Skip to content

Dwight Howard, Lakers ve Daha Bir Sürü Şey

2007-08 sezonundan sonra bir kez daha Lakers tam işi bittiği düşünülürken yoğurdun, sarımsağın ve hıyarın hasını alıp ortaya çıktı. Konuşacak çok şey var. Tek tek, başlıklar altında…

Üst üste iki yıl ikinci turda elendikten ve toplam dokuz maçın sadece birini kazanabildikten sonra Lakers’ın o kadrosuyla artık ciddi şampiyonluk adayı olamayacağını söylemek zor değildi. Sonuçlar ve sahada olan biten zaten açıktı; uzun ama ağır Lakers, sokakta oynadığı tek potada hem yetenekli hem de genç adamlardan kurulu rakibinin enerjisine karşı dakikalar geçtikçe direnci düşen bir veteran topluluğu gibi gözüküyordu. Thunder kaptığı bir top ya da fazla sekip potadan uzağa düşen bir ribaundla iki saniyede fast break atabilirken, Lakers fast break ya da transition sayısı bulmayı hepten unutmuştu ve tek başına bu bile yeterince sinir bozucu bir durum. (Hatta Mike Brown maçlardan sonra “Basit sayılar yiyoruz” deyip Rıza Çalımbay’a selam çaksaydı ona kızmayacaktım) Kaldı ki takımın hantallıktan başka sorunları da vardı; dış şut sokamıyor, gömülen savunmaları bu yüzden dışarıya açamıyor, kağıt üzerindeki en büyük kozu olan uzunlarına nefes alma alanı sağlayamıyor, ayrıca oyun kurucularının istikrarsızlığı nedeniyle de onları en verimli şekilde kullanamıyor, hücumun dengesi böyle böyle bozuldukça Kobe Bryant “bi verin kolu da geçeyim bu bölümü” kişisine dönüşüyor, devamında da artık eskisi kadar kudretli olmadığından oyuna sinirlenip kolu kırma noktasına geliyordu. Kolay olan suçu Mike Brown’a yüklemekti, ki doğrusu onun da hataları vardı, ama açıkçası Phil Jackson da, Pat Riley de, Gregg Popovich de yönetse o kadrodan cacık yapamazlardı. (Eğer cacık şampiyonluksa…) Ancak cacık için gereken malzemeleri alacak imkanlar mevcuttu.

Şimdilerde rakip takımların taraftarları doğal olarak öfkeliler çünkü 2007-08 sezonundan sonra bir kez daha Lakers tam işi bittiği düşünülürken yoğurdun, sarımsağın ve hıyarın hasını alıp ortaya çıktı. Lakers nasıl oluyor da bunu hep yapıyor? Bu takım ve diğer şampiyonluk adaylarının güçlü ve zayıf noktaları neler? Philadelphia ve Denver’da neler değişti? Orlando ne yapmaya çalışıyor? Lakers taraftarı 2004’ü hatırlayarak korkmalı mı? Konuşacak çok şey var. Tek tek, başlıklar altında…

Peşkeş?

Ortada epey dolanan bir peşkeş lafı var. Buna ilk doğal tepkim şu oluyor: Oooooof be abicim! Birincisi, hatırlatmak gerekirse NBA organizasyonundan bahsediyoruz, ne peşkeşi? İkincisi, Lakers’ın su yüzünde kalmasını sağlamaya çalışan bir Derin NBA varsa, geçen yıl Chris Paul takasının veto edilmesini neremizle açıklayacağız? Üçüncüsü, Lakers Howard’ı alırken karşılığında ligin Howard’dan sonraki en iyi pivotunu verdi. O karşılığın Orlando’ya gitmemiş olması ayrı bir konu; eğer Orlando Andrew Bynum’ı isteseydi zaten bu takas diğer iki takım dahil edilmeden rahatlıkla yapılırdı. Lakers Bynum’ı verdi mi, verdi. Dördüncüsü, gelelim Gasol takasına, bilmemkaçıncı kez. Bütün takaslarda denk seviyede oyuncular karşılıklı olarak yer değiştirmez. Birçok takasta takımlardan biri, elindeki mutsuz yıldızı verirken karşılığında biten kontratlar, genç oyuncular ve draft hakları almak ister çünkü hedefi yeni bir takım kurmaktır. Nitekim Memphis Grizzlies o takastan sonra yeni ve daha iyi bir takım oluşturmayı başarmıştır. Herkesin unuttuğu, o dönemde Gasol karşılığında Memphis’e Lakers’ınkinden daha cazip bir teklif yapan takım çıkmadığıdır. Verebilecek olan Chicago Bulls, lüks vergisi ödeyecek olduğu için Gasol’ü almaktan vazgeçmiş, o yükün altına girmekten çekinmeyen Lakers daha sonra adamı kapmıştır. Çok isteyen gidip Jerry Reinsdorf’a mektup yazarak sitemlerini bildirebilir. Beşincisi, Steve Nash serbest oyuncu konumundaydı ve Phoenix Suns onu hiçbir şey alamadan kaybedecekken, sign&trade sayesinde hem trade exception hem de iki birinci, iki de ikinci tur draft hakkı kazandı, bir yandan da Nash’e olan vefa borcunu ödemiş oldu. Bir daha sorayım: Ne peşkeşi?

Yeni transferleri Lakers açıklarının ne kadarını kapatabilir?

Her şeyden önce şunu alıp bir yere koymak gerekir ki, Nash, Jamison ve Meeks, Oklahoma City’ye elenen takımın en göze batan zayıflığı olan hız ve çabukluk sorunlarını kendi görev bölge ve süreleri dahilinde ortadan kaldıracak oyuncular değiller. Zaten Lakers’ın planı da, bu oyuncuların başka alanlarda takıma katacakları artılar ve Howard’ın varlığı sayesinde o zayıflığın geçen sezonki gibi göze batmaması. Howard öyle bir pozisyonda eskiye göre öyle bir savunma ve çabukluk farkı yaratıyor ki, etrafındaki ilk beş oyuncularının hiçbirinin pozisyonları için yeterince çabuk olmamaları bile takımın başını çok ağrıtmayacaktır. Bahsettiğimiz adam sağlıklıyken basketbolun en büyük savunma kozu. Kafasını verdiğinde Bynum da pota yakınında iyi birebir savunma yapabiliyor, pota civarını karartıyor ve ribaundları toplayabiliyor. Howard ise ondan farklı olarak bunu içgüdü haline getirmiş durumda, sürekli yapıyor ve daha iyi yapıyor. Ayrıca Bynum rakip tarafından potadan uzaklaştırıldığında ve ikili oyun savunmak durumunda kaldığında hep zorlanır. Çok daha hareketli ayakları ve atletik üstünlüğü sayesinde Howard bu konuda da birinci sınıf. Son iki yıldır Lakers yarı saha savunmasında en çok ikili oyunlar nedeniyle sıkıntı yaşamıştı. En iyi ilacı aldılar.

Nash, Jamison ve Meeks ise takımın diğer rahatsızlıklarına yönelik ilaçlar. Gasol-Bynum oyunları birbirlerini çok iyi tamamlamasa da ligin en iyi pota altı ikilisiydi, Gasol-Howard ise daha da iyi bir ikili ama kabul etmek gerekir ki basketbol artık kısaların daha belirleyici olduğu, atletik üstünlüklerin daha önemli hale geldiği bir mücadele. 2012 yarı finalistlerinin her birinin en iyi oyuncusunun (James, Durant, Rondo, Parker) guard ya da kısa forvet olması tesadüf değil. Ve uzunlarınızdan doğrudürüst faydalanmak için kısalarınızın da iyi olması gerekiyor. Geçen sezonun başında Fisher ve Artest1 iyi olmalarını geçtim, o kadar berbat durumdaydılar ki, takımı özellikle hücumda resmen üç kişi oynatıyorlardı. Sonraları Artest yavaş yavaş toparlandı, trade deadline’da Fisher’ın yerine gelen Ramon Sessions ilk bir ay bayağı iyi top oynadı ve takımın hücumu akmaya başladı. Lakin biraz ilk play-off deneyimini yaşıyor olmaktan ötürü, biraz Mike Brown’un kendisini kullanımıyla alakalı olarak play-off’ta giderek düştü, Thunder serisini feci geçirdi, bu da takımı tek ayak üzerinde bıraktı, aynı Fisher’lı günlerde olduğu gibi. Şimdi onun yerine play-off’ta teklemeyecek ya da koçun top getirip ceza şutu beklemekle kısıtlayamayacağı bir adam var. Nash hücum organizatörlüğü konusunda Chris Paul’la birlikte bence hala ligin en iyi ikisinden biri. Yukarıda sorunları sayarken dış şut, uzunlara top indirme, oyun kurucu istikrarı mı demiştik? “Abim ödüyor.” Odom sonrası iyice çıplak kalan bench’e bir skorer ve dış şut sokabilen dört numara mı aranıyordu? Jamison olur mu? Şahane! Yalnız Jamison savunması yumuşak, yaşlı adam; kenarda bir de enerjik, ribaundcu, savunmacı adam bulunsa fena olmaz. O zaman Jordan Hill’i de takımda tutalım. Kobe’nin arkasına Andrew Goudelock’tan biraz daha tecrübeli, şutu iyi ve daha iyi savunmacı yedek mi lazım? Jodie Meeks var. Tamam, uyar.

Bu takım ligin en iyi savunmasına sahip olmayacak, hatta ilk üçte de olmayacak, ama tuhaf şeyler yaşanmazsa lig ortalamasının üzerinde yer alacak. Diğer taraftan hücum verimliliğinde en iyi üçe girme ihtimali var. Sayıları, sıraları bir kenara atalım. Ortada geçen senekinden çok daha iyi bir takım durduğu kesin.

Şampiyonluk adayları

Miami ve Oklahoma City bıraktığımız yerden geriye gitmiş değiller. San Antonio OKC’ye ufak farklarla elenmişti, OKC de finalde ufak farklarla kaybetti ve Spurs de -yaşlanıyor olmakla birlikte- kadrosunu koruyarak yerinde duruyor. Lakers’ın tekrar burada olduğu tartışılmaz. Boston geçen sezon güdük kalan kadrosunu zenginleştirdi ve yine aday. Derrick Rose play-off öncesi tam kapasiteye ulaşabilecekse Chicago da buraya yazılır ama maalesef bu zayıf bir ihtimal gibi gözüküyor. En başta Lakers ve Celtics’in yeni hallerini hiç izlemediğimiz için herkese tek tek oran biçecek değilim ama gözüken artıları ve eksileri üzerinden gidelim.

Miami Heat: Pat Riley’nin de geçenlerde söylediği gibi artık small-ball’u kimlik edinmiş durumdalar, ki en uygunu da bu. En iyi topçu onlarda, kalanların en iyi dört-beş tanesinden biri de onlarda ve bu ikisinin etrafındaki adamların iyi şut attığı maçlarda durdurulmaları hemen hemen mümkün olmuyor. Etraftaki o adamların şut istikrarı en önemli sıkıntılarıydı, onlar da gidip Ray Allen ve Rashard Lewis’i aldılar. Zayıf noktaları belli, pivotları yok ve Chris Bosh’u tek pota altı oyuncusu olarak başlattıkları, kısa ama çabuk, James ve Wade’e pota yolunu açan bir beş kullanıyorlar. Rakipleri arasında hem de klasik pivotla oynayan, çift uzunlu ve hem de kısaları Indiana Pacers’ınkiler kadar dağınık olmayan bir takım bulunmadığı için bu onlara sorun oluşturmuyor…du. Lakers tekrar bir tehdit olmuş durumda, hem de ciddi bir tehdit. Orlando’dayken hemen her fırsatta Heat’i oyan Howard ve Gasol’ü bu kısa beşle kontrol etmeleri zor. (Gerçi LeBron’un uzunları savunurken yaptığı fauller nedense ısrarla çalınmıyor, bu avantajlarını gözardı etmemeli) Jared Sullinger sağlıklı kalır ve gerçekten de daha yukarıdan seçilmeyi haketmiş bir oyuncu gibi oynarsa, Celtics de sık sık çift uzunlu beşlerle Heat’in karşısına dikilebilir. Keza, her ne kadar Gregg Popovich pek tercih etmese de, Tiago Splitter’ı Tim Duncan’la birlikte kullanırsa Spurs de… (Hadi bu sonuncuyu saymayın) Elbette onların da kendi avantajları var, örneğin LeBron’u yine kimse tutamayacak, ayrıca Bosh’lu ideal beşlerindeki tüm oyuncuları şut atabildiği için uzunları dışarıya çekip savunmanın dengesini bozabilirler. Ama bu takımları yenmeleri için mutlaka iyi ya da en azından kabul edilebilir şut günlerinde olmaları gerekecek.

Oklahoma City Thunder: Kadrosuna çaylak Perry Jones haricinde bir şey ekleyebilmiş değil, Jones da her ne kadar potansiyeli yüksekse de 28’inci sıraya kadar düşmüş bir adam, o yüzden önce sahada görelim. Sakatlıktan dönecek Eric Maynor’ı da önemli bir artı olarak sayamıyorum. Takımın en önemli transferi, Durant-Westbrook-Harden üçlüsünün ileriye doğru atacağı herhangi bir adım olacak, ki bu üçünün bugüne dek sürekli gelişim gösterdiklerini unutmayalım. Acayip oldukları için sanki üst sınıra ulaştılar gibi geliyor ama hala daha iyiye gidebilirler. Thunder hem çift uzunlulara hem de Miami’ye yanıt verebilecek bir takım ama en büyük zayıflıkları hala koç. Ve yine Lakers’la karşılaşmaları halinde, bu defa geçen play-off’un aksine en üst kapasitelerine çıkmazlarsa 4-1’i tersten görebilirler.

Boston Celtics: Taraftarlarının büyük bölümünün sevinçle karşıladığı Ray Allen-Jason Terry değişikliğini ben artı hanesine yazmıyorum. Terry’yi NBA’in sayılı denyoları arasında görmem ya da Allen’a büyük saygı duymam bakışımı etkiliyor olabilir. En azından Allen’ın doğurduğu açığı belli ölçüde kapatacak bir transfer Terry, daha büyük fayda sağlarsa ne ala. Celtics’e esas güç kazandıranlar ise Courtney Lee2, Jeff Green ve Avery Bradley. Geçen sezon takımın 1-2-3 numara yedekleri Mickael Pietrus, Sasha Pavlovic, Keyon Dooling ve Marquis Daniels’tı. (Bradley’nin sivrilişi Allen’ın sakatlığında ilk beş çıktığı dönemde gerçekleşti, öncesindeyse onun da katkısı çok sınırlıydı.) Bu sezon ise Bradley ya da Lee’den biri, Terry ve Green olacak. Eğer söz konusu oyuncular yedek diye bu zenginleşmeyi ciddiye almazsanız büyük hata edersiniz. Sullinger ve Fab Melo’dan ne çıkacak bilmiyorum ama beklentim Sullinger’ın en azından rotasyon oyuncusu olması, arada bir iyi oynaması. Uzun rotasyonunun darlığı Doc Rivers için kısalardan bile daha büyük problemdi 2012’de. Green de dört numara oynayarak uzunlara omuz verebilir, hatta süresinin büyük bölümünü oradan alırsa şaşırmayacağım. Ligin genelinde, özellikle de Doğu’da büyük fizik avantajı sağlayacak pota altı tandemleri pek de kalmadığı için, Green’i dört numarada kullanacağı hafif kısa beş Rivers için ciddi bir alternatif. Geçen seneki gibi konferans finalinin yedinci maçının sonuna kadar gelebilirler mi ya da ötesine gidebilirler mi bilemem ama bu takım çok daha iyi.

San Antonio Spurs: Geçen sezonun en uzun süre boyunca ligin en iyisi olan takımı. İyi tarafından bakarsak, aynı seviyeye bir kez daha çıkıp, ufak ayarlamalarla takıldıkları yerleri geçebilirler. Kötümser bakarsak, Miami ve OKC’nin gelişim potansiyeli çok daha fazla. Yine iyimser bakarsak, Kawhi Leonard daha istikrarlı ve her maç 30 dakikası garanti bir oyuncuya dönüşebilir. Ve yine kötümser bakarsak, Leonard ilerleme kaydetse bile daha ikinci sezonundaki hiçbir oyuncu Durant ya da LeBron’u sürekli olarak iyi savunamaz. Kısaldıklarından ve Duncan en iyi dönemini ardında bıraktığından beri fizikli takımlardan hoşlanmıyorlar. Hücumları bildiğimiz akıcılığındayken o fizikli takımlar da onları sevmiyor. Mesele, o akıcılığın Thunder serisinin üçüncü maçından itibaren olduğu gibi kesilmesinin önüne geçebilmek.

Los Angeles Lakers: Herkes Howard’ı konuşuyor ve bu gayet doğal ama Nash, takımın eski silahlarının daha verimli kullanılmasını sağlayabileceği için belki Howard’dan bile önemli bir transfer. Kobe artık 34 yaşında ve guard pozisyonundaki yükün neredeyse tamamını taşımaya çalışması hem ona hem de takıma zarar veriyor. Geçen sezon hem isabet oranı %43’e kadar indi, hem de Smush Parker-Luke Walton-Brian Cook-Kwame Brown gibi dörtlülerle yan yana oynadığı 2005-06’dan beri en fazla maç başına şut denemesi miktarını gördü. Nash yükü onun omuzlarından alıp, sevdiği noktalarda, doğru anlarda topla buluşmasına yardım edecek. Bu sezon Kobe’nin sayı ortalaması düşer, bununla birlikte şut yüzdesi de kariyerinde görmediği bir nokta olan 47’lere kadar çıkabilir. Alçak postta aldığı rol ve top eskiye göre hayli azalan Gasol ise Nash’le oynamaktan en fazla yarar sağlayacak kişi belki, çünkü Howard’la birlikte sahadayken o yine pota yakınında sırtı dönük top alıp, etrafında sahaya iyi yerleşilen ve birebir eşleşmesi üzerinden oyunu yönlendirmesi beklenen adam olmayacak, fakat Nash sayesinde çok daha fazla ikili oyunda kullanılabilir, boş durumdayken daha çok top alabilir. İkili oyun demişken, bir de Nash-Howard arasındakiler var. Ve evet, fazla iddialı olmamak için şu anda kendimi epey kasıyorum.

Chicago Bulls: Benchleri biraz kimlik değiştiriyor ve daha az savunmacı, daha iyi hücumcu hale geliyor ama hala sağlıklıyken ligin en geniş kadrolarından birine sahipler. Takımın ana çekirdeğinde herkes rolünü biliyor, herhangi bir memnuniyetsizlik yok. Yıldız skorerleri de var, savunmacıları da, şutörleri de, uzunları da… Miami’nin hızına da yanıtları var, Lakers’ın pivotlarına da… Hücumda şahane değiller ama savunmaları delice seviyelere çıkabiliyor. Kirk Hinrich hem her iki guard pozisyonu hem de soyunma odası için harika bir transfer. Evet, Nate Robinson ve Vladimir Radmanovic’i aldılar ama ne olmuş yani? Diye gaza getirebilirdim Bulls taraftarlarını, eğer Derrick Rose’un ne zaman ve nasıl döneceği belli olsaydı. Rose son olarak tedavisinin takvimin iki üç hafta önünde olduğunu söylemiş. Ameliyatı 12 Mayıs’ta olmuştu ve 8-12 aylık bir rehabilitasyon süresinden bahsediliyordu. Sekiz aydan hesaplasak bile ancak Ocak’ta dönebilecek. Daha önemlisi, o kadar ağır bir sakatlığın ardından hemen eskisi gibi hoplayıp zıplayamayacağı kesin. Ricky Rubio da çapraz bağ kopuğu nedeniyle şu an basketbol oynayamıyor ama onun dönüşü hakkında soru işaretleri daha az. Bu Rose’un daha yüksek profil bir oyuncu olması kadar, oyun stiliyle de alakalı; o, kendi oyununun üst noktasına çıkabilmek için vücudunu zorlamalı. Ne zaman yüzde yüze ulaşabilecek, play-off’ta durumu ne olacak? Rose çok sağlıklı dönüp bu iki soruya güzel yanıtlar vermezse, Bulls’u bu listeden çıkarabilirsiniz.

Bynum ve Philadelphia

Allen Iverson 2007’de Denver’a takas edildiğinden beri Sixers’ın hücumdaki esasoğlanı hiçbir zaman belli olmadı. Başlarda o role oturtulmaya çalışılan Andre Iguodala’nın, Iverson’sız ilk iki sezonda 20’ye dayanan sayı ortalamaları vardı ama yine o iki yıldan birinde play-off’ta takımı elenirken 13.2 sayıda, son iki play-off’ta %42’yle 11.4 ve %38’le 12.9’da kalışının da gösterdiği gibi, Iguodala bir skorer değil. Ve Sixers aradığı o skoreri, Iguodala’yı yine Denver’a yollayarak kazanmış olabilir.

Takımınızın hücumdaki birinci opsiyonu, başka bir deyişle yıldızı geçen sezon boyunca denyolukta JaVale McGee, DeMarcus Cousins gibilere rakip olan Andrew Bynum ise bu çok da huzur veren bir durum değildir. Fakat, birincisi Bynum’ın beraberindeki soru işaretleri yeteneklerinden ziyade kafası ve dizleriyle alakalı, ikincisi Sixers’ın şu aşamada ondan daha iyisini bulması mümkün değildi. Önce sadece basketbol açısından bakalım: Bu ligde Bynum’dan iyi tek bir klasik pivot var, o da aynı takasta Lakers’a giden. Sırtı dönük oyun ve ayak fundamentalı konusunda, birkaç yıl Kareem Abdul-Jabbar tedrisatından geçmiş Bynum, Howard’ın (ki onun da Hakeem Olajuwon’la çalışmışlığı varsa da birkaç yıl değil, sadece birkaç gün) net olarak önünde. Kariyer istatistikleri bunu söylemeyebilir çünkü Bynum bugüne kadar Kobe’nin takımında, Gasol’ün yanında, etrafında hiçbir zaman Orlando’daki gibi pota altının kalabalığını alan dört tane şutör olmadan oynadı. Philadelphia’da topla haşır neşir olmayı seven Jrue Holiday ve Evan Turner gibi guardlarla, sadece şut atmaya programlı Nick Young’la falan birlikte oynayacak ama o topu ne kadar sevseler de, önce Bynum’a vermeye çalışacaklar. Bynum’ın oyun konsantrasyonu, motivasyonu, savunmadaki çabası aldığı top sayısından çok etkileniyor. Burada birinci adam olmak, kendine çeki düzen verip daha istikrarlı savunma yapmasına, saha dışı hareketlerine dikkat etmesine yol açabilir.

Tabii açmayabilir de… Bu adam, Dennis Rodman ya da eskilerden daha hafif bir örnek verirsek Rasheed Wallace ölçüsünde bir arıza değil ama hala biraz çocuk, biraz fazla dobra. Geçen yıl ilk kez başkaldıran bir karaktere dönüştü. Acaba bu Mike Brown’un otorite eksikliğinden mi yoksa basketbolunun gösterdiği gelişime bağlı bir şımarmadan mı kaynaklandı? Önceleri Phil Jackson’dan mı tırsıyordu? Doug Collins gibi oyuncularıyla çatışan, işler kötü gittiğinde sert tepki veren bir koça nasıl karşılık verecek? Molalarda takımdan ayrı oturmak gibi ergen tripleri bulunan bir adamdan bahsediyoruz.

Dizlere gelirsek, son iki yıldır Bynum’ın her sendelediği pozisyonda baygınlık geçiren Lakers taraftarları olarak söyleyelim, maalesef Sixers’lılar da hiçbir zaman rahat olamayacaklar. Bununla birlikte “son beş yılda yalnızca geçen sezon sağlıklı kalabildi” de kötümser bir bakış ve tam olarak doğru değil. Bynum bir önceki sezonun ilk ayını yazın ameliyatını geciktirdiği için kaçırmıştı ama sonra dizi konusunda önemli bir sıkıntı yaşamadı. Yani iki yıldır iyi durumda olduğunu da söyleyebiliriz. Ayrıca geçen yaz ameliyat, rehabilitasyon gibi dertleri bulunmamasından faydalanıp bacakları kuvvetlendirmişti. Saha içi tutumuna çok şey söyleyebilirsiniz fakat Bynum bugüne kadar hemen her yaz iyi çalışıp dönmüştür. Bu sezon da repertuarında bir iki yeni hareketle, belki savunma yardımlarına daha çabuk reaksiyon verirken izlememiz muhtemel.

Bynum gibi bir pota altı silahını bulduktan sonra, çevresine de ona yer açacak şutörleri serpiştirmek gerek. İki yıldır düşüşteyse de Jason Richardson, basketbol zekası parlak olmasa da Nick Young ve bir önceki sezonki çıkışından sonra yine geriye gitse de Dorell Wright iş yapacak adamlar. Şu an izlemeyi en merakla beklediğim beş takımdan biri olabilir Sixers.

Andre Iguodala ve Denver Nuggets

Nuggets bu takastan önce bir şampiyonluk adayı değildi, takastan sonra da değil, ama gayet iyi iş yaptılar. Iguodala nihayet onun daha fazla sayı atmasına, hücumda daha fazla gözükmesine ihtiyaç duymayacak ve sürekli koşmaya çalışan bir takımda. Evet, belki bu takımın da birinci skor opsiyonunun kim olduğu belli değil ama Iguodala’nın üzerine taşımakta zorlanacağı bir yük de kalmayacak. Karşılığında o da Denver’a ne zamandır ellerinde olmayan tipte bir dış oyuncu sunuyor. Her işi yapabilen, savunmayı çok çok iyi yapabilen, bu takımın temposunda daha da parlayacak bir 2-3 numara. Kariyerinin en iyi hücum istatistiklerini Andre Miller’ın yanında oynadığı iki buçuk yılda yapmıştı, şimdi yine birlikteler.3

Şu an için Nuggets’ın ilk beşi Lawson-Iguodala-Gallinari-Faried-Mozgov, ana rotasyondaki diğer oyuncular da Miller, Brewer, Chandler ve McGee. Son ikisinin, ilk beşteki Faried ve Mozgov’dan daha fazla süre almaları, Nuggets’ın en iyi beşlisinin Lawson/Miller-Iguodala-Chandler-Gallinari-McGee olması muhtemel. Kalıplı rakiplere karşı sıkıntı çekebilecek ama tempolu oyunda, şutları demiri dövmediğinde herkese bela olacak bir takım. Çok sayıda istikrarsız dış şutöre sahip bir takım bu ve üçlük yüzdeleri en mühim istatistikleri olacak. Keyif verecekleri, “Aaa, Denver’a gidelim, Denver çok eğlendiriyormuş” dedirtecekleri kesin. Bundan ve belki play-off ikinci turundan daha fazlası zor.

Josh McRoberts ve Orlando Magic

Yeni genel menajer Rob Hennigan, Oklahoma City’de Sam Presti’nin yanında çalışarak buraya sıçradı ve Thunder’ın kurulumuna bakınca, kafasından ne geçtiğine dair tahminde bulunmak zor değil. Bir süre diplerde gezip, Thunder gibi draft’tan gelecek oyuncularla yeni temeli oluşturmak istiyor. Andrew Bynum’ı almadı çünkü bu yılın sonunda kontratı bittiğinde takımda kalmayacağına inanıyordu (ki muhtemelen haklıydı) ve Bynum bir yandan da takımı şu ankinden daha iyi yapacak, draft sırasında düşmelerine yol açacaktı. Buna diyecek bir şey yok; beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz ama bir plandır. İyi de, o zaman Jameer Nelson’a üç yıl için 25 milyon daha vermek nedir? Nelson’ın takımı daha da kötü yapacağına inanıyor olabilir gerçi, onu da düşünmek lazım. Thunder modeline gelince, fikir güzel ama hayata geçirmesi çok da kolay değil. Bir kere Kevin Durant çapında bir adam her yıl gelmiyor. Onu buldun diyelim, Russell Westbrook da kolay gelmiyor. Yine de Hennigan’ı bugünkü tablo üzerinden değerlendirmek yanlış. Bu takasta iyi bir alışveriş yapmadığını elbet o da biliyor. Ama hedefinde gelecek yıllar var. Biraz vakit vermeli.

Mitch Kupchak

İtiraf etmem gerekiyor, birkaç yıl önce onun Lakers için yetersiz bir genel menajer olduğunu düşünüyordum. Gelişmeleri eksik takip ediyordum, yaşananları her yönüyle göremiyor ama gördüğümü ve herhalde ondan daha iyi bildiğimi sanıyordum. Bugün gelinen noktada tek yapabileceğim karşılaştığım yerde elini öpmektir.

Tarihe yazılanlar elbette Howard, Nash, Gasol gibi isimler ama Kupchak’in esas başarısı, yapmadığı hamleler, çünkü bütün bu büyük transferlere olanak sağlayan, başka transferleri yapmamaktı. 2007 yazında Kobe’nin çıkıp açıkça “beni göndersinler, burada oynamak istemiyorum” demesine rağmen paniğe kapılmadı, tatmin edici teklif gelmeyince hiçbir şey yapmadı. Ondan önce de Kobe istiyor diye Bynum’ı yaşını almış Jason Kidd karşılığında göndermemişti. Aynı yaz, içinde benim de bulunduğum birçok hıyar Lakers taraftarı, kumar oynayıp Jermaine O’Neal’ı almak gerektiğini, bunun için de Indiana’nın birlikte istediği Bynum ve Lamar Odom’ın gönderilebileceğini söylerken, o O’Neal’ın iyi günlerini geride bıraktığını sezmişti ve böyle bir takasın takıma fayda getirmeyeceğini biliyordu. Sabırlı davrandı, başka birçok yöneticinin yapacağının aksine sırf bir şey yapmış olmak için bir takasa girmedi ve sonunda Gasol’ü kaptı. Aralık ayında Chris Paul takası iptal edilip, Odom gitmek istedikten sonra, karşılığında hemen bir şey alayım diye acele etmedi, daha sonra kullanmak üzere trade exception’la idare etti. Bir grup, Lakers’ın masraflardan kısmayı amaçladığını, Odom’ın bu nedenle hiç karşılığında gönderildiğini söylerken, Kupchak’in cebinde sakladığı o trade exception 4 Temmuz’da Steve Nash’e dönüştü. Birçokları Dwight Howard’ı almak için Lakers’ın hem Bynum hem de Gasol’den vazgeçmesi gerekeceğini düşünürken, o bunun fazla bir bedel olacağını biliyordu ve Gasol’ü hiç masaya koymadı. 2009 yazında, şampiyonluğun, play-off’ta gösterdiği performansın ve menajerinin gazına gelen Trevor Ariza, 50 milyon dolara yaklaşan kontrat isterken ve bu arada menajeri Lakers’a aba altından sopa gösterirken, Kupchak daha iyi olan Ron Artest’i Ariza’nın istediği söylenenden daha az paraya takıma kattı. Bu sezonun Nash-Bryant-Artest-Gasol-Howard şeklindeki Lakers beşi, Kupchak’in karşısına geçip gururla izleyebileceği eseridir.4

Lakers 2004 ve bu takım

Bir gün Hall of Fame’de yer alacak dört oyuncu, hala üst düzey performans gösteriyorlarken bir araya gelince haliyle aynı takımdaki yakın geçmiş örneğiyle kıyaslamalar başlıyor. Soru belli: Bu Lakers takımı da, Shaq-Kobe-Payton-Malone dörtlüsüne sahip olan 2004’teki gibi bir türlü tam uyum sağlayamayıp kaybeden olur mu? Cevaplarken önce biraz o günleri hatırlamak lazım. Her şeyden önce o takım, Kobe-Shaq çekişmesi ve Kobe’nin davası gibi iki önemli problemle birlikte yaşamak zorunda kalmıştı, ki bunlardan yalnızca biri bile daha az tecrübeli, daha az profesyonel bir takımı çabucak darmadağın etmeye yetecek krizlerdi. Bunları bir kenara attık diyelim… Gary Payton normal sezonu fena geçirmemişti ama üçgen hücumda bir türlü rahat edemiyordu (ki bunu kendisi de söylemişti) ve play-off’larda resmen paspas oldu. (7.8 sayı, 5.3 asist, %37 şut, %25 üçlük) Kadronun dört yıldız haricindeki oyuncuları, Derek Fisher, Devean George, Stanislav Medvedenko, Kareem Rush, NBA’deki son sezonlarını geçiren, bitik vaziyetteki 34’lük Rick Fox, 38’lik Horace Grant falandı. Yine de o takım finale kadar gelmişti, finalde de favoriydi ve şampiyon olabilirdi. Eğer Karl Malone’un final serisinin ilk dört maçını sürünerek oynamaya çalışmasına ve takım 3-1 geride olduğu halde beşinci maçta sahaya bile çıkamamasına sebep veren o sakatlık yaşanmasaydı…

Bugünkü Lakers’ın o günkü gibi basketbol dışı problemleri yok. (En azından şimdilik.) Steve Nash, o zamanki Payton’dan üç yıl daha yaşlı ama oyunu hissedilir bir düşüş yaşamadı ve büyük ihtimalle dizginler Payton’a kıyasla çok daha fazla elinde olacak. Araları bozuk Shaq-Kobe, ceza şutu sokmakta zorlanan Payton ve sezonun yarısını sakat geçiren Malone’un oluşturdukları dörtlüye göre kimyası daha iyi bir dörtlü var. En iyi iki oyuncusu arasında su yüzünde ve altında sürekli devam eden bir kavga, bir basketbol takımının yaşayabileceği belki en büyük problem ve o yıl Phil Jackson bile Kobe ile Shaq’ı kontrol edememişti, “The Last Season”da da açıkça söylediği gibi. Bu takımda o boyutta bir kavga doğacağını hiç sanmıyorum. Ayrıca Ron Artest, Antawn Jamison, Jordan Hill, Steve Blake, Jodie Meeks 2004’dekilere göre çok daha iyi yardımcı rol oyuncuları. Sakatlıklar yaşanabilir mi? Evet. O takımın finalde Pistons’a karşı yaşadığı gibi, bu takım da Heat ve Thunder’a karşı atletizm sorunları yaşayabilir mi? Evet. Rahatlıkla “Mike Brown bu takımı kontrol eder” diyebilir miyiz? Hayır. Yine de bu takım kağıt üzerinde 2004 takımından iyi mi? Evet. Bu yazı nihayet bitti mi? Evet.

  1. Bu adama Metta World Peace demeyi hiç sevmiyorum. Ve galiba yazılarımda bundan sonra demeyeceğim []
  2. NBA’de bu yazın belki de en underrated transferi. İyi savunmacı, iyi ceza şutörü, dinamik, atlet, akıllı oyuncu. Her maçın bitiren beşinde olmaz ama rakiplere göre bazılarında mutlaka olacaktır. []
  3. Yazar burada fantezi basketbol oyuncularına tüyo veriyor. []
  4. Kupchak, Jerry West’in öğrencisiydi ve bugünkü takımı da West’in kurduğu temel üzerinde devam ettiriyor. West 1996 yazında, kadroyu boşaltıp serbest durumdaki Shaquille O’Neal’ı Lakers’a getirmiş, ondan önce de Vlade Divac karşılığında aldığı Charlotte’un 13’üncü sıra hakkıyla Kobe Bryant’ı seçmişti. Shaq 2004’te ayrılmak isteyince Kupchak onu Caron Butler, Lamar Odom ve Brian Grant karşılığında Miami’ye yolladı. Bir yıl sonra Butler karşılığında aldığı Kwame Brown, daha sonra biten kontratıyla Gasol’e dönüştü. Odom iki şampiyonlukta önemli pay sahibiydi, bir -kısaltılmış- sezon gecikmeyle bu yaz Nash’e dönüştü. 2005’te draft ettiği Andrew Bynum da Howard’a… []