Godfather serisinin ilk filmini izlemeyeniniz var mı? “Corleone’lerin Sonny” otoyol gişelerine yaklaşırken, radyoda beyzbol tarihine geçen maçlardan birinin son anlarını dinlemektedir. Giants’lı Bobby Thomson’ın bugün bile hatırlanan ve spikerin “shot heard ’round the world1” şeklindeki sunumuyla kültleşen koşusu ve Giants’ı, ezeli rakipleri Brooklyn Dodgers karşısında 5-4’lük galibiyete taşıyarak takımına da World Series biletini getirmesinin fondaki şiirsel varlığı, sinematografik anlamda bir Francis Ford Coppola şaheseri olan sahneyi unutulmazlar arasına sokar.2 Nefes kesen maçın ve her zaman nefes kesmiş deli dolu Sonny’nin kişisel finalinin senkronize ilerleyişi, gişelerde Sonny’nin arabasının önünü kesen diğer arabanın belirmesiyle bir başka yere evrilir. Gişe memuru, elindeki bozuklukları “kazara” yere düşürüp eğildiğinde ve gişenin penceresini sürüp olduğu yerde kaldığında, artık Sonny bir pusuyla karşı karşıya olduğunun ve birazdan başına geleceklerin farkındadır.
Her yerden makineli tüfeklerle donanmış gangsterler çıkıverir, mermilerini Sonny’nin üzerine acımadan yağdırırlar. Arabasından çıkıp koşarak kaçmak isteyen Sonny’nin son çabası ise ancak daha da dramatik bir ölüme zemin hazırlar. Onlarca kurşunla delik deşik olarak kanlar içinde yerde kalan Sonny’nin düşmanları, azılı rakiplerinin ölümünden emin olmak için 5-10 kurşun daha saplar cansız bedenine. Bununla da yetinmeyen “gangster çetesinin en kötü adamı”, Sonny’nin başına bir de tekme savurur ve artık hayatı boyunca hızlı yaşamış Sonny, hızlı ve gurur kırıcı bir şekilde ortadan ilelebet kaldırılmıştır. Cenazesine katilleri de katılır.
Kuşaktan kuşağa anlatılan 3 Ekim 1951 tarihli Bobby Thomson performansı, beyzbol sevdalısı birçok genci hayaller âlemine daldırmış olmalı. Onlardan biri olması muhtemel bir Honduraslı’ya geçelim şimdi…
Milton Flores ismi sizlere bir şeyler çağrıştırıyor mu? 1974 yılında La Lima’da doğan “Chocolate”, memleketinin gelmiş geçmiş en çok sevilen futbol kalecilerinden biri olmadan önce, aralarında belki de Thomson’ın başrolde olduğu Giants klasiği de olmak üzere, büyüklerinden dinlediği birçok beyzbol hikâyesinin de etkisiyle bu sporu icra etmeye başladı. 19 Ocak 2003 tarihinde arabasının içinde vurularak delik deşik edildiğinde ise, ünlü bir beyzbolcu değil, ünlü bir kaleci olarak hayata gözlerini yumuyordu.
1992-2002 yılları arasında, doğup büyüdüğü Real España’da aralıksız on sene forma giyip 231 maça çıkarak bu alanda kulüp tarihinin ilk beşine giren, Honduras Milli Takımı’nın kalesini de tam 22 kez koruyan “Chocolate”, tıpkı Sonny gibi makineli tüfeklerle öldürüldü. Arabasına isabet eden 15 kurşundan 6’sı ne yazık ki bedenine girmişti ve o haliyle arabasını hastaneye sürme girişimi ancak daha da dramatik bir ölüme zemin hazırlamıştı. La Union Mahallesi’ne kök salmış acımasız çeteler tarafından vurulduğu yerin hemen ilerisindeki ağaçlara çarpan eskinin beyzbolcusu/o günün futbolcusu, son nefesini de işte burada vermişti. Cenazesi, ülke tarihinin en yüksek katılımlı, en şaşırtıcı ve en birleştirici cenazelerinden biri olarak kayıtlara geçti.
Yazıyı buraya kadar okuduğunuza göre ya spor tarihinden kesitleri ya da biri kurgusal diğeri belgesel nitelik taşıyan bu iki bağımsız hikâyedeki trajedileri dikkate değer buldunuz. Ya da belki de ikisini birden -çok da önemli değil. Sonny’nin ve Chocolate’ın trajik ölümlerine, ajitatif sözlerimle mümkün mertebe drama katmaya çalıştım ve bunu tatbik ederken de “hunharca”, “delik deşik”, “cansız beden” gibi, birtakım duyguların sömürülerini içeren ifadeleri bilhassa kullanmaya gayret gösterdim.
Şimdi; beyzbol maçı dinlerken hain bir pusuya yenik düşen Sonny’nin acıklı hikâyesini seyretmiş olması kuvvetle muhtemel Milton Flores’ten, tıpkı kendisi gibi bir 19 Ocak’ta pusuya düşürülen bir başka futbol aşığına geçelim.
Bizim memleketteki futbol sevdası malumdur. Öyle ki, birçok oğlan çocuğu, adını babasının tuttuğu takımın yıldız futbolcularından alır. O yüzden tüm oğlan çocukları bir Metin olur bir Selçuk; bir Can olur bir MetinAliFeyyaz; bir Şenol olur bir Tanju. İşte o yeni doğanlar, bazen de “Ogün” olur.
19 Ocak 2007’de, yani bundan sadece yedi sene önce, futbol aşığı bir adam, gençliğinde futbol oynamış bir adam, “hunharca delik deşik” edildi ve “cansız bedeni” bir kaldırım üzerinde kalakaldı. Memleketin Şişlispor’la birlikte pamuklara sarmalanması gereken kulüplerinden Taksimspor’dan çıkan futbol aşığı bu adam, futbol aşkından, hatta genel anlamda aşk’tan bihaber, adını Temizkanoğlu bir Trabzonspor efsanesinden3 alan başka bir eski futbolcu tarafından4 ve başka bir eski futbolcunun başbakanlığı döneminde pusuya düşürüldüğünde, benim gibilerinin aklında şu sorular vardı: Futbola/spora “hakikaten” âşık bir insan ne kadar kötü olabilir ki? Ve böyle ölmeyi nasıl hak edebilir ki?..
Bazı şeylerin hak etmekle ilgisi olmadığını anlayalı çok oldu. Bazı şeylerin, tıpkı Sonny’nin ölümündeki gibi sadece “iş”le ilgili olduğunu belleyeli de uzun bir zaman oldu. Son bir kez daha kurgusal olandan belgesel olana geçersek; 19 Ocak 2003’teki pusunun ardından Honduras tarihine geçen o eşsiz cenazenin, 19 Ocak 2007’deki pusunun ardından, hem de binlerce kilometre ötede bir yerde katlanarak tekrarlanması tesadüf mü? Bu yazıda, sizin de fark etmiş olabileceğiniz üzere; 5N1K’nın N’lerinden bir tanesine asla değinilmemiştir: “Neden”. 5N1K’nın bu eksik parçasını tereddütsüz bir şekilde tamamlayabiliyor olsaydık, sözü edilen o iki cenaze de zaten birer sevgi seline dönüşmüş olmazdı. Sırf bu bile, o hile ve hurdalarla dolu “N” ile ilgilenmemek için yeter sebep… Bayat “Eski Türkiye” suç/gerilim/korku sinema serisinin 2007 tarihli devam filmi ne de olsa…
Tam yedi sene önce, yüzbinlerce kişi, sadece o zarif adama “hoşçakal” demek için değil, “BİZ KARDEŞİZ!” diye haykırmak için sokaklara döküldü. O zamanlar ne faiz lobisi vardı piyasada ne de herkesin elinde Twitter uygulamalı akıllı telefonlar. O gün (Ayrı yazılır! Mümkünse artık hep ayrı yazılsın…) sokakta olunmalıydı ve olundu; benzer bir toplumsal refleksi altı buçuk sene sonrasında, bu kez Gezi’de görecektik…
Yedi senedir hep yazıldı hep çizildi. Benim ne kalemim ne dimağım yeter bundan gayrısını yazmaya –haddimi bilir, gerisini işin erbabına bırakırım. Beyaz bereleri, “Ya Sev Ya Terk Et”leri, Türk bayrağı önünde çekilen hatıra fotoğraflarını, ne idüğü belirsiz türkücü bozuntularını, sahaya “Hepimiz Hrant Dink’iz, Hepimiz Ermeniyiz” yazılı pankartla çıkmak isteyen Adana Demirspor’a izin vermeyen ikiyüzlü Türkiye Futbol Federasyonu’nu,5 bir yanda failden “çocukcağız” diye bahsederken diğer yanda timsah gözyaşları döken sinsinin şahı devlet “büyük”lerini, ardı arkası gelmeyen daha nice kepazelikleri gören bu gözler,6 sarı-kırmızı bir forma içindeki bir adamın, 1982-83 sezonunda Ödemişspor’a attığı o golü tekrar tekrar hayal ederek geçirecek bugünü. 1-0 gerideki Taksimspor’a beraberliği getiren o 28 yaşındaki adam golü nasıl attı bilemiyorum ama sonrasında çok zarif sevinmiş olmalı…
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane