıyordu. Fakat Liverpool, Everton ve Arsenal’dan alınan 7 puanla o fikstürün en zorlu dönemeçlerinden birini hasarsız geçtiler. İlk aşamada çok zorlu gözüken sıradaki üçlemenin ilk durağında, Şampiyonlar Ligi biletini ancak finalde Bayern’i alt ederek alabileceğinin bilincindeki Chelsea’ye konuk olacaklar. Anton Ferdinand ile John Terry arasında mahkemeye intikal eden ırkçılık davası nedeniyle, maç öncesinde el sıkışma merasimi yapılmayacak ve zaten Londra’daki önemli yerel rekabetlerden birine konu olan maçın gerilim dozajı artabilir. Fakat tam tersine, Chelsea için ‘QPR’ın küme düşmesine yardımcı olduk’ deme hazzı dışında gerçek bir getiri sağlamayacak bu maç çok hafif de geçebilir. Hughes da muhtemelen bu ikinci senaryonun gerçekleşmesi için birçok şeyden vazgeçebilir.
Fikstürün getirdiği diğer iki maç ise biraz daha alengirli. Stoke’un en iddiasız hali bile geçilmesi çok zor bir rakip. Son hafta onları bekleyen Manchester City maçının atmosferi ise, Pazartesi günü oynanacak malum maça göre 180 derece değişiklik gösterebilir. Hughes dünyanın en mendebur adamlarından biri, tipik İngiliz mendeburluğundan da bahsetmiyorum. Fakat Pazartesi gecesi gardırobundan kırmızı bir formayı çıkarıp, maçı öyle izleyeceğinden eminim. Beyaz da olabilir, 1991’de Kupa Galipleri Kupası’nı kazandıran formanın kudreti daha sarsılmaz olsa gerek.
Eğer City son haftaya şampiyonluk yarışından kopmuş vaziyette girerse, oradan puanla dönmeleri olası. En azından geçtiğimiz hafta Tottenham karşısında ortaya koydukları oyun umut vadediyor. Hughes geldikten sonra Championship’teki dominant performansına geri dönen Adel Taarabt’ın cezası nedeniyle Chelsea maçında oynayamayacak olması bir endişe kaynağı. Tottenham maçının gizli kahramanı olan Samba Diakite de bir hastalıkla boğuşuyor. Neil Warnock’ın sezon başındaki transfer harekatından sonra, devre arasına bir sezona daha yetecek alışverişi sığdıran QPR’ın en büyük avantajı bu geniş kadro olacak. Fakat sahada 11 kişi kalmayı da becerebilmeliler. Djibril Cisse, can you hear me?2 Şeker baba Tony Fernandes’in milyoncuklarına rağmen, Championship’e erken bir ziyareti kaldırabilecek en son takım da QPR gibi. Zira kadrodaki oyunculara yıllık 30 milyon poundu bağlamış durumdalar ve yeni transferlerin birçoğunun kontratında küme düşme halinde herhangi bir indirim ibaresi bulunmadığı biliniyor. “Pornografik rakamlardan bahsediyorsunuz.”3
Biz devrimi bu oyuncularla yapacağız: Kenny – Onuoha, Ferdinand, Hill, Taiwo – Mackie, Diakite, Barton, Taarabt – Zamora, Cisse
Wigan Athletic (35 maç, 34 puan, -26 averaj)
Kalan maçlar: 28 Newcastle, 7 Blackburn (D), 13 Wolves
Bu yarışın içindeki takımlardan hiçbirisine karşı öyle özel bir sempati beslediğim söylenemez. Fakat Ada futbolundaki favori menajerlerim sorulduğunda, Sir Alex Ferguson’ın ardından gelen isimler Hughes ve Martinez oluyor. Hughes’un teknik dehasına olan güvenimi koruyorum. Fakat insan ilişkileri konusunda dünyanın en kötülerinden oluşu ve kariyerini yönetirken Kia Joorabchian ile el ele verip yaptığı acayip yanlış tercihler, beni Martinez’e her gün daha çok yaklaştırıyor. Geçtiğimiz yaz piyasası tavan yapmışken, onun yerinde kim olsa Aston Villa’nın teklifini kabul ederdi. Bir sene önce Mayıs ayındaki formuyla kulübü kümede tutma mücadelesindeki en büyük yardımcısı N’Zogbia’ya 9 milyon pound önerirken hiç tereddüt etmeyen bir takımdı neticede. Daha büyük bir bütçe, daha konforlu çalışma şartları ve daha büyük beklentiler. Fakat 80 bin nüfuslu Wigan’ı neredeyse sıfırdan alıp bir Premier League destinasyonu haline getiren kulüp sahibi Dave Whelan ile arasında çok özel bir ilişki vardı. Ne ona, ne de kariyerindeki büyük sıçramaya imkan vermiş kulübe sadakatsizlik etmek istiyordu.
Whelan kalması konusunda çok ısrarcıydı, ama ona bugüne kadar sunduklarından öte bir vaatte bulunmayacaktı. Transfer bütçesi yine varla yok arasındaydı. Zaten Martinez’in de halen en şaibeli yönü, büyük bütçelerle transfer masasına oturduğunda yaptığı tercihlerdi.4 Bir sene önceki zaferin Zog’dan sonra gelen mimarı kaleci Ali Al-Habsi’nin bonservisini almak, yaptıkları en büyük işti. Al-Habsi bu sezonun da en iyi kaleci performanslarından birini izletti bizlere. Fakat saha içi oyuncuları içinde sivrilen birisine rastlamak mümkün değildi. Devre arasına girildiğinde Wigan, ikinci küme için Wolves’tan da büyük bir aday konumundaydı. Geçen sezon Manchester United’dan kiralık gelen Tom Cleverley çapında bir devre arası hamlesi de yapamadılar bu kez. Fakat 2010’un ocak transferinde Crystal Palace’tan büyük umutlarla geldikten sonra beklentileri bir türlü karşılayamamış genç Victor Moses, seksi sağ ayağını işletmeye başlamıştı. Celtic’i ikinci kez terk eden Shaun Maloney de, bu sefer Villa’daki sezonundan daha fazla ses getirmeye kararlı olduğunu gösterir biçimde ikinci yarıyla birlikte ayağını gaz pedalına götürdü. Kısacası, Martinez’in imkansız deneni bir kez daha başarabilmesi için ortam hazırlanmıştı.
Takımdan maksimumunu almak için üçlü defans oynatan Martinez, böylece gerideki güvenilir olmaktan uzak stoperlerinden esaslı bir yaratım gerçekleştiriyor. Bu tercih, kariyerinin zirvesini Marcelo Bielsa’nın Şili milli takımındaki 3-4-3 şablonuyla gören Jean Beausejour’u da hayata döndürmüş gibi. Sezon öncesinde en güvenilir iki oyuncu gibi gözüken Ben Watson ve Hugo Rodallega ise geçersiz işlemler yürüttüler ve kapatıldılar. Rodallega’nın Copa America ile birlikte yaşadığı düşüş, yakasını bırakmayan sakatlıklarla şiddet kazandı ve takım ileride Franco Di Santo’nun fazlasıyla beceriksiz ayaklarına bakmak zorunda. Martinez’in de bundan pek hoşnut olmadığı açık, fakat kesinlikle daha kötülerini de gördü.
Fikstürün sonunda gördükleri Wolves ismi büyük bir rahatlama unsuru. Tam olarak ‘zaten o maçı da kazanamıyorsan, bir zahmet düş’ söylemine uyuyor. Chelsea’nin Şampiyonlar Ligi’ndeki yürüyüşü onlar için büyük bir tehdit oluştursa da, Newcastle’ın hala DW Stadium’da kaybedecek çok şeyi var. Martinez form durumlarını korudukları müddetçe, her maçta 3 puan şansları olduğunu defaatle dillendirse de dolu dizgin giden Newcastle birkaç beden büyük gelebilir. Takımın kaderini belirleyen bence Blackburn deplasmanı olacak ve o gün, her ne kadar United’a hayati bir çelme takmış olsalar da Martinez’in talebelerini destekliyor olacağım.
Biz devrimi bu oyuncularla yapacağız: Al-Habsi – Alcaraz, Caldwell, Figueroa – Boyce, McCarthy, McArthur, Maloney, Beausejour – Moses, Di Santo
Bolton Wanderers (34 maç, 33 puan, -28 averaj)
Kalan maçlar: 28 Sunderland (D), 2 Tottenham, 6 West Brom, 13 Stoke (D)
Swansea ve Norwich’in son haftalara güvende girmesi, benim adıma herkes için olduğundan biraz daha az şaşırtıcı. Zira hem Brendan Rodgers’ın, hem de Paul Lambert’ın bu takımlarla ne yapacaklarından bağımsız olarak Premier League klası gösterdiğine inanıyordum. Her ikisi de çok hakim oldukları takımlarında önemli personel değişikliklerine gitmeden, oyun istikrarını bu yeni sahneye taşımayı hedeflediler ve çok da iyi iş yaptılar. Beni ters köşeye yatıransa Alan Pardew’un Newcastle’da yaptıkları oldu. Bir de Bolton’ın tablonun ikinci yarısına demir atması. Newcastle adına kredilerin hepsini Pardew’a göndermeden önce, ligin en iyileri arasına giren bazı bireysel performansları da gözden kaçırmamalıyız. Bolton cephesinde ise işin sakatlık boyutu zaman zaman kontrolden çıkmış olsa da, Owen Coyle’un üst düzey futbol sahnesindeki en kötü sezonunu geçirdiğinin altını çizmek gerekiyor sanırım.
Kritik Sunderland deplasmanına giderken takımdaki sakat ve durumu şüphelilerin listesi 10 oyuncuya kadar varıyor. Bunlar içinden Lee Chung-Yong, Stuart Holden, Tyrone Mears ve Ricardo Gardner’ın sakatlıkları sezonun tamamına yakınını kaçırmalarına yol açan, geri dönüşü kolay olmayan kırıklı falan sakatlıklar ki özellikle Lee ve Holden’ın eksikliklerinin, Coyle için orta sahayı yeniden tanımlama gibi bir külfeti beraberinde getirdiğini belirtmeliyiz. Bunu iyi kötü yapabilmiş gözükürken, Fabrice Muamba’nın tüm futbolseverlerin yüreklerini ağzına getiren şanssızlığı yapboza yeni bir boyut kattı. Sezon başından beri 30 oyuncu kullanan Coyle öyle bir noktaya geldi ki, yordamı personel problemlerine verilen reaksiyonlardan ibaret bir hal aldı. “Gary Cahill için Chelsea bastırıyor, yerine oyuncu bak.” “Muamba sahada yığıldı kaldı, takımı yeniden başarıya odakla ve sistemi yeniden şekillendir.” “Kaptan Kevin Davies ile aranı bozdun, David N’Gog’a daha fazla sorumluluk ver.” Tüm bu yolculuğun sonunda Coyle aşağıdakine benzer bir ideal onbirle giriyor sezonun kader maçlarına. Arsenal’dan kiralık gelen Ryo Miyaichi, tam zamanında yetişmişe benziyor. Geçen sezonki kiracı Daniel Sturridge klasında olmasa da, doğru zamanda form tutan Chris Eagles ile birlikte kanatlara işlerlik kazandırmayı başardı. Holden’ın sakatlığı nedeniyle Coyle’un elinin belki de en sınırlı olduğu bölgede sezonun tatlı sürprizi olan Mark Davies ise takım kümede kalacaksa, en büyük hediyeleri almaya layık.
Coyle’un sezon başındaki riskli high-line tercihi, özellikle de Zat Knight’ın varlığında kendi ayağına kurşun sıkmaktan başka bir şey değildi. Eğer transfer iddia edildiği üzere 7 milyon pound karşılığında gerçekleştiyse, hala Cahill’ın piyasasını bulmadan ucuza gittiğini düşünüyorum. Özellikle sezon ortasında buna izin veren bir menajerin, düşmeyi hak ettiği savunulabilir. Fakat idareten oluşturulan Wheater-Ream tandemi, Coyle’un kafasındakileri uygulama konusunda belki de o sezon başındaki Knight-Cahill ikilisinden daha iyi iş çıkarıyor. Kaledeki Jaaskelainen-Bogdan değişikliğinden iyiye doğru bir gelişim çıktığını, babanın kariyerine saygısızlık etmeden söylemenin bir yolu var mı? Varsa, bir tane de ben istiyorum. Takımın geri kalan dört hayati 90 dakikasının kaderini belirleyecek olan, daha ziyade hücumdaki yaratıcılık olacak gibi gözüküyor. N’Gog hafta içinde Villa’ya altın değerinde bir gol attı, fakat Coyle’un bu golü uzun süredir beklediğini de söylemek gerek. Bunu bir trendin başlangıcına dönüştürüp dönüştüremeyeceği, Bolton adına hayati bir soru.
Ellerindeki iki fazladan maçtan birini 3 puana çevirdiler, fakat diğeri Tottenham’ın kötü gidişine rağmen bence puan çıkaramayacakları bir maç. Fikstürün geri kalan kısmı ise iki deplasman içerse de, bu beşli içindeki en barışçıl maç kombinasyonlarından biri bekliyor Bolton’ı. Sunderland ve Stoke son dönemde gol bulmakta hayli zorlanıyorlar, fakat onların savunmasını hırpalamak da pek kolay değil. Coyle belki bu kadar sakatlıktan sonra, şans faktörünün biraz olsun lehine çalışmasını hak ediyor.5 Kümede kaldığını varsayarak konuşursak, Gary Megson’ın kaderini paylaşmamak için önümüzdeki yaz adımlarını çok dikkatli atması şart. Ocak ayında Watford’dan kaptığı genç yetenek Marvin Sordell iyi bir başlangıç olabilir. Bir de artık şortla dolaşmaktan vazgeçse…
Biz devrimi bu oyuncularla yapacağız: Bogdan – Steinsson, Wheater, Ream, Ricketts – Miyaichi, Reo-Coker, Mark Davies, Petrov – Eagles, N’Gog
Blackburn Rovers (35 maç, 31 puan, -26 averaj)
Kalan maçlar: 29 Tottenham (D), 7 Wigan, 13 Chelsea (D)
Yıllarca Yıldırım Demirören’in şovunu izlemiş birinin bunu söylemesi abesle iştigal etmek olabilir ama: Blackburn taraftarları için üzülüyorum. Oyun hakkında -hem gerçek, hem de sanal manada- hiçbir şey bilmeyen bir arkadaşınızı Championship Manager karşısına oturtmuşluğunuz varsa, Hint tavukçuzade sahiplerin bu kulübü ne denli bir istismara uğrattığını tahayyül edebilirsiniz. Kulübü aldıktan sonra karşılaştıkları ilk başarısız dönemde Allardyce’ı kovup yerine yardımcısı Steve Kean’i getirmeleri tepki çekse de, bunun gelecekte yapacaklarının bir ön gösterimi olduğunu pek az kişi fark edebilecekti. Kean’in sezon sonuna kadar takımı çalıştıracağının açıklanması hayal kırıklığı yarattı, fakat esas haber için biraz beklemek gerekiyordu. Ocak 2011’de takımı bir aydır çalıştıran Kean’in sözleşmesinin, 2012-13 sezonu sonuna kadar uzatıldığını ilan etti tavukçuzade sahipler.
Kean kesinlikle ligin gördüğü en kötü menajerlerden biri değil. Eğer bir alt lig takımındaki başarıyı takiben, yani gerçekten hak ederek bu konuma gelmiş olsaydı onun gibi bir menajerin takımını izlemekten keyif alabilirdim. Zira oyuncu kadrosunun limitlerine çok fazla takılmadan akıcı futbol oynatmayı hedefleyen, muhafazakar bir futbol zihnine sahip olmadığını birkaç maçtan sonra fark edebileceğiniz bir adam. Fakat bugün oturduğu koltuğu hak etmek için yaptığı tek şey, Venky’s şirketi adına kulübü yöneten patronlarına ‘uslu çocuk’ görüntüsü çizmek oldu. Aradıkları kuklayı Kean’de buldular. Kulüpteki değerli oyuncuları salt ticari refleksler neticesinde elden çıkarabilen Hint sahipler, Phil Jones’u gönderirken birçoklarına göre kulübün geleceğini peşkeş çekiyordu. Bugünü satılığa çıkarmaksa daha kolaydı. Ligin en değerli savunmacılarından ve Junior Hoilett ile birlikte kulübün elinde tuttuğu iki değerden biri olan Christopher Samba’yı, o meşum Rus kulübüne göndermek yeterli olacaktı. Ellerini ceplerine götürmeleri ise, ancak Ronaldinho ve David Beckham gibi isimler söz konusuysa mümkün olabiliyordu.
Yıllardır bu arma altında oynayan David Dunn, Paul Robinson, Morten Gamst Pedersen gibi veteranlar başta olmak üzere tüm futbolcular için zor bir durum. Samba’nın gitmeden önceki son sözlerinin alt metnindeki isyan birçok şeyi somutlaştırmaya yarayabilir: “Becks ve Ronaldinho transferleri beni bu kulüpte tutmaya yetmez.” İdeal olanın, taraftarın küme düşme savaşında her ne olursa olsun oyuncularla birlikte saf tutması olduğu söylenegelir. Fakat onlar için “Kean Out” yürüyüşlerinin gölgesinde kalmaya mahkum maçlar sırasında yuhalamaya vardırdıkları tepkileri, tamamen dışarıdan bakan gözlerin eleştirmesi de bana çok adil gelmiyor. Taraftarı sesini kesip ‘bu forma için ter döken’ oyunculara destek olmaya davet etmek samimiyetsizliğin dik alası. Büyük resmin bilincinde olanını buna ikna etmek de neyse ki mümkün değil.
Tüm bunlar yaşanırken teknik yorumlara bulaşma konusunda çok istekli değilim, sezon öncesindeki beklentilerimden farklı gelişmedi zaten olaylar o açıdan.6 Tuttuğum bazı topçulara sahip olmalarına ve Hughes döneminden kalan sempatiye rağmen, bugün Blackburn adını verdiğimiz şeyi Premier League’de görmeye devam etmek herkes için can sıkıcı olacaktır. Son hafta karşılaşacakları Chelsea’nin, taraftarını galibiyetle selamlamanın dışında bir motivasyonu olacağını sanmıyorum. Umarım içerideki Wigan mağlubiyetiyle çok uzatmadan Championship yolunu tutarlar. Ve yine aynı şiddetle umuyorum ki, bu iş bilmez milyonerlerden kurtulup bir an önce ait oldukları yere geri dönerler.
Biz devrimi bu oyuncularla yapacağız: Robinson – Orr, Dann, Givet, Martin Olsson – Formica, N’Zonzi, Dunn, Gamst Pedersen – Hoilett, Yakubu
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane