Yasın beş evresini bilmiyorum ama ayrılık acısının aşamalarını sayabilirim. Sevdiğiniz bir futbolcunun takımınızdan ayrılmasıyla da fena halde benzeşir aşk acısı. Önce öfkelenirsiniz, sonra hak verir, “Hatanın birazı da bendeydi” dersiniz. Yine de intikam alıp onsuz ayakta kaldığınızı göstermeye çalışırsınız. Yine de ne kadar zaman geçse onun ayrılmadığı, hala sizle olduğu bir paralel evren düşlersiniz. “Ya hala birlikte olsaydık?”
Michael Owen’ın Real Madrid’e gittiğini 2004 yazında, tesadüfen İspanya’da öğrenmiştim. Batı hayranlığıyla büyütülmüş her Türk gencinin ilk yurtdışına çıkışında olduğu gibi, en sıradan, en doğal şeyleri bile büyük merakla takip ediyordum. İspanyolca bilmememe karşın gazeteleri alıyor, Fransızcadan benzettiğim kelimeler sayesinde “Hmm, gerçekten önemli bilgiler” diyerek anlamaya çalışıyordum. Owen’ın Real Madrid’e transfer olduğunu anlamam içinse büyük bir dil bilgisine gereksinimim yoktu. Her şey ortadaydı. Altın çocuk, dünyanın en görkemli futbol gösterisinin bir parçası olacak, dünyanın en pahalı barajında Zidane’ın, Figo’nun, Ronaldo’nun yanına geçecekti. Onu o kadar seviyordum ki, “Bunu nasıl yaparsın?” diye başlayan ve küfürlerle devam eden cümlelerim “Kızımız olacaktı” naifliğinde sona eriyordu. Hala daha o güne dair cümlelerim Ekşi Sözlük’te ilgili başlıkta durur. “İki oğlum olsun, adları Owen’la Gerrard olsun” diyen adamdım ben. Bunu nasıl yapardın bize be çocuk?
Michael Owen’ın 33 yaşında bitirdiğini açıkladığı kariyeri “olabilirdi”lerin, ihtimaller denizinde boğulmanın hikayesi gibi geliyor kulağa. Twitter’da “Kariyeri yıllar önce bitmişti zaten” diyenler çoğunlukta. Evet, son 6-7 yılda Owen çok pahalı bir yedek, bir enkazdı adeta. Yaşı yetmeyenler veya hayal kırıklığına uğrattığı taraftarlar onu “hüsran yaratan, overpaid bir forvet” olarak hatırlıyor olabilirler. Ama Owen bundan çok daha fazlasıydı. Liverpool’un önce Premier Lig, sonra da dünya sahnesine çıkarttığı Owen, Wayne Rooney veya Jack Wilshere gibi bir “Adam olacak çocuk” değildi. 18 yaşındaki Owen, 18 yaşındaki Messi’ydi. Sadece bir yıldız olmayacaktı o, en iyisi olacaktı. Oldu da. 1990’lar sonu, 2000’ler başında Owen çok özel bir yıldızdı. Yıllar sonra Altın Top ödülünü alabilen ilk İngiliz oldu, kendisinden sonra da olmadı. Büyük çoğunluğu 2004’e kadar kaydedilmiş golleri sayesinde Premier Lig ve milli takımın ilk 10’larında güvenli yerlerde durmakta.
Owen’ın jübile kararı Jamie Carragher’ınkinden 40 gün sonra geldi. Tıpkı Owen gibi Carragher da Everton taraftarı olarak büyütülen, ergenliğe girerken Liverpool altyapısı tarafından keşfedilen bir çocuktu. 1996 yılında gençlerde FA Cup’ı kazanan takımda yan yana oynadılar. (Finalde karşılarında Rio Ferdinand’lı, Frank Lampard’lı West Ham vardı.) 1996-97 sezonunun başında ikisi de profesyonel sözleşmeler imzaladılar. Carragher sezonun başında forma buldu, Liverpool’un kanayan savunması için merhem olabilirdi. Owen ise sezonun sonlarında devreye girdi, ilk maçında gol attı.
Owen, çok nadir görünen, göz alıcı parlaklıkta bir yıldızdı. Carragher ise yavaş yavaş yanan, kolay tükenmeyen cinstendi. Owen kaşla göz arasında finişe ulaşan ve madalyasını ısırarak poz veren yüz metreciydi, Carragher asla en büyük krediyi almayan ama misliyle efor sarf eden maratoncu. Bugün Owen futbolu bırakırken arkasından teneke çalanların sayısı hiç az değil. Carragher ise büyük kaptan, büyük emektar olarak uğurlanıyor.
Carragher asla en yetenekli değildi. Belki yetenekli de değildi. Kariyerinin hiçbir döneminde adı tahtaya ilk yazılan adam da olmadı. Savunmanın göbeği önce Phil Babb ve Mark Wright’a, 2000’lerin başında Sami Hyypia ve Stephane Henchoz’a rezerveydi. Roy Evans ve Gerard Houllier ona beklerde yer açtı. Düzenli olarak ilk 11’de göbekte oynadığı ilk sene 2004-2005’ti, o malum sene. Mevki Martin Skrtel-Daniel Agger ikilisine teslim edildiğinde de, bölgeye her sene en az bir tane futbolcu seçildiğinde dahi mücadeleyi bırakmadı. Michael Owen ilk senesinde 18 giyindi, sonra 10’a terfi etti. Steve McManaman’ın 17’den 7’ye, Robbie Fowler’ın 23’ten 9’a, Jamie Redknapp’in 15’ten 11’e, Steven Gerrard’ın 17’den 8’e terfi ettiği gibi. Jamie Carragher ise hep 23 kaldı. Ama bu Liverpool taraftarının ona “Hepimiz 11 Carragher’dan oluşan bir takım hayal ediyoruz” besteleri yapmasına engel olmadı. Kendi kalesine attığı gollerin karşı kaleye attıklarından fazla olması önemli değildi; o sayının misliyle topu çizgiden çıkarmışlığı vardı ve bunların hatrı sayılır bir kısmı 25 Mayıs 2005’te İstanbul’da ve oraya giden yolda yapılmıştı. Carra Liverpool’u seviyordu. Kırmızı forma içindeyken sahip olduğu her şeyi veriyordu. Bu Liverpool için yeterliydi.
Bu kadarı Owen’a yetmedi. 22 yaşındayken bunu anlamıyordum, şu an anlayabiliyorum. Yaptığı işi daha iyi yapabileceğini düşündüğü bir yere gitmek istedi, Liverpool’u bıraktı gitti. Ne yazık ki, hesabının aksine zirvesini Anfield’da görmüştü. İster iflah olmayan dizi deyin, ister Raul ve Ronaldo’nun ardından forma kapma ihtimalindeki strateji hatası, isterseniz Fernando Torres’in de yakasını bırakmayan Liverpool’lu ahı. Michael Owen 2004’ten sonra asla Owen olmadı. Liverpool 21 yıl aradan sonra ilk defa Avrupa’nın zirvesine çıktığında kupa Carragher ve Gerrard’ın ellerinde yükselirken, Owen o maçı muhtemelen Madrid’deki evinde izlemekteydi.
Şimdi çok iyi bir yazar oldu Michael Owen. Kalemi değme spor yazarına taş çıkartıyor. Blog’unda paylaştığı hikayelerden birisi kendisinin Britanya’da doğru kullanılmadığını anlatıyordu. İngiltere’nin altın çocuğuyken çok fazla maça çıkartılmış ve dizleri çok erken hırpalanmıştı. Xavi efsanevi Sid Lowe röportajında1 “Liverpool’u izliyorsunuz, Carragher topu kapıyor, taca vuruyor ve taraftar alkışlıyor! Bu İspanya’da asla olmaz” demişti. “Yetenek her zaman öncelik olmalı. Carragher ve Terry harika, onlar çok gerekli ama onlar teknik oyuna adapte edilmeli. Tam tersi değil.” Belki de İngiltere yeteneklerine doğru davranmadı. Elindeki altın çocuktan bir Messi yaratamadı. İngiltere’nin Almanya’ya karşı hat-trick yapan, Diego Maradona’nın golünün benzerini Arjantin’e iade eden, Dünya Kupası’nda Brezilya’ya gol atan bir oyuncusu daha olmadı zaten.
Carragher Premier Lig’de 500 maça çıktı. Liverpool’a ihanet etmedi ve bir kahraman olarak uğurlanıyor. Sadakatinin ödülünü 2005’te aldı. Owen Premier Lig’e döndükten sonraki yedi yılında, Liverpool’da bir sezonda attığı gol sayısına ulaşamadı. Ama vedasında hatalarından da, hayal kırıklıklarından da gururla bahseden olgun bir adam profili çiziyor. Sporun acımasız gerçeği, son maçın kadar iyi hatırlanırsın, ama Owen daha iyi hatırlanmayı hak ediyor. Liverpool’la Mart’tan Ağustos’a kadar beş kupa kazandığı olağanüstü 2001’le, hak ettiği Ballon d’Or’la.
Değeri bilinmemiş İrlandalı rock grubu Whipping Boy enfes şarkısı “When We Were Young”ı2 şu dizelerle kapatır: “Biz gençken / Kimbilir neler olabilirdi.” Şarkıda bir rüya ortasında uyandırılan bir genç vardır, kafasında çektiği filmlerle Oscar’lar kazanan. Benim kafamdaki paralel evrende Owen 2004 yazında Real Madrid’e gitmedi. 2005’te Şampiyonlar Ligi’ni, daha sonra Premier Lig’i ve daha pek çoğunu Gerrard ve Carragher’la birlikte kazandılar. Kimbilir neler olabilirdi, Owen genç bir futbolcuyken.
8 şubat 2012 - 19 aralık 2022, yazıhane