Barney Ronay’in bu yazısı 1 Ocak 2021’de The Guardian’da yayımlandı. Onur Özgen, Yazıhane için Türkçeye çevirdi.
Şimdi anımsayınca tuhaf görünüyor, ama Pele’nin 50’nci doğum günü, tüm dünyada canlı olarak yayınlanan, yıldızlarla dolu bir gösteri maçıyla kutlanmıştı.
Başlama vuruşundan önce San Siro’da devasa bir pastayla birlikte Pele görünmüş, beyaz Pele formalarıyla papazlara benzeyen bir koro, elleri havada “İyi Ki Doğdun Sevgili Pele” şarkısını söylemişti. Pele’nin büyüklüğü gökyüzünü doldurmuştu. Ve o anda Pele şeklindeki evren, tam ve uyumlu bir varlıktı.
Çok sık Pele dediğimi fark ettiniz mi? Psikolojide bir kelimeyi çok fazla duymanın onu anlamsız hâle getirdiğini savunan anlamsal doygunluk diye bir kavram vardır.
1960’larda kahverengi takım elbiseli bir grup sosyal bilimci, insanların yüzlerce kez “pencere” kelimesini söyledikleri deneyler yapmışlar ve “pencerenin” bir kelime olup olmadığından veya pencerelerin gerçekten var olup olmadığından şüphe etmeye başlamalarının ne kadar sürdüğünü kayıt altına almışlardı.
Temel olarak Pele’nin başına gelen de buydu. Bu ses kombinasyonunu kaç kez duydunuz? Şimdi ne çağrıştırıyor? Sarı bir forma. Güneşin beyazlattığı Meksika çimleri. Bir koşma şekli. Bir beyzbol stadyumunun içindeki insanlara el sallayan beyaz elbiseli bir adam.
Zamanla Pele’nin persona’sı sabitlendi. Ronald McDonald, Darth Vader ve Empire State Binası’yla birlikte giderek uzaklaşan 20. yüzyıl pop ikonografisi müzesinde sergiye konuldu.
Pele, 1970’te dünyanın en ünlü insanı seçilmişti. Onun opak, ironi içermeyen hâlini sevmiş olması gereken Andy Warhol ile takılmıştı. Şeytan kadar kurnaz biri olan Warhol, Pele’nin “15 asırlık” bir şöhrete sahip olacağını tahmin etmişti.
Pele’nin gerçek biçimi, beraberinde bazı koruyucu duygular uyandıracak şekilde olsa da, bu hafta yine haberlerde yer aldı. Noel haftasında Lionel Messi, Barcelona için 644. golünü attı ve Pele’nin Santos’taki bir önceki rekorunu kırdı.
Ama o da ne! Beş gün sonra Santos buna bir karşılık verdi. Dev pastayı iptal edin! Pele’nin toplam gol sayısı, 1960’lı yıllardaki turları sırasında tek seferlik maçlarda attığı gollerini de içerecek şekilde yeniden ayarlandı. Santos’a göre Pele 1091 gol atmıştı.
Elbette bunun bir tartışma konusu hâline gelmesi şaşırtıcı değil. Çok boyutlu Pele endüstrisinin milyarlarca dolarlık bir cirosu var. Büyük Pele her zaman çıkarlarını korur.
Diğer yandan, futbolun kırışık ve yaşlı John F. Kennedy’siyle, Best of the Beatles’ıyla hiçbir alâkası olmayacak kadar genç olanlar için bu tür büyük figürleri bir kenara atmak ve tarihten kendi payını çıkarmaya çalışmak konusunda doğal bir istek var. İnternette Messi hayranlarının küstahlığına maruz kalmak, muhtemelen tüm kahramanlarımız için uygun bir son. Krallar, firavunlar, FIFA ikonları. Nihayetinde hepimiz bir meme‘iz.
Yine de burada başka bir şey var. Pele’nin gereksiz yere küçültülmesinden, bir “kültür savaşı” dinamiğinin araya girmesinden ve bu süreçte değerli bir şeyin kaybolmasından korkuluyor.
Diego Maradona, kasım ayında aramızdan ayrıldığında da bunun sarsıntısı yaşandı. Çünkü ikisi birden iyi olamaz. Çünkü Maradona’yı âsi kalbinden ötürü seviyorduk ve bunun Pele’deki yansıması istemsiz bir şekilde kötü şeylerdi: Bağlantısız bir figürdü, birinin kazanıp diğerinin kaybettiği bir ahlâk oyununda en uygun karşılaştırma noktasıydı, aynı zamanda kurumsal kişiliği ve FIFA ile yakınlığından ötürü kolay bir hedefti.
Maradona hayatı boyunca buna oynadı, patronun adamı olan Pele’yle alay etti ve onu futbolu yüceltmemekle suçladı. Tüm parlaklığına rağmen, Maradona’nın saçma sapan laflarını hatırlamak da gerekiyor. Pele hiçbir zaman uyuşturucu kullanmadı, hile yapmadı, insanları vurmadı ya da katillerle takılmadı.
Pele’nin gol rekoruyla alay etmek ya da başarısının eski kuşakların bir komplosu olduğunu öne sürmek ise bunun daha komik bir versiyonu. Ama bu süreçte hayatta kalmayı hak eden birkaç şey var.
Birincisi, hakikî Pele gerçek bir kır çiçeği ve gerçekten devrimci bir figürdür. Karşılaştırmalar genellikle anlamsızdır, ancak ilginç de olabilirler. Pele’nin yanında, Messi ve onun nesli her alanın ve her ânın yönetildiği ve düzenlendiği bir dünyada işlenen sera çiçekleridir.
Lionel Messi, potansiyeli tamamen gerçeğe dönüştürülmüş doğaüstü bir yetenek. O gerçek bir spor dehâsı. Ama gerçek şu ki, futbolda dâhi olmak için daha iyi bir zaman hiç olmamıştı. Koşullar mükemmel, sıcaklık tam kararında. Açıkçası Messi, birçok yönden kaçınılmazdı.
Oysa Pele’nin var olması gerekmiyordu. Brezilya sporu, henüz siyahîlerin beyazlarla aynı etkinliklere katılmasını önleyen engellerle mücadele ederken doğdu. Çıplak ayakla oynadı. Ayakkabı parlatıcısı ve çalıntı fıstık satıcısı olarak çalıştı.
Ona yeteneklerinden başka rehberlik edecek hiçbir şeyi olmayan Minas Gerais’li o çocuk, dünyanın ilk siyahî spor süperstarı olarak gerçek bir ilham kaynağı oldu. Pele henüz 17 yaşındayken, sanki gelecekten biriymiş gibi hareket ederek, farklı şeyler görerek, başka tür bir edayla koşarak Dünya Kupası’nı kazandı.
Onun bunu modern elit kademe futbolunun esir küçük prenslerine kıyasla daha kolay şartlarda başardığını düşünmek aptalca. Bu aynı zamanda kendi kendini baltalamak. Gerçek şu ki, Santos’un yaptığı o dostluk maçları, tıpkı şu anki Şampiyonlar Ligi gibi, yetenekleri dünyaya göstererek para kazanmanın bir yoluydu.
1966’daki bir tur maçında Atletico Madrid’e karşı hat-trick yapmak mı, yoksa Viktoria Plzen’e karşı bir formalite maçında hat-trick yapmak mı daha zor? Kim bilir. Ama sonuçta ikisi de hat-trick.
Kesin olan şey ise Pele’nin bu oyunu ve dünya çapındaki bireysel spor süperstarlığı fikrini, şu anda bir daha tekrarlanamayacak bir şekilde icat ettiğidir. Onun bu yanı, yani Pele’nin özü, hepimize bir armağan. Ve o dokunulmaz kalacak.
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane